Dayanışmadan ne anlıyoruz?
Bugünü dünden farklı kılan piyasa aklı ile yönetilen sistemin artık ne devlete ne de kitlelerle uzlaşmaya ihtiyaç duyması. Böyle bir durumda dayanışma yalnızca bir örgütlenme biçimi ya da bir arada olma durumu değil, aynı zamanda bireysel olandan çıkıp toplumsala yönelen alternatif bir düşünme biçimi, bir dünya görüşü.
Aslıhan Aykaç Yanardağ*
Dayanışma kavramı, kapitalist sistemin krizi derinleştikçe ve devletin bu krizi karşılama becerisi giderek azaldıkça gündemde daha çok yer almaya başladı. Bazen bir ortak yaşam çağrısı, bazen müştereklere odaklanma çabası olarak karşımıza çıkan bu yaklaşım henüz yapısal bir boyuta ulaşmamış politik, ekonomik ve kültürel arayışların bir toplamı olarak görülebilir. Ancak ister politik bir örgütlenme süreci olarak düşünelim, ister alternatif bir ekonomik alan yaratma çabası olarak alalım, dayanışma kavramı toplumun farklı kesimleri için farklı motivasyonlara işaret ediyor, bunun sonucunda da farklı dayanışma mekanizmaları ya da modelleri ortaya çıkıyor. Bütün bu çeşitlilikten kapsamlı ve derinlikli bir toplumsal etki beklemek için neden dayanışmanın işlevsel olduğunu ve buna bağlı olarak nasıl bir dayanışmadan söz ettiğimizi netleştirmemiz lazım.
DÜNYADA VE TÜRKİYE'DE DAYANIŞMA FİKRİ
Dayanışma hareketleri özellikle sistem tarafından dışa itilen, politik alanda temsiliyet imkanı sınırlı olan ve ekonomik anlamda bölüşüm ilişkilerinden dışlanan kesimlerin örgütlenmesi sonucu ortaya çıktı. Her ne kadar son yirmi yılda dayanışma ilişkilerinin yaygınlaşmasından daha çok söz edilse de aslında 1980’de Polonya’da ortaya çıkan Solidarisnosc (Dayanışma) hareketini de 1984 yılında Brezilya’da ortaya Çıkan Movimento dos Trabalhadores Sem Terra, MST (Topraksızlar) hareketini de bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. 1994’ten günümüze varlığını sürdüren Ejército Zapatista de Liberación Nacional, EZLN Zapatista hareketi ise söz konusu dayanışma örneklerinin en popüler olanı. Örnekleri çoğaltmak mümkün; ancak bütün bu örneklerin ortak noktası formel yapılar ve kurumlar içinde kendine yer bulamayan, sesini duyuramayan ve görünmez olan kitleler tarafından başlatılmış olmaları.
Bu farklılıklardan bir sentez yapmak gerekirse, dünyanın farklı noktalarında ortaya çıkan bütün bu dayanışma ilişkilerinin doğrudan yereldeki toplumsal koşullardan beslendiğini söylemek mümkün. Her toplum kendi özgün politik yapısından ve ekonomik koşullarından kaynaklanan dayanışma ilişkileri yaratıyor. Gelişmiş ülkelerde dayanışma ilişkileri daha çok bir sosyal ekonomi veya sosyal dayanışma olarak işliyor, sistemle mücadele etmek ya da sistemi değiştirmek gibi hedefler yerine sistemin eksikliklerini tamamlamaya yönelik sivil girişimler söz konusu. Daha liberal düşünsel temellere dayalı bu örneklerde etik tüketim, sağlıklı yaşam ve çevreye yönelik sorumluluk gibi sisteme meydan okumayan ama sistemi iyileştirmeyi hedefleyen yaklaşımlar dikkat çekiyor. Oysa Küresel Güney olarak tanımlanan gelişmekte olan ülkelerde dayanışmanın amacı sistemde bir gedik açmak ve bu sayede dışlananlara daha geniş bir varoluş alanı yaratmak. Nitekim Brezilya’daki Topraksızlar da Meksika’daki Zapatistalar da sisteme güçlü bir biçimde meydan okuyorlar.
