Belediye tipi başkanlık
Erdoğan ve Zeybekçi’nin olduğu fotoğraf, AKP İzmir İl binasındaki iki pankarta ait. Bu resimde dikkat çekici nokta resimlerin altında yazanlar. Zeybekçi’nin resminin altında “İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı”; Erdoğan’ın resminin altında ise “Türkiye Cumhurbaşkanı” yazıyor.
Doğan Emrah Zıraman*
Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olarak anayasadaki tarafsızlık ilkesine uyup uymaması başta olmak üzere yüzden görünen pek çok çelişki üzerinden yorumlar yapılabilir. Ancak meselenin yüzeydeki görünümlerine ve bunlar üzerine tartışmalara odaklanmak, enerji harcamak dip akıntının gözden kaçırılmasına neden olabiliyor. Bu nedenle Türkiye’nin henüz tam olarak tanımlanamamış “yeni” sistemine başka bir pencereden bir tanım önermeye çalışacağım.
Bugünlerde sönümlenmiş olsa da, Türkiye’de “başkanlık sistemi, cumhurbaşkanlığı sistemi” biçiminde adlandırılan anayasa değişikliğine dair pek çok tartışma yapıldı. Ancak yapılan tartışmaların ortak bir özelliği vardı. Her kim hangi taraftan yeni sistemi tanımlamaya çalışırsa çalışsın, sosyolojinin terminolojisini kullanacak olursak, olgu ile olay bir türlü uyuşturulamadı. Olgu ve olay arasındaki uyumsuzluk her zaman olabilen bir şeydir. Ancak başkanlık sistemine dair olgu ve olay uyumsuzluğu o kadar fazlaydı ki, özellikle savunucuları uyumsuzluğu gidermek için nice taklalar attılar.
Yapılan tartışmalar ortak noktası genel olarak şöyleydi: Parlamenter sistem terk ediliyordu. Bu konuda herkes hemfikir idi. Ancak esas sorun tam da “yeni sistem”in ne olduğu konusunda çıkıyordu. Bir tür başkanlık olarak düşünülen “yeni” sistem ne en gelişkin örneği olan ABD’ye ne de özellikle Afrika’da örnekleri bolca bulunan başkanlık modellerine benziyordu.
BELEDİYE TİPİ BAŞKANLIK
Kapitalizmle birlikte modern devlet iki ana yönetim ayağından meydana geldi: Merkezi yönetim ve yerel yönetim. Merkezi yönetim devletin sınırlarını, yerel yönetim ise dar bir bölgenin sınırlarını içerir. Merkezi yönetim hukuk, sağlık, eğitim, içişleri başta olmak üzere devletin tüm vatandaşlarını ilgilendiren kamusal hizmeti sağlarken, yerel yönetim sadece kendi sorumluluk sınırları içinde başta alt yapı hizmetleri olmak üzere merkezi yönetime göre çok daha sınırlı bir kamusal hizmet gerçekleştirir.
Elbette modern devlette yerel yönetimin nasıl var olacağının temel belirleyeni de merkezi yönetimdir. Marksizm ekseninde ifade edecek olursak; sınıf savaşımında egemen gücün örgütlü aracı olarak devlet, merkezi yönetim eliyle şekillenir. Daha doğrusu, sınıf savaşım aracı olan devlet, sınıf savaşımını yönetebilmek için merkezi olarak örgütlenmek zorundadır. Sermayenin zorunlu pazarı ulusal devletin sınırları içinde var olduğu için, hakim sınıfın egemenlik aracı olarak devlet mekanizmasının işleyişinde de merkezi düzey belirleyicidir. Bu bağlamda yerel yönetim (Türkiye’den örneklersek Fatsa-Ovacık deneyimleri, HDP’li belediyeler gibi) kısmi ve dönemsel olarak merkezi yönetime göre farklılıklar, sapmalar, kırılmalar ortaya çıkarsa bile yerel yönetim nihayetinde merkezi yönetimin sınıfsal ilişkilerine tabidir. Yine daha yakın zamandan ve daha güçlü bir örnek vermek isteyecek olursak Şengal, Kobane, genel olarak Rojava gibi “yerel yönetim” deneyimleri ancak merkezi yönetim boşluğunun oluştuğu süreçlerde ortaya çıkabilir. (*)
Merkezi ve yerel yönetimler, yapısal ve biçimsel olarak farklıdır. Merkezi yönetim parlamenter sistemden başkanlık sistemine kadar pek çok biçimde var olurken, yerel yönetimler temel olarak başkan ve meclis olarak ikili bir yapıya sahiptir.
