Bahar 25 yıllık aradan sonra Tarsus’a da geldi mi?
Tarsus seçiminin sonuçlarını önemli yapan, basitçe belediyeyi yönetecek partinin değişmesi değil. Bu değişimin yarattığı umut ve beklentiler basitçe bir belediyeyi CHP’nin kazanmış olmasından çok daha yüksek. Bu değişiklikten umulan; 4 bin yıllık medeniyet merkezi Tarsus’un 25 yıllık “uzun” aradan sonra tekrardan ‘şehir’ hüviyetine bürünmesi, kadim kültürlerin canlı, modern ve kozmopolit yurdu haline gelmesidir.
Mustafa Şener*
Bu seçimde herkes İstanbul ve Ankara için nefeslerini tutmuştu ama sonucunu en az onlar kadar merak ettiğim bir yer daha vardı: Tarsus; memleketim, doğduğum, büyüdüğüm kent. Kolay değil tam 25 yıldır MHP yönetimindeydi ve bu kez Kürtlerin de desteğiyle bunun değişmesi ihtimali vardı.
Tarsus 12 Eylül öncesinde solcu, devrimci bir şehir olarak öne çıkmış. Benim yaşım henüz küçüktü, orta bire gidiyordum, net bir şeyler hatırlamıyorum. Sadece bazı günler “boykot var” denilerek ‘abiler’ tarafından Cengiz Topel Lisesi’nin kapısından geri çevrildiğimizi anımsıyorum. C. T. Lisesi’nde ortaokul ile lise bir aradaydı o zamanlar ve bizden yaşça hayli büyük abi ve ablalarla bir arada okuyorduk. Bir de sonradan korsan gösteri diye adlandırıldığını öğrendiğim ve ancak uzaktan birkaç defa rast geldiğim bazı ‘olaylar’… Bu kadar az şey hatırlamamda yaşımın küçük olması kadar, geleneksel olarak muhafazakâr (Sunni-Türk) bir ailede büyümüş olmamın da önemli payı var kuşkusuz.
Bu nedenle 12 Eylül darbesini öğrenen büyüklerin konuşmalarından önemli bir şeyin olduğunu hissetmiş ama pek de anlayamamıştım darbenin ne demek olduğunu. Lakin mahalledeki kadınların bazen bir araya geldiklerinde o zaman gözaltı merkezi olarak kullanıldığını gene sonradan öğrendiğim Borsa binasında gençlere kötü şeyler yapıldığını fısıldaştıklarını hatırlıyorum. Bunu konuşurken hissedilen derin korkuyu da fark edebiliyordum. Tabii en önemlisi, tam o sırada aynı zamanda komşumuz da olan, en sevdiğim okul arkadaşımın amansız bir hastalığa tutulması ve günden güne erimesiydi. Doğru dürüst teşhis de konulamamıştı galiba bu hastalığa ama gene kadınların fısıldaşmalarından anladığım kadarıyla hastalığa canım arkadaşımın duyduğu büyük bir korku neden olmuştu. Kimse tam olarak ne olduğunu bilmiyordu, acaba bir gün o korsan gösterilerin birinin arasında kalmış da ondan mı korkmuştu? Bizim mahalle de solcuların kurtarılmış bölgelerinden birisiymiş ya hani…
Tabii güzel şeyler de vardı 12 Eylül öncesinden hatırladığım, bunların en başında şehirdeki çok sayıda sinema salonu geliyordu. Henüz ilkokula başladığım yıllarda yaşça biraz büyük mahalleli arkadaşlarla gizlice gittiğimiz bu salonlarda sinemanın büyüsüne kapılmıştım. Hele de yazlık sinemalar yok muydu, açık havada film izlemenin tadına doyum olmuyordu. Hele bir de bilet parasından azıcık artırabilmiş ve birer de gazoz alabilmişsek…
Neyse, hikaye uzun… Gelelim bunların yeni yapılan yerel seçimlerle ilgisine.
