Sandıkları bırakmayın: Minör siyasetin zaferi
Bu seçim, egemen siyasetin ve seçimin dilini benimsemeyen, ona aşina ama yabancı olanların, mecburen ve mecburiyetten kendilerini bu yabancı oldukları dilde ifade etmelerine tanıklık etmiş ve birbirine benzemeyen ve birbiriyle özdeşleşmeyen bu kolektivitelerin kendilerini etki yaratacak bir biçimde bir sayısal toplam olarak göstermelerine imkan sağlamıştır.
Nazan Üstündağ
2019 yerel seçimlerinde cumhur (AKP-MHP) ittifakı bir kez daha oyların aşağı yukarı yüzde 52’sini, yani çoğunluğunu aldı. Cumhur ittifakının büyük ortağı AKP, 30 büyükşehir belediyesinin 15'ini, 51 ilin ise 24’ünü kazandı. En yakın rakibi CHP, 11 büyükşehir ve 10 ilde oyların çoğunluğunu elde ederek AKP’nin kazandığının ancak yarısı kadar ilde başarılı olabildi. Bir evvelki seçimlerle karşılaştırılınca ittifakın kaybettiği oy yüzde 2 civarı. İlk bakışta dünyayı oynatacak bir durum yok yani ortada.
İkinci bakışta ise bu seçimde AKP siyasi hayatının en büyük darbesini aldı. (#yüzünevururyenilgin)
7 Haziran’dan beri düşe kalka, emek ve göz yaşı ile, sabır ve umutla, kimi zaman neşe kimi zaman büyük bir korkuyla sürdürülen muhalefet mücadelesi ilk kez tedirgince de olsa; utangaç ama kararlı, üstelik bu sefer biraz da dersini almış olarak şımarmadan -ve böylelikle ortada CHP’lilere ya da herhangi başka bir partiye ait bir zafer olmadığını teyit edercesine- mütevazice gülümsedi.
Bunun “sonun başlangıcı” olduğu, “sokağın sağduyusunun AKP’ye dur dediği,” “halkın kutuplaştırma ve hakaret dilinden bıktığı,” “Erdoğan’ın beka ve düşmanlaştırma siyasetinin iflas ettiği, “tek adamlığın artık AKP içinde dahi taraftar bulamadığı” söylenecektir.
AKP’nin yenilgisinin ekonomi ve dış politikanın gidişatının faturası olduğu, zaferin Kürtlere, emekçilere ve kadınlara ait olduğu, demokrasi için birliğin sandıkta gerçekleştiği iddia edilecektir.
Sayılar enine boyuna tartışılacak, ilçe bazında incelenecek, çarpılacak, toplanacak, bölünecek, diğer seçimlerle defalarca ve biçim biçim karşılaştırarak, kimlerin “oy davranışlarının” değiştiği saptanacak ve bunun sebepleri üzerine fikirler ortaya atılacaktır.
Bu türden açıklamalar inanılmaz önem taşımaktadır çünkü muhalefet edenlere, bundan sonra ne şekilde muhalefet etmeleri gerektiği konusunda bir çerçeve sunarlar. Hele şu anda her zamankinden önemlidir. İstanbul ve Ankara başta olmak üzere el değiştirmiş olan belediyeleri hali hazırda büyük bir mücadele bekliyor. Üstüne bir de tüm bu analizlerin kurduğu çerçeveler ve öngörüler binince, kamuoyu bu sefer çok kısa zamanda, başarısızlıktan ve şansı iyi kullanamamaktan bahsetmeye başlayabilir.
Oysa gerçekte yukarıda saydığım açıklamaların hiçbiri açıklayıcı değildir. Bir kere bu seçimde halk, sokak ya da emekçiler bir mesaj vermedi. Türkiye’de şu anda zaten halk, emekçiler ya da sokak denebilecek fonksiyonel bir kategori de yok.
Üstelik AKP’nin popülist siyasetinde, sözle, eylemle, sosyal politikayla, rant paylaşarak ve millet diye seslenerek biçimlendirdiği ve harekete geçirdiği ve birbirleri ile sıkı bir özdeşlik kuran kitlenin neredeyse hiç fire vermediği ve cumhur ittifakının dışına kaymadığı da ortada. Muhalefet partileri tarafından bu milletin karşısına çıkartılmış -örneğin Ecevit’in 70’lerdeki meşhur zaferinde olduğu gibi- bir başka özdeşleştirici ve harekete geçirici hareket de yok.
