Kaç ton çimento bir kriz eder?
Sermaye içerisinde çıkan krizlerin betonlaşma ile ötelenmesi son yirmi yıldır hep başvurulan yöntem olmuştur. Fakat biliniyor ki, bu çözüm yöntemi geçicidir ve daha büyük sorunlara gebedir. Türkiye’de son yıllarda duraklama dönemi yaşayan inşaat faaliyetleri, bir yöntem olarak görülen betonlaşmanın yavaşlaması anlamına gelmektedir.
Halil Ecer*
Kentler kendi içerisinde sahip olduğu kompleks yapılarıyla daima sermaye krizlerinin kaçış mekanları olmuştur. Bu kompleks yapılarının sebebi hiç şüphesiz sermaye tarafından oluşturulmalarından ileri gelmektedir. Sermayenin, yapılı çevre ile krize geçici çözümler bulma hamleleri kenti sürekli şekillendirmektedir. Kentler şekillenirken demir ve betonun kullanılması çoğu mecrada eleştirilmiştir ve eleştiriliyordur. Bu, tüm dünyada var olan problemdir. Önemli olan kontrol edilebilir olmasıdır ve bu bakımdan gelecek için hayati önem taşımaktadır. Dünyada beton kullanımı irdelendiğinde ABD’de 1900-99 yılları arasında 4 milyar 405 milyon ton çimento tüketilmiştir (1). Kentleşme ve nüfus yoğunluk oranı göz önünde bulundurulup değerlendirildiğinde Çin de 1900-99 yılları arasında oransal olarak benzer eğilim göstermiştir. Fakat 2011-2013 yılları arasında 6 milyar 651 milyon ton çimento tüketmiştir.
Türkiye'de 1950'lere kadar sayıları dönemsel bazda üç ile beş arasında değişen çimento fabrikaları, yine 1950'li ve 1960'lı yıllarda dönemsel bazda 15 ile 18 arasında değişmiştir. 2016’ya gelindiğinde bu sayı 70’e ulaşmıştır. Günümüzde yıllık üretim bazında 77 milyon ton üretim ile Çin, ABD ve Hindistan’dan sonra dünyada en çok çimento üreten ikinci ülke konumundadır (2). Çin’in 2011-13 arası yıllarını saymazsak buraya kadar her şey normal görünüyor. Şimdi beton ile kriz arasındaki bağlantı üzerinde durmak gerekecektir. Çin'de 2008 yılında yaşanan yoğun ekonomik kriz, istatistiklerin gösterdiği gibi 2011 yılında başlayan müthiş bir betonlaşma ile atlatılmaya çalışılmıştır. 2008 krizinde ortaya çıkan milyonlarca işsizi ya bir yerlerde istihdam edeceklerdi ya da gerek ekonomik anlamda gerek toplumsal anlamda çökeceklerdi. Nitekim Çin istihdam etmeyi başardı ve bunu yapısal çevreye yaptığı yatırımlarla başardı. Yeni istihdam alanı, yeni yatırım alanı, yeni sermaye akışı gerçekleştirildi. Çin var olan krizi geçici çözümlerle öteledi fakat bütün ülkeler bunu yapamayacaktır. Sermaye içerisinde çıkan krizlerin betonlaşma ile ötelenmesi son yirmi yıldır hep başvurulan yöntem olmuştur. Fakat biliniyor ki, bu çözüm yöntemi geçicidir ve daha büyük sorunlara gebedir. Türkiye’de son yıllarda duraklama dönemi yaşayan inşaat faaliyetleri, bir yöntem olarak görülen betonlaşmanın yavaşlaması anlamına gelmektedir. Peki, bu durum bize ne demek istiyor? Bu durum, 2008-2012'deki küresel krizin ötelenmesinin sonuna geldiğimizin göstergesidir. Kapitalizmin krizleri öteleme kıvraklığı Türkiye’nin politikaları ile örtüşmediğinin göstergesidir. Krizlerin esas kaynağının belirlenmemesi bazen kapitalizmin çelişkilerinden biri olarak başarısızlık gösterebilmektedir. İşsizliğin artması, enflasyonun yükselmesi ve az olan üretimin daha da azalması, ürken sermayenin kaçtığı anlamına gelmektedir. Ürken sermayenin tekrar kentsel yaşama akışı sağlanmadan bu tür krizlerden sıyrılmak mümkün olmayacaktır. Krizler hep var olacak; mühim olan en geç tarihe ertelenmesini sağlamaktadır. Kriz, kapitalizmi var eden şeydir. Krizlerle beraber yaşama eğilimi göstermek zorundayız. Bunun sebebi daha önce yaşanan krizlere kalıcı çözümler bulmak yerine sadece krizleri öteleyerek bulunduğumuz zamanı kurtarmak istememizdir.
Yani, ülkece içerisinde bulunduğumuz bu dalgalanma 2016 yılına kadar kullandığımız çimento miktarı ile paralellik göstermektedir. Kullanılan her ton çimento öncesinde yaşanılan krizin ötelenme kaygısı güdülmüştür. Bunun yanı sıra betonlaşmada kullanılan emeğin serbest kalması muhtemelen krizi derinleştirecektir. Tabii eğer emek başka bir kanala yönlendirilmezse. Bu emekten kasıt, inşa faaliyetlerinde yer alan işçilerin işsiz kalmasıdır. Krizlerin toplumsal yansıması işsiz kitlelerin sayısı ile doğru orantılıdır. Krizden etkilenen bir ülkede, krizi öteleme yöntemleri içerisinde rol alan işçilerin işsiz kalması, krizden kurtulmayı zorlaştırmaktadır. Bunun bir diğer yansıması toplumsal huzursuzluğun şekillendirdiği yönetsel otoritelerde ortaya çıkmaktadır. Huzursuz toplum, yönetenlerin her türlü hamlesine karşı agresif hareketler sergileyerek ‘taraf’ oluşturmaktadır. Bu yüzdendir ki, en sert derin toplumsal karşıtlıklar ve toplumsal bölünmeler, uzun yıllar boyunca krizlerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak krizlerin çıkış noktası olan kentler aynı zamanda krizden kurtulma alanları olarak da çelişkili mekânlardır. Kent içerisinde yaşayan kitleler bu çelişki içerisinde var olmak için bazı değerlerini yok etmek zorunda kalmıştır-kalacaktır-. Kriz tarafından üretilen bir toplumsal yapı sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda sürekli tedirgin olacak ve bu tedirginlik, gelecek hakkında sürekli bir umutsuzluk yaratıp toplumu ideal toplum kavramından uzaklaştıracaktır.
*Yazar/Mekan-toplum uzmanı