HDP’nin seçim stratejisi ve 31 Mart’ın açığa çıkardıkları

Kürt halkı, tüm otoriteryan politikalara karşı, kitlesel Newroz mitinglerinin yarattığı güven ve Leyla Güven’in simgeleşen direnişinin yarattığı meşruiyetin basıncıyla, iradesini sandığa yansıtmış oldu. Şimdi o iradeyi siyasallaştırmak ve aynı oranda toplumsallaştırma görevi HDP’nin önünde duruyor.

Google Haberlere Abone ol

Perihan Koca*

Amasız ve fakatsız, söylemek gerekir ki, 31 Mart yerel seçimlerinin kazanan ve kazandıran en önemli güçlerinden biri Halkların Demokratik Partisi (HDP)’dir.

HDP’nin yerel seçimlerde uyguladığı stratejik ve taktik yönelim büyük oranda başarıya ulaşmıştır.

Batıda Cumhur İttifakı’nı geriletme ve kaybettirme, Kürt illerinde ise kayyumlara karşı halkın iradesine dayalı yerel belediyeciliği yeniden kazanma politikası önemli ölçüde karşılık buldu.

Beklenildiği üzere, Kürt seçmen, yerel seçimlerde kilit rol oynamış oldu.

Seçim tablosuna yansıdığı şekliyle de, bir kez daha anlaşılıyor ki, HDP tabanı, iktidarın faşizan yürüyüşünü durdurmak için seçime gitti ve demokratik bir ülkede yaşama özlemini bir kez daha sandığa yansıtmış oldu.

SAVAŞ YÖNELİMİ VE DÜŞMANLAŞTIRILAN KÜRT SİYASETİ

Asla, olağan ve eşit koşullarda bir seçim süreci yaşanmadığı herkesin malumu. Ki hâlâ oldukça tartışmalı ve de sonuçları nereye evrileceği muğlak olan seçim gündeminin artçılarını yaşamaya devam eden bir siyaset anomalisi içerisindeyiz.

Ancak HDP için seçim dönemi, bıçak sırtında bir siyaset atmosferinde yaşandı, yaşanmaya da devam ediyor.

Örgütlenme özgürlüğünün, kampanya ve propaganda hakkının iktidar güçleri dışında tüm siyasi partilerin elinden alındığı ve hatta yasak edildiği, halkın seçme özgürlüğünün mütemadiyen maniple edildiği, tüm süreci kendi çıkarları doğrultusunda organize eden devletin bütün imkanlarına el konularak işletilen, iktidar güdümünde bir seçim dönemi daha yaşadık.

Adeta garnizona dönüştürülen Kürt illeri, sokağa çıkma yasakları ve olağanüstü hal ilanlarıyla kuşatma altına alındı.

Kürt bölgelerinde artık şehrin rutini haline getirilen bu gerçek ve HDP’ye siyaset yasağı, tarihsel Kürt düşmanlığı politikaları hasebiyle de siyasetin normalitesi olageldi.

İktidarın politik yönelimi dolayısıyla, savaş koşulları, Kürt illerinde yerleşik hale getirildi.

Halihazırda, siyasi temsilcilerinin ve üyelerinin binlercesi tutsak edilmiş olan HDP’ye yönelik gözaltı ve tutuklama operasyonları da aynı oranda normalize edildi.

Öyle ki, seçim arifesinde ve seçim sabahı HDP görevlilerine ve müşahitlerine yönelik gerçekleştirilen operasyon dalgaları seçim kampanyasının bir parçası olmuş durumda.

Her defasında, egemenlerin emniyet sibobu olarak, savaş sopasına sarılan, Kürt halkına ve onun siyasi mücadelesine müdahale eden devlet ve iktidar güçleri, ülke siyasetinde tüm okları üzerine saldığı HDP’yi “ortak düşman” ilan ederek siyasetini yürütüyor.

Seçimin ana omurgasını oluşturan devletin bekası propagandasının yoğunluklu olarak HDP ve Kürt siyasetine dayandırılması tam da bunun ürünü.

Seçimin hemen ardından yaptığı balkon konuşmasında defalarca “Kürt kardeşlerime teşekkürler” laflarına başvuran Erdoğan’ın ivedilikle Fırat’ın doğusuna operasyon mesajlarını dillendirmeye başlaması tesadüfi değil. Ortadoğu'ya ve özellikle de Kürt bölgelerine karşı askeri operasyon üzerinden gündemleştirilen savaş yönelimi, faşizm olasılığının hâlâ devrede olduğu ülke gündeminde, Erdoğan’ın seçim sonrası izleyeceği adımların işaretlerini veriyor.

Yenilginin faturasının bir yerlere kesilmek isteneceği, özellikle de “tarihsel düşman” Kürtlere ve onun mücadele dinamiklerine kesileceği açık.

Ancak, “vatansever-terörist” ikilimi üzerinden ülkeyi bölerek, ayrıştırarak, ötekileştirerek ilerlettiği beka politikasının istediği karşılığı yaratmadığı aşikar. Ve şimdi bir de ciddi bir meşruiyet krizi içerisine girmiş durumda.

Ama, Türkiye’nin tarihsel genetik kodları ortada, yükseltilen milliyetçilik söyleminin kazananının MHP olduğu görülüyor. Önümüzdeki dönem devreye sokulabilecek, askeri operasyonlar, ırk ve mezhep çatışmaları olasılığı önemli bir gündem olarak önümüzde duruyor.

