Gerekçeli karar: Bomba patladı, hepsi bu kadar!
IŞİD’i bu topraklarda besleyenler, destek verenler, teknik ve fiziki takibe rağmen suça karşı önlem almayanlar, işlem yapmayanlar, bilgi saklayanlar, bomba malzemesi ile yakalananları serbest bırakanlar, mitinge yönelik tehdide rağmen güvenlik önlemi almayanlar, yardım etmek yerine yaralılara gaz sıkanlar… Bunların hiçbiri mesele değil!
Nuray Özdoğan*
Ankara’nın göbeğinde binlerce insanın arasında patlatılan bir bomba; yüzlerce ölü, yüzlerce yaralı…
10 Ekim 2015’te, Ankara’daki barış mitingine giden yakınlarını memleketlerinde, evlerinde karşılamayı bekleyenler, bir anda Ankara’da morglarda buldu kendilerini.
Teşhis edilemeyen cenazeler, bulunamayan isimler, hastanelerde yüzlerce yaralı insan.
IŞİD’in gerçekleştirdiği katliamı görünmez kılmak için yapılan “kokteyl terör örgütü açıklamaları”, tebessümle yapılan basın toplantıları.
Başlatılan soruşturmada avukatların dosyaya erişmesini engellemek için verilen kısıtlılık kararı, yayın ve eleştiri yasağı kararı…
185 klasörlük davanın 3.5 yıl süren yargılamalarının sonunda verilen karar.
Mahkeme, 3 Ağustos 2018’de verdiği kararının gerekçesini ise aylar sonra, henüz yeni açıkladı.
Gerekçeli kararda neyi aradık, neyi bulduk?
872 sayfalık kararın 497 sayfası müşteki katılan isimleri, adli tıp raporlarından oluşuyor.
Merakla okumaya devam ediyoruz.
Kalan 375 sayfada bu korkunç katliamı kısmen aydınlatan, kısmen ışık tutan, adalet duygumuzu bir nebze olsun besleyen kelimeler cümleler bulmaya çalışıyoruz.
Kaybettiğimiz sadece yakınlarımız dostlarımız değildi, aslında barış umuduna düşmüştü o patlayan bombalar.
Bu yüzden yeniden okuyoruz.
Ancak karar, katliam sonrası siyasetin ve ilişiği olma hevesindeki yargının tutumunda o günden bugüne hiçbir şeyin değişmediğini gösteriyor.
İddianamede, katliamda ölenlerin sayısı 100 olarak yer almıştı. Ancak dava devam ederken vefat eden üç kişi gerekçeli kararın görmediği bir “ayrıntı”olarak kaldı.
Tüm beyanlarımıza ve ölenlerin bir kısmının yakınlarının duruşmada bulunmasına rağmen üstelik, gerekçeli kararda, iddianame hazırlandıktan sonra hayatını kaybedenler “maktul” sayılmadı.
Olay yerinde bulunup yara almayanlar da “müşteki” değildi gerekçeli karara göre.
Buna karşılık, zarar görenlerin, yani müşteki listesinin 693'üncü sırasında Emniyet Genel Müdürlüğü var. Yaralanan, zarar gören tek bir güvenlik görevlisinin bulunmadığı katliamda hangi nedenle müşteki kabul edildiği muamma.
Oysa müfettişler, üstelik ilk elde edilen delillere, bilgilere göre yaptıkları değerlendirmede vicdanlarına söz geçirememiş olacak ki, hazırladıkları raporda üst düzeydeki güvenlik görevlilerinin “en azından ihmallerinin araştırılması “ gerektiğini belirtmişlerdir.Ancak valilik ve savcılık kararlarıyla soruşturulmaları engellenmişti. İddianamede bula bula “zarar gören” kısmını uygun görmüş mahkeme.
Kusur, ölenlerin, fiziksel ve psikolojik zarar görenlerin gerekçeli kararda yer bulamamasıyla bitmiyor. Kanıtlarda da kendini gösteriyor eksikler.
Tüm kanıtlara rağmen, mahkemenin gerekçeli kararında, devletin kurumlarının, hükümetin, istihbaratın, güvenliğin sorumluluğu yok. Dosyadaki açık kanıtlara rağmen, gerekçeli karar, “görmedik, duymadık, bilmiyoruz” diyor.