En genel haliyle modern devletin merkezi yönetiminde cumhurbaşkanı, başbakan veya bakanlıklar aracılığı ile devleti yönetirken, yasama yetkisine sahip olan meclisler aracılığı ile kanun çıkarma, denetleme yapmak gibi görevleri vardır. Buna karşılık yerel yönetimde belediye başkanı kanunlarda tanımlanan işleri ve belediye meclisinin aldığı kararları yerine getirir. Elbette buraya kadar tariflenen durumlar genel durumları içerir. İstisnalar saklıdır.
Yerel yönetim anlamında belediye başkanının kendine has özerklikleri vardır. Bunun en başında yardımcılarını ve daire başkanlarını yani belediyenin yürütme gücünü belediye meclisine bağlı kalmadan belirlemesidir. Belediyenin yürütmesi belirlenirken belediye başkanı, belediye meclisinden onay almadığı gibi, değişiklikler yaptığında da meclise danışmak zorunda değildir.
Merkezi ve yerel yönetimlere dair yukarıdaki genel bilgilerin ışığında Türkiye’nin “yeni” merkezi yönetim sistemine baktığımızda, mevcut yerel yönetim biçimine ve sistemine benzerliği göz ardı edilemez niteliktedir. Bu bağlamda Türkiye’nin mevcut merkezi yönetim biçimi “belediye tip başkanlık” olarak adlandırılabilir. “Yeni Türkiye” “belediye tipi başkanlık” çerçevesinde ele alındığında, uzun bir süre uğraşıldığı halde bir türlü yapılamayan olgu ve olaylar arasındaki uyum da bir anda karşımıza çıkar. **
Cumhurbaşkanlığı seçiminin meclis seçiminden ayrılması (Türkiye’de belediye başkanı ve belediye meclisi için ayrı ayrı oy kullanılır); yürütmenin, yani bakanlar kurulunun, meclis dışından ve de meclis onayına gerek kalmadan cumhurbaşkanınca belirlenebilir olması (örneğin şu an Türkiye’de bakanların belirlenmesinden fonksiyonlarına kadar belediyelerdeki şube başkanına bire bir benzer durumda olması); mecliste çoğunluğu elinde bulunduranların önerdiği kanunlar dışında neredeyse kanun çıkartamaz hale gelmesi (bugün belediyelerde çoğunluk - ki genelde belediye başkanı ile aynı partiden olanlar- dışında belediye meclis kararının alınamaması); merkezi teşkilatın temel birimlerinde çalışanların neredeyse tek işi, cumhurbaşkanı, tarafından belirlenmesi (belediyelerde hangi memurun, işçinin nerede görev alacağının son kararı belediye başkanına ait olması) gibi benzerlikler kayda değerdir.
Yukarıdaki gibi somut benzerlikler dışında belediye tipi başkanlık modeline uygun sembolik göstergelerde vardır. Türkiye’de siyasi birim olarak il ve ilçelerde merkezi ve yerel yönetimi iki mekan vardır. Merkezi yönetimin mekanına “hükümet konağı”; yerel yönetimin mekanına “belediye sarayı” denir. Ancak Beştepe’de yapılan ve resmi adı “cumhurbaşkanlığı külliyesi” denmesine rağmen “Cumhurbaşkanlığı sarayı, AkSaray” olarak da tanımlanmaktadır.