Türkiye’de dayanışma ilişkilerinin gelişimini biraz daha geç bir dönemde görüyoruz. Dayanışma ilişkilerinin ortaya çıkışını bir taraftan değişen politik ve ekonomik ilişkilerle açıklamak mümkün. Devletin giderek otoriterleşmesi, toplumun aydın ve muhalif kesimini hedef alması ve temel demokratik hakların baskılanması dayanışma için politik bir motivasyon yaratırken, makroekonomik göstergelerdeki radikal bozulma, gelir dağılımında giderek artan kutuplaşma insanları yeni arayışlara yöneltti. Yapısal koşulların dışında toplumun belli kesimlerinin özgün koşullara ve buna bağlı bir sosyal dışlanmaya maruz kalması bu kesimleri kendi çarelerini aramaya itiyor. Burada en önemli kırılgan grupların, genç işsizlerin, kadınların, göçmenlerin durumu özellikle dikkat çekiyor.
POLİTİK BİR ALTERNATİF OLARAK DAYANIŞMA
Politik gerekçelerle ortaya çıkan dayanışma mekanizmalarında öne çıkan en önemli unsur bu hareketlerin çıkar odaklı değil, hak temelli olmasıdır. Vatandaşlık statüsünden kaynaklanan sivil ve siyasi hakların iktidar tarafından baskılanması, kamusal alanda ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, özellikle muhalif görüşlerin dile getirilmesine yönelik tehditler dayanışma ilişkilerinin politik gerekçelerini oluşturuyor. Özellikle metropollerde değişen yaşam koşulları yerel yönetimlere dönük bir kent hakkı mücadelesi kent merkezlerinde dayanışmanın artarak işlerlik kazanmasına yol açıyor. İzmir’de Kültürpark Platformu, Ankara’da 100. Yıl İnisiyatifi, İstanbul’da İstanbul Kent Savunması kentteki politik mücadele için örnek teşkil ediyor. Bu tür dayanışmalar vakıf, dernek veya parti gibi formel yapılar biçiminde örgütlenmek zorunda değil, bu esnekliğin katılımcılık açısından faydası olduğu kadar süreklilik açısından da başka tür sakıncaları var. Öte yandan, bir platform örgütlenmesinde farklı örgütlerin işbirliği içinde mobilize olduklarını görmek de mümkün. Taksim Dayanışması bünyesinde farklı formel örgütleri barından ve çok yönlü bir temsile imkan tanıyan bir örnek sayılabilir.
Politik gerekçelere dayalı dayanışmalar kentle sınırlı değil. Barış Akademisyenleri ve muhalif görüşlerinden ötürü KHK ile ihraç edilen diğer akademisyenler Türkiye’nin çeşitli illerinde Dayanışma Akademileri kurarak hem ders verdiler, hem akademik üretimi sürdürdüler. Bu anlamda formel yapılar dışında da bilimsel işlevlerini sürdürerek politik baskıya karşı sistemde bir gedik açmayı başardılar. Benzer bir biçimde Türkiye’de siyasi ve hukuki olarak statüleri belirsiz olan yaklaşık dört milyon Suriyeli de farklı dayanışma ağlarının bir parçası oldular. Buradaki dayanışma mekanizmaları içinde göçmenlerin kendi çabaları dışında resmi kurumlardan sivil toplum örgütlerine, uluslararası örgütlerden yerel girişimlere farklı aktörlerin katılımından söz etmek mümkün.
Politik gerekçelere dayalı dayanışma mekanizmaları basitçe toplumsal hareketler olarak nitelemek doğru olmaz. Bunun en önemli nedeni toplumsal hareketlerin içindeki grupların belli bir çıkara yönelik olarak örgütlenmesi, bir araya gelen aktörlerin belli stratejileri kullanarak taleplerinin karşılanmasını bekleyen ve sıklıkla formel, yani kalıcı, yazılı kurallara dayalı örgütlü yapılar olmasıdır. Toplumsal hareketlerin ortaya çıkması demokratik hakların ve bunların kullanılacağı bir kamusal alanın varlığına bağlıdır. Oysa burada sözü edilen dayanışma hareketleri tam da bu nedenle, kamusal alandaki imkansızlıklar ve demokratik hakların askıya alınması nedeniyle ortaya çıkıyorlar. Bu hareketler bir çıkar için değil bir hak için mücadele veriyorlar. Dolayısıyla devletin ve iktidarın her türlü alternatif görüşü baskıladığı bir anda sistemde bir gedik açmayı hedefliyorlar.
