Sudan halk ayaklanması hakkında ezber dışı belirlemeler
Sudan’daki halk hareketini, diğer Arap ülkelerinde yaşanan başkaldırılardan ayıran temel özellik şuydu: Genel görünümüyle başkentlerde veya büyük yerleşim merkezlerinde başlamış olan önceki (Cezayir ve Libya dahil) hareketlerin tersine; ilk ayaklanmalar Sudan’ın taşra ve kırsal kesimlerinde başladı, daha sonra başkent Hartum’a sıçrayarak kitlesellik kazandı.
Faik Bulut
19 Aralık 2018’de “Özgürlük, Barış, Adalet” sloganıyla başlayan ve 11 Nisan 20019’de 30 yıllık diktatör Ömer el Beşir’in devrilmesiyle süren Sudan’daki halk ayaklanması hakkında daha farklı şeyler yazmak için neredeyse dört ay bekledim. Aslında ocak ayındaki başkaldırıda kimin/hangi kesimin daha fazla rol aldığına ilişkin ilk ipucunu yakalamış sayılırdım. Fakat ortada henüz belirgin bir şey yoktu. Haberler müphem ve muğlâktı. Buna rağmen bilinen ezber haberlerin dışında bir değerlendirme yapma fikrimden vazgeçmedim. 22 Nisan 2019 tarihi itibariyle Sudan’daki vaziyet şöyleydi: El Beşir’i deviren generaller, Mısır’da Abdülfettah Sisi’nin yaptığına benzer siyasi bir taktik izlediler. Ayaklanmayı destekleme ve diktatörü tasfiye etme görüntüsü altında, halka karşı bir darbe tezgâhladılar. İki yıllık geçici askeri yönetim, Mısır Başkanı el Sisi’nin yaptığı gibi 10 veya 20 yıl sürebilecek biçimde anayasal hükme uydurabilirdi. Lübnan merkezli El Ahbar gazetesinde yayınlanan 12 Nisan tarihli makalesinde, Velid Şerara, “bu karşı devrimin” niteliğine dikkat çekmişti. Halk, generallerin vaatlerine kanmadı; sıkıyönetime rağmen sokağa çıkmaya ve karargâhları kuşatmaya devam etti. Bunun üzerine cunta, 10 üst düzey komutandan oluşan bir askeri geçiş hükümeti oluşturdu. Hükümetin ömrü iki yıllık olacaktı ve sivil kesimlerden (partiler, kitle temsilcileri, bağımsız şahsiyetler vs) isteyenler, bu hükümette yer alabileceklerdi. Ancak başta Sudan Komünist Partisi olmak üzere Milli Ümmet Partisi (lideri Sadık Mehdi) gibi birçok parti, bu tür teklifi reddettiler. Askeri vesayetten bağımsız sivil bir geçiş hükümetinin kurulmasında ısrarcı oldular. Protestolar sürdükçe, askeri yönetim taviz üstüne taviz verdi. Sözgelimi askeri cunta, darbeyi izleyen günlerde diktatör el Beşir’i hemen hapse atmadı; tersine, askeri bir karargâhta bulunan köşkünde ev hapsine aldı. Çünkü arada bir pazarlık söz konusuydu. El Beşir tahttan indirildi ama yaptıklarının gerçek bedelini ödemeden bir şekilde ve bir zaman sonra salıverilecekti. Göstericiler kararlı ve ısrarlı taleplerde bulunup direnince, yapılan pazarlık bozulmuş oldu. Askeri yönetim, günler sonra konağı boşaltmak zorunda kaldı: Devrik başkanı, muhaliflere yapılan işkencelerin mekanı olan Kobar Cezaevi’ne gönderdi; ailesi ve kardeşlerini de başka yere nakletti. El Beşir’in asker ve sivil yardımcılarını göreve getirdi. Kabul görmeyince, onları azletti. Diktatörlük döneminde halka baskı ve zulüm uygulayan çok sayıda askeri