SONUÇ NİYETİNE BİRKAÇ SAPTAMA
Türkiye’deki “yeni” sistemi anlayabilmek için “belediye tipi başkanlık” çerçevesi eğer nesneyi açıklayan, tanımlayan doğru bir çerçeve ise bu yeni biçimin sınıfsal temellerine dair bazı saptamaları yapmak durumundayız.
Şunu başa yazmak gerekir. Belediye tipi başkanlık modeli ne bir kişinin ne de bir partinin iradesi ile tercihen oluşmuş bir durumdur. Tersine, kapitalizmin -sadece Türkiye’de değil dünya ölçeğinde de- 2008 sonrası belirgin bir hal alan genel krizinin ortaya çıkardığı bir sonuçtur. Neoliberal birikim modelinin tıkanıp işlemez hale gelişi, sadece ekonomiyle sınırlı kalmayan genel bir sistem krizine evrilmiştir. Burjuvazinin egemenlik biçim ve yöntemlerindeki tıkanma da hem bu krizin bir sonucu hem de bileşenlerinden biridir. Bu koşullarda krizin yüklerini işçi sınıfı ve emekçilere ödetmenin yanı sıra hızla yayılıp militanlaşabilecek toplumsal muhalefet dinamiklerini sıkı denetim altında tutabilmek için gücün merkezileşmesi ihtiyacı gün geçtikçe artmaktadır. Bu nedenle kapitalizm, sadece Türkiye’de değil ABD’den Hindistan ve Filipinler’e kadar her coğrafyada siyasal anlamda “yeni” tipte sistemler, biçimler üretmek zorundadır. Ortaya çıkan “yeni”nin, burjuvazinin siyasal tarihinde bile biraz ona biraz buna benzerken, bütünsel olarak hiçbir şeye benzememesinin kapitalizm için özel bir önemi yoktur. “Yeni” her ne olursa olsun yeter ki kapitalizmin varlığını sürdürmesine olanak sağlasın.
Çok fazla örnek olmakla beraber bir kaçına değinmek yeterli olacaktır. HDP’ye atanan kayyumlara dair son günlerde ortaya çıkan bilgiler sermayenin el değiştirmesinde merkezileşmenin önemini göstermektedir. Kayyum belediyeler, atandıkları yerel yönetime ait olan taşınmaz malları merkezi devlete aktararak veya merkezi devletin yakınlarına aktarılmasına olanak sağlayarak sermayeye yeni alanlar açmakta veya merkezi yönetimin bünyesine katmaktadır. Bir başka taze örnek de tanzim satışlardır. Tanzim satışlar yerel yönetimin yerel pazardaki alternatiflerinden birisidir. Ancak mevsimlik sebzelerdeki krizi, göstermelik de olsa çözmek için, tanzim satışlar devlet aracılığı ile düzenlenir bir noktaya gelmiştir.
Konuya dair son örnek aslında “belediye tip başkanlık”ın en tipik göstergelerinden birisi olarak da ele alınabilir. OHAL öncesinden başlamış olmasına rağmen OHAL ve sonrasında her geçen gün artan, her türden muhalefete karşı yapılan yargılama, polisiye süreçler merkezi yönetimin burjuva anlamda dahi modern bir devletin adli ve kolluk gücü faaliyetlerinden daha çok, belediyenin zabıta işlevine uymaktadır.