Kimi zaman muhalif partiler “demokratik kitleler” adı altında böyle bir topluluk yaratmaya ve onları mobilize etmeye çalıştılar. Ancak şu an itibarıyla böyle bir grup kurulmuş değil Türkiye’de. Tam tersine, bunun bir türlü kurulamadığı defalarca boşa çıkan denemelerle ortaya çıktı. Adalet yürüyüşleri, demokratik güç birlikleri, cumhur ittifakı ya da başkaları hiçbir zaman AKP’ye muhalefet onlarca farklı grubu bir araya getirip de bir isim, bir çatı, bir ortak amaç, bir plan içerisinde birleştirip, sonra da bunlara yenilerini katarak çoğunluk olamadı. Olamaz da. Hele hele sürekli yeni emek biçimleri, yeni ezilmişlikler ve kimliklerin ortaya çıktığı bu şartlarda…
Mesela AKP küresel sermaye ve Avrupa devletleri tarafından dışlanmış falan değil. Tam tersine. Dış politikası ya da ekonomisinin durumu bu aktörleri etkilemiyor. AKP’nin millet olmaya sıkı sıkı bağlanmış oy tabanı da aynı Avrupa gibi, AKP ile ilgili tavırlarını kem gözlere şiş bir şikayetten öteye götürmüyor. Türkiye’nin çoğunluğunun, hâlâ AKP’nin kapısını tuttuğu rant, birikim ve bölüşüm ilişkilerinin içinde olmayı -ki burada sadece parasal değil tüm değerler açısından söylüyorum- demokrasiye yeğ tuttuğu açık. AKP, MHP ile cumhur ittifakını kurarak ve HDP gibi muhafazakâr ve sol taban arasında geçişlilik sağlayabilen tek partiyi marjinalleştirerek, kendinden şikayet edenlerin “davranışlarının” da varabileceği tüm radikallikleri kontrol altına aldı.
Tekrar etmekte fayda var: Nitekim cumhur ittifakı olarak bakıldığında, oylarda çok bir düşüş yok.
Her şiiri, her şarkısı, her filmi, her ürettiği kültür değeri memleket sevgisi kokan sol taraflı bizler elbette “sokağın dur” dediğine, bu kutuplaştırma siyasetinin gayri yeter olduğuna inanmak istiyoruz. Aramızın hem yoksullukla, hem dindarlıkla, hem farklılıklarla düzelerek bir bütün olacağımıza; beraberce türküler söyleyeceğimize ve çelişkilerimizi empati, vicdan ve sevgi ile aşacağımıza kanmak istiyoruz. Sokak dur desin, sokağın sezgisi ve vicdanı olsun biz istiyoruz. Halk kutuplaştırmak istemesin istiyoruz. Böylelikle devrimcilikten “solculuğa” aceleyle kaçıyoruz.
Ortada öyle bir durum yok oysa ki. Küresel alanda süren savaş, Türkiye bağlamında sadece AKP ile değil milletle de devam ediyor.
Bana göre 31 Mart 2019 için tek bir açıklama var: Bu seçimi minor siyaset kazandı.
Minör siyaseti, minor edebiyat kavramından ilhamla söylüyorum. Minör edebiyat azınlıkta olanların, evde hissetmedikleri, aşina ama yabancı bir dilde, kendilerini beraberce ve siyasi olarak ifade ettikleri yazı biçimidir. Bu seçim, egemen siyasetin ve seçimin dilini benimsemeyen, ona aşina ama yabancı olanların, mecburen ve mecburiyetten kendilerini bu yabancı oldukları dilde ifade etmelerine tanıklık etmiş ve birbirine benzemeyen ve birbiriyle özdeşleşmeyen bu kolektivitelerin kendilerini etki yaratacak bir biçimde bir sayısal toplam olarak göstermelerine imkan sağlamıştır.
Seçimin zafer kazananlarını sıralayalım:
- Giresun’un Eynesil ilçesinde yaşayan 12 yaşındaki Rabia Naz Vatan’ın şüpheli ölümü intihara bağlanmaya çalışılıyor. Ancak babası Rabia’nın AKP belediye başkanının yeğeni tarafından araba ile çarpılarak öldürüldüğünden şüphe ediyor ve onun mücadelesi sonucu önce kadınlar öncülüğünde bir miting yapılıyor. Sonra baba gözaltına alınıyor ve tehdit ediliyor. Rastlantı (?) o ki Rabia Naz 33 yaşında kanserden ölen Laz sanatçı Kazım Koyuncu hakkında yazılan ve geliri, Gezi isyanları sırasında Eskişehir’de polis ve esnaf tarafında döve döve öldürülen Ali İsmail Korkmaz adına kurulan vakfa armağan edilen kitabı, ilk imzalatan kişidir. İşte bu seçimde, AKP’nin her seçimi kazandığı Eynesil ilçesinde, bu kez CHP kazanıyor.