komutan ve istihbarat sorumlusu da görevden alındı. Ancak halkın temsilcileri, demokratikleşme yolunda kendi taleplerinin gerçekleşmesinde direndi. Bu vesileyle ordu, karargâhlarını kuşatmış olan kitlelerin geri çekilmesi yolunda uyarıda bulundu. Halk çekilmeyince, bu kez Askeri Geçiş Konseyi Başkanı Orgeneral Abdülfettah Burhan, “muhalefet kendi adayları üzerinde anlaşıp sivil bir meclis kurabilirse, yönetimi onlara teslim etmeye hazır olduğunu” açıkladı. Muhalefet koalisyonu, kendilerince tespit edilecek aday listesini perşembe günü kamuoyuna duyuracağını söyledi. Askeri Konsey’de siyasi büro sorumlusu olan Orgeneral Ömer Zeynelabidin, Avvad bin Awf başkanlığındaki önceki darbeci ekibi tasfiye eden “yeni ekibin, ordu içinde Mareşal Abdurrahman Suvar el Zeheb’in evlatları” olarak tanındığını söyledi. Mareşal’in en belirgin meziyeti şuydu: 1985’teki iç kargaşada iktidarı bir yıllığına emaneten teslim alıp ülke yönetimini siyasi partilere terk etmişti. Görünen o ki, ister şimdiki cunta yerinde kalsın isterse muhalefetin belirleyeceği yeni bir hükümet veya kurucu meclis iktidarı teslim alsın, gelecekte Sudan’daki en önemli işlerden biri “İslamcı Ihvan devlet” görünümü giderek silinecek; devletin çeşitli kademelerinde bulunan veya sızmış olan Ihvancı kadrolar temizlenecek. Başka bir deyimle, demokrasi ve özgürlükleri esas alacak olan yeni iktidar, “siyasal İslam” ile bir hesaplaşma içine girecek. Başarıp başaramayacağı, gelişmelerin gidişatına bağlıdır.
Mısır gazetesi el Mısri el Yom yazarı Süleyman Cevde, ülkesinin tecrübesinden yola çıkarak Sudanlılara şöyle bir tavsiyede bulunuyor: “El Beşir’in başında olduğu Milli Kongre Partisi’ni hemen feshedin; iyi veya kötü demeden bütün kadrolarını takibe alıp cezalandırın. Çünkü 30 yıl boyunca diktatöre arka çıkmış; her türlü zulüm ve cefayı halka tattırmıştır. Hürriyet ve Adalet Partisi isimli Ihvancı hareket ile diğer İslamcı/dinci partileri siyaset sahnesinde dinamik hale getiren asıl kaynak işte o Milli Kongre Partisi’dir. Siyaseti dine, dini de siyasete alet eden bu partiler, kendilerinden farklı olan politik oluşum ve partilere hayat hakkı tanımadılar…” (19 Nisan tarihli makale)
Çok kimsenin bilmediği bir gerçek şudur: Sudan Komünist Partisi (SKP), 19 Aralık 2018’de patlak veren halk isyanının öncü hareketlerinden biri sayılıyor. İşçi sendikaları, öğrenci ve kadın dernekleri, baro ve tabip odaları gibi kuruluşlar üzerindeki etkisi ve örgütlenmesi, bu partinin geçmişteki tecrübelerinin ve mevcut gücünün mutlaka göz önüne alınmasını gerektiriyor. Dolaylı ve dolaysız biçimde kitlesel isyanın belkemiğini oluşturan SKP, dünya medyasından görmezlikten gelinse de, kurulacak demokratik düzenin en önemli sacayağını oluşturuyor. Bu gerçeği iyi anlayan el Beşir yönetimi, ölümcül darbeyi bu partiye vurmakla işe koyuldu. SKP’nin 1989’daki cunta tarafından imha derecesinde ezilmesinden sonra aniden siyaset sahnesinde boy göstermesi, birçok çevre için sürpriz oldu. Gelişmeyi izleyen Sudanlı kesimler, bu partinin ülkenin demokratikleşmesinde yeni ufuk açmaya yönelik büyük atılım yapmak suretiyle diğer Arap ülkelerindeki komünistlere örnek olup olmayacağını tartışıyorlar. (Ayrıntılar için Muhammed Seyyid Rasas’ın “Hizb-ü Şuwayi Arabi fi Meşhed-i Siyasi” başlıklı yazısı yani “Arap Komünist Partisi Siyasi Sahnede”, 16 Şubat 2019)