31 MART’TA TARSUS’TA NE OLDU?
31 Mart 2019’da yapılan yerel seçimlerde tıpkı İstanbul ve Ankara gibi Tarsus’ta da 25 yıllık yerel iktidar değişti. 1994’ten beri Tarsus’u yöneten MHP (Cumhur İttifakı) bu seçimi kaybetti ve aday çıkarmayan HDP’nin de desteğini alan CHP, belediye başkanlığı seçimini kazandı. Tarsus’ta Millet İttifakı kurulmamış ve İYİP seçime kendi adayıyla katılmıştı. Bu öngörülmüş bir sonuç muydu bilmiyorum ama bu partinin Millet İttifakı'na girmeyip de seçime direkt katılarak MHP oylarını bölmesi açık ki belediyenin el değiştirmesini kolaylaştırmış…
Fakat Tarsus seçiminin sonuçlarını önemli yapan şey basitçe belediyeyi yönetecek olan partinin değişmesi değil. Bu değişikliğin anlamı çok daha büyük ve derin, en azından bu değişimin yarattığı umut ve beklentiler basitçe bir belediyeyi CHP’nin kazanmış olmasından çok daha yüksek. En özlü ve kısa şekilde ifade etmeye çalışırsak bu değişiklikten umulan; 4 bin yıllık medeniyet merkezi Tarsus’un 25 yıllık “uzun” aradan sonra tekrardan ‘şehir’ hüviyetine bürünmesi, kadim kültürlerin canlı, modern ve kozmopolit yurdu haline gelmesidir.
12 EYLÜL’LE BAŞLAYAN MHP’YLE KOYULAŞAN MUHAFAZAKAR ÇORAKLAŞMA
Merkezinde gezilip görülecek, hikayesi anlatılacak pek çok nokta olsa da Tarsus, uzun süredir saat 6-7 demeden sokakların boşaldığı ve sosyal-kamusal hayatın neredeyse bittiği, koyu milliyetçi, dindar, eril kültürün bakışlarda, davranışlarda, konuşmalarda tüm bunaltıcılığıyla hissedildiği çorak bir taşra kasabasını andırıyor. Bu kadim şehrin çoraklaşması yolunda 12 Eylül cuntasının zulüm ve Türk-İslam senteziyle başlattığı süreç, 1994’te belediye başkanlığına yüzde 20 oyla bu sentezin eski sahibi MHP’nin seçilmesiyle uç noktasına taşındı, Tarsus kenti, Türk-İslam sentezinin o dönem için en önemli laboratuvarı oldu. 1970'lerde yedi sekiz tane sineması olan şehir, kopkoyu bir karanlığa gömüldü, bütün sinemalar kapandı. Akşamları neredeyse saat 18'de biten toplu taşıma, sokaklar, parklar gibi alanların ülkücü çetelerce tutulması, içkili yerlerin birbiri ardına kapanması vb. engeller nedeniyle sosyal hayat neredeyse sıfıra indi. Şehirde kadınlı-erkekli gidilebilecek doğru dürüst bir lokanta bile kalmadı.
1989’da işbaşına gelen sözümona sosyal demokrat belediye yönetiminin başarısızlığı ve 1994 yılında bu oyların SHP ve CHP arasında bölünmesi, o yıllarda yükselen Kürt fobisini de arkasına alan MHP’nin o yılki seçimlerden galip çıkmasını sağladı. Tarsus 1990’ların başında Kürt illerinde yürütülen düşük yoğunluklu savaş yüzünden ortaya çıkan zorunlu Kürt göçünün en yoğun yaşandığı yerlerden biriydi. MHP bu Kürt göçünü şehrin yerlilerine ve özellikle de kırsal kökenli mahallelere bir tehdit olarak algısı olarak kabul ettirmeyi başardı. MHP’den 689 oy az alan CHP ikinci, yüzde 13,5 oy alan SHP üçüncü partiydi. Aslında Tarsus’la birlikte Ceyhan ve İskenderun’un da aynı seçimlerde MHP’nin eline geçmesi oldukça şaşırtıcıydı. TİP-TKP başta olmak üzere solun on yıllardır sosyo-kültürel açıdan hegemonik olduğu bu sanayi-tarım şehirlerinin MHP’nin eline geçmesini, yerel siyasetin sol kadroları bir sandık darbesiyle açıklıyorlardı. Yani, 1990’ların kirli savaş süreci-zorunlu göç dalgası içinde (1993-1996) güvenlik-istihbarat bürokrasisince kotarılan bir sandık operasyonuyla, solun kalesi sayılan bu kadim şehirlerin MHP’ye neredeyse altın tepside sunulduğu çok kişinin bildiği bir sır olarak kaldı.
MHP adayı Burhanettin Kocamaz bir kimya öğretmeniydi ve o tarihten sonra tam üç kez daha seçimleri kazanmasını bilecekti. 2014 seçimlerinde bu kez Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na adaylığını koyacak ve büyük ölçüde CHP’nin yanlış aday tercihi nedeniyle seçilmeyi başaracaktı. Tarsus’ta ise o yılki seçimleri bir anlamda Kocamaz’ın veliahdı olarak gösterilen Şevket Can’la yine MHP kazanacaktı.
