Diktatörler, mabetler, efsaneler

Müzeyi gezerken ve Sayın Clemens’i dinlerken düşündüğüm tek şey diktatörlerin nasıl da birbirine benzediğiydi. Mesela Kaddafi’nin Yeşil Kitap’ı vardı, Saparmurat Türkmenbaşı’nın Ruhname’si. Ruhname’yi ezberleyemeyenler ehliyet bile alamıyordu Türkmenistan’da. Franco, devasa stadyumlar inşa ettirmişti yıllar önce...

Google Haberlere Abone ol

Hakan Demir* [email protected]

“Tarih tekerrür eder”.

***

“Tarih değil hatalar tekerrür eder”.

***

İki günlüğüne Tübingen Üniversitesi’nden bir grupla Nürnberg’deydik. Bu arada Nazi Partisi Dokümantasyon ve Toplanma Merkezi’ne (Dokumentationszentrum Reichsparteitagsgelände) gittik. Orada müze yetkilisi Sayın Andreas Clemens’le de sohbet etme imkânı bulduk. Bu yazımda Sayın Clemens ile olan sohbetimizden ve bu sohbetin bende uyandırdığı düşüncelerden bahsedeceğim.

Üniversiteden mezun olduktan sonra ilk yaptığım şey yurt dışına çıkmaktı. Güney Amerika’dan Ortadoğu’ya, Kuzey Afrika’dan Avrupa’ya kadar birçok yerde bulunma fırsatım oldu ve ayrıca Türkiye’de uzun süre yaşadım. Belki tam da bu yüzden Sayın Andreas Clemens’le konuştuğumuz süre boyunca anlattıkları bana çok tanıdık geldi. Nedenini yazının devamında bulabilirsiniz.

Uzun açıklamalar eşliğinde bize müzeyi gezdiriyor Sayın Clemens ve sonrasında onunla sohbet ederken soruyorum, neden başka yer değil de Nürnberg?

-Nürnberg o zamanın Almanya’sının tam ortasındaydı. Naziler bu sebeple bu binaları Nürnberg’e senede bir defa toplanmak üzere inşa ettiler. Bütün bu koca yapılar senede bir defa toplanıp güç gösterisi yapmak içindi. Almanya’nın her tarafından milyonlarca insan… Hatta Königsber’ten (Kaliningrad) bir öğrenci grubu yaya olarak Nürnberg’e geldi, üç ay süren bir yolculuktan sonra..

-Bu inanılmaz bir şey!

-Nazizm, halka bir din gibi telkin ediliyordu; mesela mermerden (mermer ekseriyetle kilise yapımında kullanılırdı) toplanma yerleri yaptılar ve bu yerler onların tapınaklarıydı, bir kitapları vardı (Mein Kampf), Hitler bir liderden çok daha fazlasıydı onlara göre. Tapınağı, kitabı, peygamberi olan bir sistem…

Dehşet verici, öyle değil mi! Sorularıma devam ediyorum...

Bu yapıların bana Roma İmparatorluğu yapılarını anımsattığını söyleyip sebebini sorduğumda Sayın Clemens gülümsedi ve bana şu cevabı verdi:

“Naziler kendilerine bir mazi ve efsaneler yarattılar. Kendilerini Roma İmparatorluğu’nun devamı olarak görüyorlardı. Mesela Alman kartalı bir Roma figürüydü. Naziler böylelikle, kurdukları imparatorluğu tarihi açıdan sağlam bir zemine oturtmak istemişti.

Terim olarak Blutfahne de (Nazi Almanya’sının bayrağı) Roma’dan alınmıştı ama Nazilere göre anlamı farklıydı; 1923’te Münih’te yaptıkları darbe girişimi sonrasında öldürülen Nazilerin kanlarını temsil etmekteydi.”

Bütün muhaliflerini susturan, kendisine karşı ne kadar aydın varsa hapse atan, toplumun bir parçası olan Yahudileri önce linç ettirip sonra da ölüme yollayan, iktidarını ve gücünü korumak ve artırmak için her şeyi ama her şeyi yapan -parlamentoyu yaktırmak dâhil- ve en sonunda koca ülkeyi yıkıma götüren bu adam içimi fazlasıyla kararttı. Bu sebeple güncel konularla devam etmek istiyorum.

Milliyetçilerden çok fazla canı yanan bir toplumda AfD (Almanya için Alternatif adlı parti ırkçı, göçmen ve İslam karşıtı söylemleriyle dikkat çekiyor) gibi bir parti nasıl var olabiliyor?

"Almanya, AfD tipinde partisi olmayan ülkelerden biriydi. Mesela Fransa’da Front National var. Bu parti yıllarca Yahudilere karşı bir tavır takınmıştı şimdi ise Müslümanlara karşı."

Bu cevap üzerine biraz düşününce aklıma neler geldi; Fransa’nın Le Pen’i, Filipinler’in Duterte’si, Rusya’nın Putin’i, Macaristan’ın Orban’ı, Brezilya’nın Bolsonaro’su, Venezuela’nın otobüs şoförü Maduro'su, Xi Jinping’in Çin’i, Modi’nin Hindistan’ı ve bu berbat orkestranın şefi rolünde Trump.

Türkiye’nin de yeri maalesef hemen üstteki liste!

Zavallı insanlık, zavallı dünya! İnsanlar cellatlarına âşık mahkûmlar gibi!

Sorularıma devam ediyorum…

Sizce AfD’nin geleceği ne olur diye soruyorum Sayın Clemens’e:

“AfD gitmez. Diğer partilerin daha iyi şeyler yapması lazım. İnsanları dinlemeliler. Ev, doktor ihtiyacı var. Ev kiraları fırladı. Mülteci politikası gözden geçirilmeli. Alman silahları diktatörlere satılıyor, bu diktatörlerden kaçanlar mülteci olarak Almanya’ya geliyor.”

Çözüm ne diye sorunca da “Muhalefet partilerinin daha iyi olması lazım” diye cevap veriyor Sayın Clemens.

***

Müzeyi gezerken ve Sayın Clemens’i dinlerken düşündüğüm tek şey diktatörlerin nasıl da birbirine benzediğiydi.

Mesela Kaddafi’nin Yeşil Kitap’ı vardı, Saparmurat Türkmenbaşı’nın Ruhname’si. Ruhname’yi ezberleyemeyenler ehliyet bile alamıyordu Türkmenistan’da.

Franco, devasa stadyumlar inşa ettirmişti yıllar önce. Modern dünyanın yeni mabetlerini inşa ettiren diktatör, 36 yıl demir sopayla idare etti ülkesini. Hesap sorulamadan öldü. Ama bugünlerde ondan kalanlar -artık ne kaldıysa- şehitler vadisinde istenmiyor artık. Muhtemelen diktatörün mezarı taşınacak.

Kaddafi’nin mezarı var mı bilmiyorum. Ya da Saddam Hüseyin’in…

Uzun lafın kısası, sonu aşikâr bir oyun bu!

Önümüzdeki günlerde neler olacağını hep birlikte göreceğiz.

* Brezilya Dış Politikası: 1964 Askeri Müdahalesi Öncesi ve Sonrası Brezilya Dış Politikasına Genel Bir Bakış (1950-1985) adlı kitabın yazarı.