Kuşkusuz, SKP tek başına kitleleri harekete geçiren bir güç değil; özellikle Değişim ve Özgürlük isimli çatı oluşumun önemli bir bileşeni. Aynı zamanda Sudan Meslek Odaları Bloku (SMOB ya da İngilizce adıyla the Sudanese Professionals Association -SPA) isimli hareketin de içinde alıyor. Çünkü serbest meslek erbabı ve benzer esnaf kuruluşlarının taban kitlesi, belli ölçüde SKP’nin ya üyesi, sempatizanı ve kadrosu durumunda. Bunu şuradan anlayabiliyoruz: Bu kuruluşu yöneten hareket, 2014 yılından bu yana iktidara karşı düzenlediği gösterileri büyük bir gizlilik içinde yani illegal bir tarzda yönetiyordu. Yetkililerin kimlikleri açıklanmıyordu. Sadece basın ve halkla ilişkileri bölümündeki bazı yetkililerin isimleri kamuoyunca bilinebiliyor. Bunların başında Hartum Üniversitesi’nde sosyolog olarak görev yapan Muhammed Yusuf Ahmed el Mustafa geliyor. SMOB’un diğer bir temsilcisi Atıf İsmail, solcu kimliğiyle biliniyor. Bu haliyle, Lübnan el Ahbar gazetesi, SMOB için “öndersiz önderlik” sıfatını kullanmış. Gerçekte bu kuruluş, Sudan isyanının önderi değil; başkaldırıyı harekete geçirici bir rol üstlenmiş durumda.
SKP’nin hareketin önemli bir unsuru ve yönlendiricisi olduğuna dair bir haberi de, Suudi gazetesi el Şarq el Awsat’ın 11 Nisan tarihli nüshasında görüyoruz. Haberin başlığı şöyledir: “Ordu Genel Karargâhını kuşatan göstericiler, oturma grevi süresince ‘ortakçı sosyalist bir devletçik’ kurdular. Adeta komün hayatı yaşıyorlar.”
Konunun önemini anlayabilmek için SKP’nin özet geçmişine göz atmakta yarar var: Sudan Komünist Partisi (SKP) hakkında çeşitli yıllarda parti içinden ve farklı kesimlerce yazılıp yayınlanmış yaklaşık 10 kitaba baktım. SKP’nin Mayıs 1969 ve 25 Mayıs 1986 tarihli darbelere yönelik tutumunu ele alınıyor. Ayrıca partinin 1946-1989 dönemindeki tecrübesini ayrıntılarıyla özetleyen gazeteci-yazar Tac-ül Sırr Osman’ın kapsamlı bir kitabıyla karşılaştım. SKP yayın organı olan Komünist dergisinin 159’uncu sayısında geniş bir özeti yayınlanan (sayı 155, yıl 2008) bu yazı, aynı yıl kitaplaştırılarak baskıya sunulmuş.1971 ile 1996 döneminde ise bölgede ve dünyadaki altüst oluşlarda değişen dengeleri ele alan Genel Sekreterlik ve Merkez Komitesi değerlendirmeleri kamuoyuna sunuldu. Özetle, partinin 73 yıllık geçmişindeki siyasi ve ideolojik tavırlarına yer veren çok sayıda kaynak, belge ve veriye rastlanabiliyor. Sözlü anlatımlar da söz konusudur. Fakat iradecilik, iç çekişmeler ve sübjektivizmle bu tür anlatımlara baskın hale gelebiliyor.