Şehir son 25 yılda özellikle sosyal yaşam ve kültür bakımından çok şey kaybetti. Bu tarihi şehrin nasıl, çorak bir orta Anadolu kasabasına dönüştürüldüğü elle tutulur bir gerçeklikti, ama ülkücü belediye yönetiminin bunun dile getirilmesine tahammülü de yoktu. Yerel basında aleyhine çıkan her habere karşı dava açmayı adet edinen Kocamaz, Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne seçildikten sonra da aynı reflekslerini korudu. Uzun yıllardır şehircilik ve belediyecilik alanında çalışan akademisyen arkadaşımız Ali Ekber Doğan, 2014 yerel seçimlerinden sonra bir gazeteye verdiği bir röportajda, Kocamaz yönetiminde Tarsus’un nereden nereye geldiğini çarpıcı biçimde dile getirdi. Tarsus’u 20 yıl yöneten Kocamaz, bu röportajdaki ifadelerle kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle Doğan hakkında dava açtırdı. Dava vesilesiyle; bir yandan akademik özgürlük ve düşünce özgürlüğü ekseninde geniş bir kampanya yürütülürken, bir yandan da Tarsus’un negatif dönüşümü tartışıldı. Mahkeme ilk celsede Doğan’ın sadece eleştiri yaptığına karar verince, Kocamaz davayı kaybetti.
FİZİKSEL ALTYAPI MODERNLEŞİRKEN, ÜLKÜCÜ MEKAN ÜRETİMİNİN KAYBETTİRDİKLERİ
Kuşkusuz birileri çıkıp, bu kadar eleştiriyorsunuz da MHP’li yönetim Tarsus’ta fiziksel altyapıyı geliştirdi. Şehir içi yolları ve kanalizasyon sistemini modern biçimde yaptı. Bunları şehrin büyük bölümüne yaydı, her seçim döneminde yenilense de aşağı yukarı bütün sokakları asfaltladı. Ne var ki aynı belediye şehrin tarihi parkını kuşa çevirdi, büyük bulvarlardaki koca okaliptüs ağaçlarının köküne kibrit suyu döktü, merkezdeki geniş tarihi SİT alanı uzun süre kaderine terk edilirken, şehrin her yanına birbirinden çirkin ve çoğu şiddet çağrışımlı heykeller dikti, inşaat hafriyatları sırasında ortaya çıkan kalıntıların üstünün örtülmesine göz yumulduğu iddiaları ortaya atılırken, temsili Nusret Mayın gemisini şehrin ana giriş yolunun önüne dikti ve yanına temsili şehitlik kurdu, en merkezi yerlere İslamcı ülkücü tahayyülün önemli unsurlarının isimleri verildi, kültürel etkinlik denince Mustafa Yıldızdoğan'dan başkasını aklına bile getirmedi. 12 Eylül'ün baskılarını öyle ya da böyle atlatabilen birkaç birahane MHP'li belediye tarafından kapatıldı, yenilerini açmak isteyenlere türlü zorluklar çıkarıldı. Şehrin iki parkında yer alan ve dolayısıyla belediyeye ait olan kafeteryalarda bira sunulması da yasaklandı. Şehirde uzun yıllar neredeyse kamusal mekan kalmadı. 2000’li yıllarda o zaman liberal dönemlerinde olan AKP hükümetinin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın desteğiyle yenilenen St. Paul kıyısı civarındaki eski Tarsus evleri bölgesinde birkaç içkili lokanta ve kafeye ancak bakanlığın ve yerel kamuoyunun daha çok da turizm beklentisine dayanan büyük baskısı sonucu izin verildi.
Şimdi CHP'den seçilen yeni başkan siyaseten çok tanınmış ve aktif biri olmasa da halkın sevgilisi bir doktor. On yıllardır neredeyse bir peygamber edasıyla Tarsusluların hizmetinde olan, parası olmayandan muayene ücreti almadığı gibi gerektiğinde hastaların ilaç parasını da cebinden ödeyen bir güzel insan. Kolay değil işi, umarım iyi bir ekip kurmayı ve Tarsus'u yeniden sosyal olarak canlı, kültürel olarak zengin bir şehre dönüştürmeyi başarabilir. Umut etmesi bile güzel, bu umudun gerçeğe dönüşmesi ise Tarsus halkının vereceği desteğe bağlı...
*KHK Muhrici, BAK İmzacısı, Siyaset Bilimci (Dr.)