KAYYUM POLİTİKASI KAYBETTİ

Şimdilerde, seçimin bir darbe olduğunu dillendirmeye, çalınan oylardan, yapılan hile ve usulsüzlüklerden, haktan, hukuktan söz etmeye başlayan iktidar bloku, seçim sonuçlarını askıda tutuyor, kaybettiği yerlerde “hukuka” yaslanarak sandıkları yeniden saydırıyor, hatta seçimi yeniletmeyi gündemine alıyor.

Ancak kıl payı kazandığı yerlerde itirazları reddediyor, sandığa saygı duyulmasını istiyor. Kazanan belediyelere mazbataları verilmiyor.

O da yetmiyor, el yükseltilerek, HDP’nin yüksek oy oranıyla kazandığı dört ilçede (Bağlar yüzde 70, Tuşba yüzde 53, Edremit yüzde 52, Çaldıran yüzde 53) halk oylarıyla seçilen belediye başkanları KHK ile ihraç edildi gerekçesiyle yok hükmünde sayılıyor, belediye mazbatası seçimde ikinci oy oranına sahip AKP’li adaya veriliyor. Halkın seçme hakkı ve iradesinin üzerinden atlanarak, legal olmayan bir darbe daha vurulması kararı YSK eliyle uygulamaya konuluyor.

Kimsenin “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” deyip şaşırmadığı bir şekilde, artık herkes her şeyi biliyor, görüyor.Ve ama öfke de büyüyor, bileniyor.

Yerel seçimlerde, Kürt seçmen örgütlü gücüne dayanarak, kayyum politikasına kaybettirdi. Bir şekilde mazbataları alacak, ilan ettiği üzere, kayyum ve KHK uygulamalarıyla kapatılan birimlerinden başlayarak kendi sürecini başlatacak.

Cebelleşeceği ilk gündem; kayyum atanan belediyelerde tespit edilen ve kayıtlara geçirilmesine rağmen iktidarın hasıraltı ettiği yüzlerce usulsüzlük, Hazine ve Maliye Bakanlığı verilerine göre, 11 milyon 741 lira olarak açıkladığı belediye borçları ve seçim öncesinde geçirilen yerel yönetim yasasıyla kurumsallaşan yerellerin merkezden yönetilmesi basıncı olacak.

Ancak, kayyumdan arta kalan ve iktidarın dayattığı gündemler yanında, Kürt siyasetinin esas gündemi; yeni bir yerel yönetim anlayışının ve toplumsal örgütlenmenin inşası olacaktır, olmalıdır.

Zira, onlarca yıllık belediyecilik deneyiminde, geliştirdiği önemli pratikleri gözeten bir yerden, henüz yerel yönetimlerde tam bir başarı yakalayamadığı da açık ve hatta sol kamuoyuna yansıdığı kadarıyla, hareketin önemli tartışma gündemlerinden biri belediyecilik perspektifi.

Yukarıdan aşağıya işleyen bürokratik kastlaşmış tarzın terk edileceği bir pratiğin sergilenmesi, statükonun ötesine geçecek şekilde, halkın karar ve denetim mekanizmalarına yerleştirileceği, halkçı demokratik yerel yönetim modeli ve program iddiasının yaşamın içinde somutlanması gerek ve yeni dönemin açığa çıkardığı olanaklar açısından da bu gündem son derece elzem.

Bir taraftan geçtiğimiz seçimlerde kazandığı ve ama devlet basıncı yanında, HDP’nin kimi politikalarının halkta karşılık bulmaması dolayısıyla da oy kaybettiği yerler var. Ki, buna müteakip HDP bu süreçte bir özeleştirel döneme gireceklerini de açıklamış oldu.

Dolayısıyla, siyasal ve toplumsal alanın örgütlenmesi Kürt siyasetinin en ivedi gündemi olarak beliriyor.

FIRSATLARI DEĞERLENDİRMEK

31 Mart seçimleriyle birlikte, halkçı demokratik, toplumsal güçlerin önü açıldı.

Öte yandan, HDP de önemli bir ağırlığı olan, belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor. Ancak, açığa çıkan fırsatlar iyi değerlendirilirse.

Malum, 7 Haziran’ın umut iklimi muhalefet odaklarının süreci yönetememesi ve beliren rehavet havasıyla, 24 Haziran’da yaratılan olumlu hava başta halka karşı sorumlu davranmayan CHP olmak üzere muhalefet güçlerince iyi değerlendirilemedi, halktan yana oluşan iklim berhava edildi. Tarihsel bir fırsat ellerimizin arasından yitip gitti.

Evet, yeni dönem son derece kritik ve tarihsel olasılıkları ve imkanlarıyla karşımızda duruyor.

Kürt halkı, tüm otoriteryan politikalara karşı, kitlesel Newroz mitinglerinin yarattığı güven ve Leyla Güven’in simgeleşen direnişinin yarattığı meşruiyetin basıncıyla, iradesini sandığa yansıtmış oldu. Şimdi o iradeyi siyasallaştırmak ve aynı oranda toplumsallaştırma görevi HDP’nin önünde duruyor.

*Toplumsal Özgürlük gazetesi Yayın Kurulu üyesi