- Urfa’nın Kobani sınırındaki ve 2015 yılında 34 kişinin ölümü ile sonuçlanan bombalı intihar saldırısına sahne olan Suruç ilçesinde ise belediye başkanlığını,10 Ekim Ankara katliamında kızını yitiren Hatice Çevik kazanıyor.
- Bilecik’in Pazaryeri ilçesinde AKP’li başkan, özel kalem müdürü Zekiye Tekin’e mobbing uyguluyor. Tekin’in görev yeri değiştiriliyor ve yerine AKP’li belediye meclisi üyesi Ömer Arık’ın kızı getiriliyor. Zekiye Tekin yerel seçimlere bağımsız aday olarak giriyorve belediye başkanı Muzaffer Yalçın’ı yüzde15 farkla geçerek Pazaryeri belediye başkanı oluyor.
- AKP’nin ve MHP’nin mutlak egemenliğini kurduğu Bartın’ın Amasra ilçesinde termik santrallere karşı mücadele eden Recai Çakır ve Rize’nin Fındıklı ilçesinde HES’e karşı muhalefet eden Ercüment Şahin Çervatoğlu seçimi kazanırken, AKP ekolojik mücadelenin merkezlerinden biri olan Artvin’in hiç bir yerinde varlık gösteremiyor.
Minör siyasetin belki de en belirginleştiği olay elbette ki HDP’lilerin Kürdistan dışında oylarını cumhur ittifakına karşı en güçlü adaya vererek CHP’ye kazandırdıkları büyükşehir belediyeleridir. HDP seçmeni -çoğunluk Kürtler- bir çıkarları olmadığını bilmelerine rağmen, azınlık bir yerden çoğunluk dilini belirlemeye soyundular bu seçim ve egemenin kaderini, tavrını, hissini, duyusunu belirlediler.¹
HDP’nin eş başkanlık sistemi 8 ilde kadın başkan olmasını sağlarken, geriye kalan 73 ilin ancak ikisinde kadın başkan var. Seçim belki de en çok kadınlara yabancı. En çok kadınları azınlıklaştırıyor. Ancak bu seçim kadınlar yüksek siyasetten uzaklaştırılırken, kendilerini muhtarlık seçimlerinde ifade ettiler. Sivas’tan İstanbul’a, Karadeniz’e kadar kadın hak savunucuları ve feministler muhtar seçimlerini kazanarak (erkeklerin uğruna birbirlerini öldürdükleri) bu alanı minör bir siyaset alanına çeviriyorlar.
Kürtler ve CHP’liler, Suruç ve Eynesil ve Bartın ve Artvin ve Zekiye Tekin ve kadın muhtarlar aynı anda sevindiler dün. Özdeşleşemez, aynı çatıda buluşamaz önceliklerini ortaklaştıramazlar belki.
Kürtlerin emeği siyaset dilinde teşekkür ya da alkış almayacak. Ne de Eynesil, Kırşehir, Bartın ya da Türkiye’nin Avcılar’daki ilk engelli belediye başkanı tarihe yazılacak.
Önemli değil. Bu seçim müzakerenin, görüş ve sahne altı ittifakların, minor siyasetlerin, gerçekçi güvensizliklerin, sabırlı neşelerin, kötümser ama umutlu gönüllerin. Korkunç bir emeğin, sükunetin. Müşahitlerin, sandıkları koruyanların.
Bundan siyasetçilere ne ders çıkar ona da geleceğiz daha. Bugünlük bu kadar.
Bitirirken son not:
AKP belki unuttu. Biz unutmadık. AKP’nin Milli Görüş Hareketi’ni ulusallaştırarak iktidara getirmesini sağlayan mihenk taşları 1999 yılında yaşanan olaylarla yerine oturdu. 1999 yılı, Abdullah Öcalan’ın “ele geçirilmesi” ile birlikte Kürtlerin başlattığı eylemlerin depreme denk gelmesiyle ve sonrasında kriz ile pekişmesiyle birlikte bir devri kapattı. O zamandan Türk’ün aklına yazılan ve hiç çıkmayan bir esnafın yazar kasası, bir de o kapkaranlık “kimse yok mu?” seslenişidir. Peki “sandıkları koruyalım” ne yana, “heval su, su” ne yana düşer usta?
¹ Seçimin Kürdistan sonuçları bu yazının doğrudan konusu değildir çünkü seçim orada bambaşka bir izlekte ve bir halkın varlık mücadelesi bağlamında gerçekleşti.