Makyavel’den günümüze kent yönetimi
Günümüz Türkiye’sinde yerel seçimlerin de yaklaşması ile tüm belediye başkan adaylarının Makyavelli’yi okuyup sokaklara döküldüğü zannına kapılmak, yerinde bir zan olacaktır. Kent yönetimine aday olanların, aday oldukları kentlerde eski yani kendilerine ait olmayan hafızayı ortadan kaldırmak istemeleri görüldüğü üzere tarihi bir öğüde dayanmaktadır.
Halil Ecer *
1469-1527 yılları arasında yaşamış, tarih ve politika biliminin kurucusu sayılan Floransalı düşünür Niccolo Machiavelli (Makyavel olarak da bilinir) yönetim bilimi açısından neredeyse kutsal olarak kabul edilen ‘Prens’ adlı kitabı ile varlığını sürdürmektedir. Kitabın beşinci bölümünde fethedilmeden önce kendi yasalarıyla yaşayan kentlerin nasıl yönetilmesi gerekliliği üzerinde yorumlamalarda bulunmuştur. Bu yorumlamalarında gerek Romalıların gerek Spartalıların kent yönetim biçimlerinden mülhemle bir kent yönetim analizi sunmuştur. Makyavel’in söz ettiği kent yönetimi elbette ki işgal edilen kentin yönetimidir. Fakat aynı yöntemi günümüze yorumladığımızda benzerliklerin ne kadar büyük olduğunu fark ediyoruz. Makyavel bir kenti yönetmenin en ideal yolunun o kenti ve kentte yaşayanların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olduğunu dile getirmiştir. Bu görüşüne temel olarak Romalıların, Capua ve Numantia’yı yok ederek bir iktidar kurduklarını dile getirmiştir. Bu ortadan kaldırma hali farklı yöntemlerle olmaktadır. Kentteki toplumsal ilişkileri ortadan kaldırmak, mekânsal hafızayı silmek gibi yollarla bir kent yok edilebilir. Aksi takdirde ‘özgürce yaşamaya alışmış bir kentte orayı yıkmadan efendi olamaya çalışan biri, onun tarafından yıkılacağını hesaba katmalıdır.’ Yok etme dışında farklı alternatifler olarak kenti yönetmek isteyenin oraya yerleşmesi ya da kent yöneticilerini bir şekilde kendine bağlaması gerekliliği üzerinde durmuştur. Tarih 1469-1527.
Tarih Şubat 2019. Günümüz Türkiye’sinde yerel seçimlerin de yaklaşması ile tüm belediye başkan adaylarının Makyavel'i okuyup sokaklara döküldüğü zannına kapılmak, yerinde bir zan olacaktır. Kent yönetimine aday olanların, aday oldukları kentlerde eski yani kendilerine ait olmayan hafızayı ortadan kaldırmak istemeleri görüldüğü üzere tarihi bir öğüde dayanmaktadır. Her partinin kendi değerlerini topluma ve mekâna empoze etmesi, iki seçim arasında geçen süreçte hem mekanın hem de toplumun üretilmesi anlamına gelmektedir. Hal böyle olunca kimliksiz toplum ve mekân ortaya çıkmaktadır. Çünkü bu süreçler de mekânsal ve toplumsal üretimin yoğunlaştığı süreçlerdir. Bu üretimin başarıldığı yerler ‘seçim kalesi’ olarak tanımlanıyor. Yine bu tanımlama bizi Makyevel'e ulaştırıyor. Tanımlamanın böyle yapılması tesadüfi bir şey değildir. Tarihsel süreç içerisinde askeri ve yönetim mekânı olarak karşımıza çıkan kale kavramı tazeliğini korumaktadır. Her ne kadar kaleler günümüzde tarihi bir duyum ve müzevari bir etki yaratsa da asıl anlamıyla gerek siyasal arenada gerek toplumsal hafızada yerini korumaktadır. Bu haliyle gerek partiler arasındaki ilişkiler gerek toplumsal ilişkiler demokratik ölçütlere göre değil askeri eğilimle oluşmaktadır. Ve bu kentler partilerin ya seçim startını verdiği yerler ya da seçim finalinin yapıldığı yerler olarak sembolleşmektedir. Bu yüzden her partinin en büyük dileği, bir kenti kendi değerleri ölçüsünde var etme ve bir kale olarak adlandırmak olmuştur. Genelde bu dilekleri hem fonksiyonel hem de nüfus bakımından çok büyük kentler üzerinde gerçekleştirmekten kaçınırlar. Bu durumun sebebi, büyük kentlerdeki heterojenliğin böyle bir şeye izin vermeyeceğini bildikleri içindir. Bunun alternatifi büyük belediyeler altındaki merkez ilçelerdir. Fakat bu merkez ilçeler büyükşehir belediyesine bağımlılık gösterdikleri için kısıtlı olmaktadır. Bu büyük kentlerdeki kısıtlılık halinin bir diğer sebebi yöneten ile yönetici arasındaki uzak ilişkidir. Parti ilkelerini kente yaşayanlara ulaştırmanın zorlukları vardır. Bu zorluklar genelde büyük kentlerdeki karmaşık ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Yani büyük kentlerde yaşayanların küçük kentlere oranla yönetim ile ilişki içerisine girmekten kaçınma eğilimleri mevcuttur. Bu eğilim yönetimden gelecek olanın özümsenmesini zorlaştırmaktadır. Tıpkı Makyevel'in değindiği yönetici tarafından belirlenen normların halkta karşılık bulma gerekliliği gibi.
Kentleri yöneten partilerin kendi ilkelerini kente uygulaması ve toplumsal yaşamın o ilkeler çerçevesinde üretilmesi mekânı da ideoloji sahibi etmiştir. Bu yüzden ‘bana belediyenin kime ait olduğunu söyle sana kentte ne yapabileceğini söyleyeyim’ şiarı geliştirilebilir. Kentin sosyal yaşamı, ticari yaşamı hatta özel yaşamı üzerine konuşmak mümkün olmaktadır. Çünkü her ideoloji benimsenmek ister ve bu minvalde bir çaba içerisinde olur. Mekânın ve toplumun üretimi birbirinden bağımsız değildir. O halde, bir kentin yönetilmesi aynı zamanda yönetilenin üretimi anlamına gelmektedir.
Türkiye kentlerinde Makyavel'in kalıntılarını bulmak zor değildir. Seçim beyannamelerinden seçim şarkılarına kadar sirayet eden popülizmin asıl hedefi de bu kalıntılara ulaşma isteğidir. Bilinçli ya da bilinçsiz, programlı ya da programsız her kent yönetimine aday olanın gayesi, kenti yönetirken ilkeleri doğrultusunda mekânsal ve toplumsal üretim gerçekleştirmektir. Eğer bu ilkeler halkın talebi doğrultusunda olursa problem yok gibi görünmektedir fakat halka rağmen ise toplumsal üretimin başlangıcı anlamına gelmektedir. Bu bağlamda seçim sürecinde yapılacak olan her şeyin bir temele oturtulmaması mümkün olmaktadır. Şayet bir temel aranılacaksa, ‘Makyavelizm’ adı altında ‘amaca giden her yolun mübahlığından’ söz edilebilir. Makyavelizm’in bu temeli, ahlaki açıdan facia olarak görülebilir, ki zaten ‘olumsuz ve ilkesiz bir politik hırsın anlatımı’ olarak düşünsel sitemde kendine yer edinmiştir.
Sonuç olarak 520 sene önce yazılan bir metnin günümüz kent yönetimiyle olan organik bağlılığı zaman ötesi bir mevzunun sonucudur. Birçok anlamda gelişen dünya, söz konusu yönetmek ya da hükmetmek olduğu zaman bazı değerlerin sabit kaldığını göstermektedir. Bu sabit değerlerin günümüz kent yaşamında ve yönetiminde belirleyici rol oynaması bir kanıksamaya sebep olmaktadır. Kent yaşamının kanıksanacak bir mevzu olmayacağını ve kent yaşamının ehemmiyeti açısından tehlikeli olduğunu neredeyse tüm kent kuramlarında öğüt olarak önümüzde bulabiliyoruz. Bu minvalde mekânsal ve toplumsal üretimin yansımalarından beri olmadığımız için kent dokusunun yerinden incelenmesi ve ona göre yaşama ayak uydurulması gerekmektedir.
*Yazar/Mekan-toplum uzmanı