Ama buna karşılık insanlığa karşı suç işlendiği iddiamız kısmen tartışılıyor. Ancak gerçek anlamda değil. Amaç belli; diğer yargı süreçlerindeki muhtemel tartışmaların önünü kesmek.
Gerekçeli karara göre, IŞİD saldırıları insanlığa karşı işlenmiş suç değil. Bu tezinin altını kalınca çiziyor karar. Gerekçeli karara göre, olayda devlete ve aslında hükümete karşı işlenmiş bir suç vardı ama insanlığa karşı işlenmiş bir suç yoktu.
Miting alanında bulunanlar öylesine toplanmış, politik hiçbir fikri olmayan insanlardı.
Katliamı gerçekleştiren IŞİD üyeleri de örgütün politikasından, uluslararası hedeflerinden bağımsız şekilde, siyasi, felsefi, ırki, dini saik (TCK madde 77) gözetmeden eylemi yapmışlardı.
Zira mahkeme insanlığa karşı suç tartışmasına gerçekten girecek olursa, mitingi, amacını, saldırıya maruz kalanların muhalif kimliklerini de tanımlamak zorunda kalacaktı. Devletin ali menfaatleri korunduğunda zavallı yurttaşın hakları da kendiliğinden korunmuş olacak, öyle değil mi? Ayrıca öldürüleni tanımlamaya, IŞİD’in Türkiye örgütlenmesi ve bağlarını tanımlamaya ne hacet? Gerekçeli karara göre tüm bunlar gereksiz bilgiler.
Gerekçeli kararın beceri ve kıvraklığı, IŞİD’in Türkiye örgütlenmesini, katliamın organize edildiği Antep’deki ev ve depolardan ibaret görmek.
Hakkını yememek lazım, gerekçeli kararda kanıtların bir bölümü tek tek sıralanıyor. Eksik bu kanıtların neden karartıldığı kısmında ortaya çıkıyor. Buna ilişkin tek bir açıklama yok.
MOBESE görüntüleri, PTS ve trafik kayıtları delil olarak sayılmış.
Ama delil olarak dosyada yer alması gereken kayıtların bir kısmının neden karartıldığı, yol arama saatlerinin nasıl olup da katliamcıların geçişini kolaylaştıracak biçimde o gün değiştirildiği yok.
Gaziantep İl Emniyet Müdürlüğü’nün, MOBESE sisteminde kayıt ünitesinin kapasitesinin 30 gün ile sınırlı olduğundan görüntülerin gönderilemediği yanıtı var. Ama katliam günü avukatlar olarak sözlü, yazılı taleplerimize rağmen neden kayıtların hemen toplanmadığının yanıtı yok.
Katliamın en önemli (ölü) sanığının sürekli kullandığı aracın Antep merkezdeki kayıtları silindi. Bu konuda kararda hiçbir bilgi yok.
Katliamda kullanılan, plakası gizlenmemiş aynı aracın aynı yoldan Antep’e dönmesi, Antep’te herkesin bildiği açık adreslere aynı yollardan gidişi, bomba konulan depoları dolaşması biliniyor ama bunlara ilişkin de MOBESE kaydı yok. Ve neden kayıt olmadığı da kararda sorgulanmıyor.
Ülkenin göbeğinde katliam da olsa MOBESE kayıtları 30 günde silinecek, şart! Ama mahkeme, neden bunu tartışmıyor, o kısmı da karşımızda duruyor.
Sanıkların dava dosyalarından bahsediliyor ama UYAP sistemi üzerinden bir tuşla birkaç dakikada alınabilecek bu bilgilerin katliamdan neredeyse iki yıl sonra getirilebilmesi açıklanmıyor kararda. Firari sanıkların tespitinde ve yakalanmasında bu durumun etkili olup olmadığı da tartışılmıyor.
Katliamın planlandığı ikamette katliam öncesi eşya taşıyan Y1, Y2 ile katliam sonrası görünen Y17 den bahsediliyor ama yüzleri açık seçik olan bu kişiler için yüz tanıma sisteminin neden uygulanmadığı da kararda açıklanmıyor. Dahası teşhis için hiçbir çaba harcanmamasının nedenlerine hiç değinilmiyor.