Türkiye’nin son 40 yılını belirleyen, ancak son 15 yılda zincirlerinden boşalmış olan neoliberal politikalar, sermayenin merkezileşme eğilimine uygun olarak siyasetin de merkezileşmesi zorunluluğunu çözmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda “belediye tipi başkanlık” siyasi merkezileşmenin güncel çözümüdür. Çünkü parlamenter sistem sermayenin ihtiyaç duyduğu merkezileşmeye bir ayak bağıydı. Onun yerine konulacak bildik (çift meclisli veya denetleme gücü olan tek meclisli) başkanlık sistemleri de sermayenin talep ettiği merkezileşme zorunluluğunu karşılamıyordu. Belediye tipi başkanlık, en azından şu an için, sermayenin ve de siyasetin merkezileşme zorunluluğunu karşılayan bir model olarak var olabilmektedir. (*)
Belediye tipi başkanlık modelinin özellikle OHAL sürecinde, hem de daha tam başkanlık sistemine dahi geçmeden nasıl bir işlerlilik kazandığını hep birlikte gördük. Keza OHAL resmen bitmesine rağmen kanun çıkarılarak üç yıl daha geçerli olması, belediye tipi başkanlık modelinin nasıl bir merkezileşme ve toplumu denetleme olanağı sağladığına her gün şahit oluyoruz.
“Belediye tipi başkanlık” biçimi bu bağlamda kendine has yamalı bir bohça: Türkiye’de anayasa var ama fiilen olan biten anayasa uygun değil; kanunlar var ama kitapta yazılan değil fiilen uygulanan kanun; seçim var ama “atı alan Üsküdar’ı” geçecek kadar; patates, soğan, patlıcan var ama “varlık kuyruğu”nda. "Belediye tipi başkanlığın" ne olabileceğine dair en iyi formülasyonu yakın zamanda Berat Albayrak verdi aslında: “Herkes şunu çok iyi görüyor ki, şubat ocak’tan hakikaten çok daha iyi. Mart da şubattan daha iyi. Nisan marttan zaten çok iyi olacak.”
Başa dönerek bitirecek olursak; İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne başkan olmak için yarışan Zeybekçi’nin resminin yanında (ki pek çok il ve ilçede aynı durum söz konusu) partisinin genel başkanını olarak Erdoğan’ın resminin konulması bir çelişki, uyumsuzluk, tarafsızlığın ihlali vb. değil “belediye tipi başkanlık” sisteminin doğal sonucudur.
(*) Avrupa’da “komünist” hatta Troçkist belediyeler de bulunmaktadır. Anarşistlerin, belediye sınırları kadar olmasa da, “işgal bölgeleri” gibi alanlar da vardır. Bu tür “merkezi yönetim” dışınndaki en önemli “yerel yönetim” örneklerinden birisi Danimarka’nın başkenti Kopenhang’taki Christiania’dır. Christiania’nın “merkezi yönetim”den özerlik, özel vurgusu o kadar belirgindir, Christiania’ya girilen yerin üzerinde sadece “Christiania” yazarken, çıkış kısmında “You are now entring the EU” (Şu an AB’ye giriyorsunuz) yazar.
Ancak Christiania gibi bir bölge ne kadar kendisini AB’nin dışında tanımlarsa tanımlasın, özellikle vaka-ı adliye mevzu bahis olduğunda, Danimarka polisi, yani merkezi yönetim, çok seri ve de sert biçimde Christiania’ya girerek kendi varlığını hatırlatır sıklıkla.
(**) Cumhurbaşkanlığı ve TBMM’nin görev ve yetkileri ile belediye başkanı ve belediye meclisinin görev ve yetkilerinin karşılaştırılması “belediye tipi başkanlık” modelini anlamak için faydalı olabilir. Bunun için Anayasa’nın 87. Ve 104. maddeleri ile Belediye Kanunu’nun 18 ve 38. maddelerine bakılabilir
(***) Trump’un başkan olduğundan beri ABD’nin liberal demokrasi geleneğine (!!?) aykırı yaptığı pek çok atraksiyonlarını sadece Trump’un kişiliğine bağlayanlar ciddi bir hata içindeler. Çünkü ABD’nin dünyaya gerekirse silah zoruyla götürmeye çalıştığı engin demokrasisinin özellikle sermaye için nasıl ayak bağı olduğuna dair tartışmalar 90’ların sonundan itibaren yapılmaktadır. Trump bu bağlamda ABD devlet biçiminde radikal bir dönüşüm olmasa da sermayenin tam da aradığı bir başkan tipidir.
*Sosyolog