HOMO ECONOMICUS'TAN HOMO SOLIDARITUS'A
Ekonomik gerekçelere dayalı olarak ortaya çıkan dayanışma ilişkileri toplumda daha fazla görünürlük kazanıyor. Bu tür dayanışmaların ortaya çıkmasında belirleyici olan iki temel sistemik sorun var. Bunlardan biri neoliberal piyasa ekonomisinin ortaya çıkışındaki vaatlerin aksine eşitsizliği artırması, yalnızca yoksulluğa değil aynı zamanda gelir kutuplaşmasına yol açması, işsizliğin yanı sıra eksik istihdam, güvencesiz çalışma gibi sorunların sistemin yapısal özellikleri haline gelmesi. Diğer bir sorun ise normal şartlarda kapitalist sistemin gediklerini kapatan ve sınıflar arası uzlaşıyı yürütmekle sorumlu olan kapitalist devletin artık bu sosyal işlevlerini yerine getirmemesi. Bu şartlar altında kaderine terk edilen vasıfsızlar, kırsalda yaşayan ve çalışanlar, işgücü piyasasının kırılganları kadınlar, gençler ve göçmenler kısacası en alttakiler sisteme dahil olmak için çabalamak yerine hayatta kalmanın yollarını arıyorlar.
Ekonomik gerekçelerle ortaya çıkan dayanışma türleri içinde en yaygın olanları kooperatifler; burada hem kooperatiflerin tarihsel olarak en eski dayanışma örneği olması hem de katılımcılığı, gönüllülüğü ve eşitliği vurgulayan yapısı belirleyici oluyor. Ekonominin en kırılganları arasında yer alan kırsal kesim, kadınlar ve küçük üreticiler kooperatifleşmeyi bir ekonomik varoluş biçimi olarak benimsiyor ve sürdürmeye çalışıyor. Ankara’da Kozadan İpeğe Kadın Kooperatifi, İzmir’de Bayındır Çiçek Kooperatifi, Seferihisar’ın Seferipazarı ve daha birçok üretici ve tüketici kooperatifi örnek olarak sayılabilir. Ancak bunun dışında, tüketici toplulukları, takas ya da ikinci el pazarları, gıda toplulukları da giderek yaygınlaşan ve görünürlük kazanan örnekler. Özellikle kır-kent arasındaki kopuş göz önüne alındığında topluluk temelli tarım pratikleri, ekolojik çiftlikler, örneğin Buğday Derneği’nin geliştirdiği Tatuta (Tarım, Turizm, Takas) gibi katılımcılığı ve görüş alışverişini destekleyen pratikler de dayanışma ilişkilerinin daha az bilinen örneklerini teşkil ediyor.
BUGÜN NEDEN DÜNDEN FARKLI?
Neoliberal piyasa ekonomisinin vardığı metalaşma düzeyi ve devletin toplumsal işlevlerindeki erozyon, bir başka deyişle piyasa ve devlet arasındaki uzlaşının ortadan kalkması sözü edilen kırılgan kesimlerin sistem içinde barınmasına imkân tanımıyor. Bugün kapitalizm devlete ve devletin sınıflar arasında sağlayacağı görece uzlaşıya ihtiyaç duymadan varlığını sürdürüyor. Bu şartlar altında sistemin dışına itilen, sözde “marjinal” ama aslında tam da hayatın içinde ve merkezinde yer alan kitleler kendilerine sistemin dışında bir varoluş alanı yaratmaya çalışıyor. Bugünü dünden farklı kılan piyasa aklı ile yönetilen sistemin artık ne devlete ne de kitlelerle uzlaşmaya ihtiyaç duyması. Böyle bir durumda dayanışma yalnızca bir örgütlenme biçimi ya da bir arada olma durumu değil, aynı zamanda bireysel olandan çıkıp toplumsala yönelen alternatif bir düşünme biçimi, bir dünya görüşü. Mevcut krizin derinleşme beklentisi göz önüne alındığında böyle bir dünya görüşüne giderek daha fazla ihtiyaç duyulacak.
*Prof, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü