İran: İçeride gergin dışarıda yayılmacı
İran yönetimi siyasi ve askeri politikalarıyla “küçük ABD” versiyonu gibidir. Yayılmacı politikalarıyla Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen devletlerin iç işlerine pervasızca müdahale ediyor. Ortadoğu’daki oyun bozucu ve yayılmacı rolü ülkesindeki iç politikaya yansımamaktadır.
Ömer Çiftçi
İran, asırlar boyunca Ortadoğu coğrafyasının çehresini etkilemede rol oynayan ülkelerden biridir. Kadim bir ülke olan İran, dünyanın en eski medeniyetlerine ev sahipliği yapıyor. İran yüzyıllar içinde inanç, kültür ve toplum olarak hep değişimler yaşamıştır.
İran toplumu, Arap ve Türkmenlerle münasebetlerinden dolayı dini inanışlarının etkisinde kalarak nasibini almıştı. Şiilik mezhebiyle tanışan Fars toplumu, Fars-İslam (12 imam Şiiliği) kültürünün karışımıyla İran’a özgü siyasi kimlik ve ulusal inanış biçimiyle değişim rüzgarlarını tamamlama sürecine evrildi.
İran tarihiyle biraz ilginçtir. Fars olan İran halkını bir dönem Türk olan şahlar yönetiyordu. Hatta tarihte şöyle enteresan bir olay var: Şah İsmail’in Yavuz Sultan Selim’e yazdığı mektup Türkçe iken, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail’e yazdığı mektup da Farsçaydı.
1935’den beri resmi adı olan İran, 1979 İslam Devrimi’yle adını İran İslam Cumhuriyeti olarak güncelledi. Şii inancı devletin resmi dini haline getirildi. İran; Afganistan ve Tacikistan’la birlikte dünyada Farsça konuşan üç devletten biridir.
20'nci yüzyıldan itibaren İran’da yönetim sık sık el değiştiriyor, ülkenin laik yapısı Batı'yla ilişkilerde ivme kazanıyordu. Fars İmparatorluğu’nun devamı olan İran uzun bir dönem Pehlevi Hanedanı tarafından yönetilirken ülkenin dış politikası ABD-Batı çizgisindeydi. Bu durum 1979 Devrimi'ne kadar devam etti.
Rıza Şah döneminde Pers milliyetçiliği ve modernleşme çabaları ülkenin bir kesimini mutlu etmiyordu. Pers milliyetçiliği ülkenin resmi ideolojisi haline gelirken, Pehlevi Hanedanı'ndan rahatsız olan İran milliyetçileri, şeriat yanlıları ve birçok ideolojik gruplar ülkenin gidişatından memnun değildi.
Nihayetinde beklenmedik bir anda İran dünyanın ilk “İslam Cumhuriyeti”ni kurmuştu. 1979 yılında halk Şah’ı devirdi, İslami bir yönetim kuruldu. İlerleyen yıllarda İran toplumunun ve otoritesinin kucağında bulduğu en önemli sorun “Arap olmamak”tan kaynaklanan, “ötekileşme” gerçekliğiyle yüz yüze kalmasıdır. İran bugün hâlâ, Sünni ülkelerle sarılı bir coğrafyada Şii inancıyla ayakta durmaya çalışmaktadır. Sünni ülkelerin Şii karşıtlığı dozu o kadar kaçırıldı ki İsrail ile yan yana gelmekten sakınca duyulmadı. Çünkü Şii bir devlete tahammül yoktu.
İran İslam Cumhuriyeti kurulmuştu fakat siyasal sistem kendini tamamlayamadı. Devrimden sonra reformcu aydınlar, Tudeh, diğer yol arkadaşları tasfiye edildi. Yönetimde söz sahibi olan katı bir İslami ekip geldi. Bu katı dinsel ekip antiemperyalist ve Batı karşıtı kesildi. Ancak Şah’ı deviren halk İslamik bir ülke hayal etmemişti. Dünyanın değiştiğini çok iyi bilen halk demokratik bir devlet tahayyül ediyordu. Ne var ki bu mümkün olmadı.
Ayetullah Humeyni’nin başat rol üstlendiği “teokratik zorba düzeni” altında nefes almaya çalışan etnik gruplar, rejimi hep tedirgin ve huzursuz etmiştir. Bunun altında yatan önemli etmen ise İran’ın etnik kimliklerle çevrili olmasıdır. Bu durum İran’ın yumuşak karnı diyebiliriz. Batıda Kürtler, güneybatıda Arapların yaşadığı Huzistan, yine güneyde Arap yoğunluklu Hürmüzgan, güneybatı ve güneyde Luristan ve yine Lurların yaşadığı Kohkiluye ve Buyer Ahmed, kuzeybatıda Azeriler, kuzeyde Mazandaran, yine kuzeyde Türkmen yurdu Gülistan ve Kürtlerin yaşadığı Kuzey Horasan, doğuda Türkmen, Peştun ve Beluc bölgeleri rejimi kaygılandırmaktadır.
İran’ın dışarıya açılması içeriye paralel bir fayda sağlamıyor. ABD’nin yıllarca ambargo uyguladığı İran yönetimi altındaki halk pek mutsuz görünüyor. 1979 İslam Devrimi ile birlikte İran halkının alın yazısını belirleyen küresel bir güç olan ABD faktörü çok etkilemiştir. Yakın zamandaki olaylar sonucunda İran otoritesini sürekli “dış müdahale”yle sorgulayan ABD, İran halkını “tehdit altında olma” olgusuyla karşı karşıya bırakıyor.
İran yönetimi siyasi ve askeri politikalarıyla “küçük ABD” versiyonu gibidir. Yayılmacı politikalarıyla Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen devletlerin iç işlerine pervasızca müdahale ediyor. Ortadoğu’daki oyun bozucu ve yayılmacı rolü ülkesindeki iç politikaya yansımamaktadır. Hatta girdiği ülkelere milyarlar harcayınca, halk daha çok fakirleşiyor daha da öfkeleniyor. Rejim parayı kötü durumda olan altyapılar için kullanma gereğini bile duymuyor. İranlılara adaletsizlik, fakirlik, sefalet ve geri kalmışlık makul görülüyor. Arada bir sus payı olsun diye reformlardan bahsediliyor. Ötesi de gelmiyor.
Ülke adaletini binlerce kişinin bedenlerini vinçlere asarak sağlayan İran rejimi, kadınların özgürlüklerini de kısıtlamayı ihmal etmemiştir. Kadınlar en ağır koşullarda cinsiyetçi saldırıya maruz kalıyor, toplumsal ve kamusal alanda geri plana itilmiştir. Kadınlar zorunlu örtünmeye karşı sivil itaatsizlikle cevap vermeye çalışıyor. Kadınları bazen baskıcı otoriter yönetimden kendini kamufle ederek, bıyıklı şekilde stadyumlarda maç izlediğini görürüz, bazen de Facebook’ta “Kadınların Gizli Özgürlükleri” adındaki bir sayfada başörtüsüz resimlerin ve videoların paylaştığını görürüz.
İran’da reform bekleyenlerin sayısı çok, fakat reformcu adaylar rejimin sisteminden dolayı her defasında adaylıkları geri çevriliyor. İran halkı huzursuz, aç, sistemden bezmiş, zihinlerde “bıçak kemiğe dayandı” var. Arada bir sokaklar patlıyor ama hemen anında devrim muhafızlarını ve Besicleri enselerinde hazır buluyorlar. Sokaklar siyasal anlamda da ikiye ayrılmış durumda: var olan düzenden rahatsız olanlar ve mevcut düzenin parçası haline gelen rejim taraftarları.
Sokaklar, İran halkının sesi ve protesto uğrağıdır. Sokaklar direniş kokuyor. Böyle diri sokakları diğer Ortadoğu ülkelerinde göremeyiz. Kıyaslanması bile olamaz, çünkü İran halkı sokağa çıkma geleneğine sahip bir toplumdur. Halk devrimden sonra hoşnutsuzluklarını birçok kez sokaklarda gösteriler düzenleyerek rejimi huzursuz etmiştir. Rejimin baskıcı niteliğine rağmen ciddi bir direniş kültürü hâlâ canlıdır.
Ne var ki İran’ı yönetenler sistemi çoktan oturtmuş bile. İdeolojik (Şii İslamcılığı), siyasal (otoriter), iktisadi (kendine özgü bir devlet kapitalizmi), stratejik (ABD, İsrail, Arap devletleriyle düşmanlık) açıdan her şey çok işlevlidir.