Katliamın, hatta diğer IŞİD katliamlarının da en önemli üç sanığının, 10 Ekim’den sonra yapılan operasyonlarda ölü ele geçirilmesine bir soru işareti olsun düşülmüyor. Karar delil karartma ihtimalini akla bile getirmiyor, akla gelsin de istemiyor aslında.
Hemen hemen tamamının hakkında açılmış davalar bulunan, emniyetin istihbaratın takibi altında olan sanıkların Antep’de gizlenme gereği duymadan yaşantılarına devam etmelerine rağmen yakalanmamaları iddianamede olduğu gibi gerekçeli kararda da mesele edilmiyor.
Kararda “Yunus Durmaz, Halil İbrahim Durgun ve diğer sanıklardan ele geçirilen dijital materyallerden elde edilen belgeler incelendiğinde; 10/10/2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen terör saldırısı eylemini azmettiren, yardım eden ve iştirak eden herhangi bir kamu görevlisi olduğuna dair bilgi, belge ve delil elde edilememiş,..” deniliyordu. Buna karşılık, mahkeme, İçişleri Bakanlığı raporunu görmezden gelerek, bu rapora dayanak delillerin bulunduğu sekiz adet klasörü isteme gereği bile duymamasını da açıklamıyor.
Taleplere rağmen kritik kanıtların toplanması taleplerinin neden geri çevrildiğini açıklamıyor, dosyaya giren bazı kanıtları da görmezden geliyor.
Sanıklardan Burak Ormanoğlu ile Metin Akaltın’ın 14 Kasım 2015 tarihinde AVM önünde yakalanmasına ilişkin güvenlik kamerası kayıtlarının bulunamadığına yönelik yazının 22 Şubat 2018’de mahkemeye ulaşmış olmasını konu etmiyor.
Sanıkların örgütlenme ağlarına derinlemesine girmeye gerek görmeyen karar, Islah-Der ve Genç Ensar Derneği’nin katliamdan sonra kendisini feshetmiş olmasına sadece “bilgi notu” olarak değiniyor. Bu ve diğer derneklerin yöneticileri ve faaliyetlerine dair ek bir bilgiye gerek görmüyor.
Bomba patlamış, insanlar ölmüş, dernekler kapatılmış, araştırılacak ne var!
Gaziantep’deki dava dosyasına göre, Talha Güneş; Abdulmubtalip Demir, Gamze Demir ve Mehmet Demir’in üzerindeki dijital materyallerden IŞİD’le ilgili görüntüler, silahlarla çekilmiş fotoğraflar çıkıyor. İkametgahlarında yapılan aramalarda vahamet arz edecek miktarda 20 kg. ağırlığında TNT patlayıcı madde, 5 kg. ağırlığında TNT maddesi, metal parçalarla güçlendirilmiş canlı bomba yeleği, üç adet el bombası, bir adet el yapımı el bombası ve yedi adet canlı bomba yeleği bulunuyor. Ama mahkeme tüm ısrarlara rağmen sanık Resul Demir’in eşi olan Gamze Demir’in bu katliamla bağını araştırmıyor, ifadesine bile başvurmuyor ve bunu neden yapmadığını da gerekçeli kararında açıklamıyor.
Siyasi cinayet demekten kaçınan, insanlık suçu demekten kaçınan karar, görmeyi tercih etmedikleri ile hukuki değil politik bir metin olmaktan kurtulamıyor.
Gerekçeli karar, adaletin tecelli etmesi çabasının belgesi olmalıdır. Zarar görenlerde, ölenlerin yakınlarında bu hissi yaratmalıdır. Ancak gerekçeli karar, iki IŞİD mensubunun kendisini patlattığı bilgisinin ötesine geçen bilgilerin tümüne sırtını dönüyor, bu bilgilerin hiçbirine hukuki değer atfetmiyor.
IŞİD’i bu topraklarda besleyenler, destek verenler, teknik ve fiziki takibe rağmen suça karşı önlem almayanlar, işlem yapmayanlar, bilgi saklayanlar, bomba malzemesi ile yakalananları serbest bırakanlar, mitinge yönelik tehdide rağmen güvenlik önlemi almayanlar, yardım etmek yerine yaralılara gaz sıkanlar… Bunların hiçbiri mesele değil! Gerekçeli karar anlatıyor; bomba patladı, insanlar öldü, hepsi bu kadar!
*Avukat, 10 Ekim Davası Avukat Komisyonu