Sudan Komünist Partisi, Sudan Ulusal Kurtuluş Hareketi (özgün adı Hareket-ul Teherrur el Watani el Sudani-HASTO) olarak ülke siyaset sahnesine çıktı; Ağustos 1946’da SKP adını aldı. Esas olarak işçi, emekçi, aydın ve öğrenci kitlesine dayanarak kadrolarını kurdu. Genel anlamda İngiliz sömürgeciliğine karşı verilen mücadeleyi başat hale getirdi. Bu düzlemde kitlesel protestolara ve mücadelelere öncülük etti. İngiliz sömürgecilerin ortaya attığı iki projeye karşı çıktı: Nil Vadisi ülkelerinin İngiltere çatısı altında birleşmesi, Sudanlıların olması gereken Sudan’ın İngiltere’nin himayesinde kalması. SKP, bu iki projeye karşı şu sloganı ileri sürdü: İngiliz sömürgecilerinin Mısır ve Sudan’dan derhal çıkması, Sudan halklarının kendi kaderlerini belirlemesi ve Mısır ile Sudan halkının sömürgeciliğe karşı ortak mücadelesi. Bu süreçte Sudan halkının aydınlanmasına, kadınların iş hayatına atılmalarına ve modern eğitim öğretimin yaygınlaşmasına çalıştı. Kültürel bilincin yükselmesi ve siyasi fikrin kitlelerce benimsenmesine özel önem verdi. Sudan, 1956’da bağımsızlığına kavuştu. SKP, daha çok iç siyasete ağırlık vererek genel hak ve özgülüklerin yanı sıra sendikaların bağımsız olarak kurulması, çalışma hayatında özerk/serbest hareket etmeleri uğrunda mücadele etti. 17 Kasım 1958 tarihli iktidar darbesini reddeden SKP; askeri cuntanın karşısına “diktatörlüğe hayır, demokrasiye evet” şiarıyla çıktı. Bu amaçla Ağustos 1961’da genel siyasi grev ilan çağrısı yaptı. Muhalif Cephe’nin karşı çıkması üzerine Cephe’den çekilen parti, demokrat ve yurtsever kesimler arasında çalışmaya yöneldi. Bu arada, darbecileri “milli rejim” olarak tanımlayan Sovyetler Birliği’nin tavrına karşı çıktı. 1968’de ülkeye dayatılmaya çalışılan İslami Anayasa komedisini teşhir etti. Zira böyle bir anayasa, temel hak ve özgürlükleri, özetle halkın kazandığı bütün demokratik mevzileri kökten silip atmayı hedefliyordu. 1969-1985 yılları arasında hüküm süren darbeci diktatörlük, parti saflarında ikilik ve ayrışmaya yol açsa da, ülkeye bağlı kimi adalarda başlayan isyankâr silahlı direnişin yanı sıra muhalif kesimlerle ittifak halinde Cafer Numeyri’nin diktatörlüğüne karşı kitlesel ayaklanmaların öncüsü oldu. Müslüman Kardeş (Ihvan) hareketinin Sudan’daki kolu sayılan İslamcı Cephe’nin önderi Hasan el Turabi’nin de içinde yer aldığı askeri-sivil darbe girişimlerini teşhir etti. Buna rağmen iktidarı devirip başa geçen bu İslamcı-faşist gerici koalisyonu (el Turabi-General el Beşir ortak yönetimi) ülkeyi bir din kavgası (Müslüman-Hıristiyan) girdabına soktu. Ülkenin güneyindeki Darfur bölgesinde soykırım düzenlendi. Siyasi muhaliflerin çoğu tutuklandı ve katliamdan geçirildi. Sendikalar, tümüyle tasfiye edildi. Özellikle komünistler yakalanıp işkenceden geçirildiler; kimileri katledildi, kimileri yurtdışına kaçmak zorunda kaldı. (Bu bilgiler, SKP Merkez Komitesine bağlı Kültürel Eğitim Merkezi’nin Mart 2017 tarihli yayınından aktarıldı.)
Bu arada belirtmekte yarar var: 1971 yılında SKP içindeki bazı darbeci kesimler, diktatör Cafer Numeyri’ye karşı bir darbe girişiminde bulundular. Darbeye bulaşan kadroların, Sovyet desteğine mazhar oldukları iddia edilmiştir. Mısır’a kaçıp sığınan Numeyri, darbenin kısa zamanda başarısızlığa uğraması üzerine ülkeye döndü. Tahta geçer geçmez, gazabını komünistlere yöneltti. SKP’ye karşı topyekûn bir imha kampanyası başlattı. SKP konusunda uzmanca yazılar yazan Fuad Matar, bir makalesinde bu noktaya işaret etmiştir. Adil Abdulâti ise, 8 Temmuz 2016 tarihli makalesinde darbe girişimi sonrasında büyük oranda gerileyen ve yeraltına çekilen SKP’nin kitleselliğini yitirdiğini ve belkemiği sayılan emekçi kesimlerle sendikalardan tecrit edildiğini ileri sürdü.
Müslüman Kardeşler (Ihvan) hareketinin tanınmış önderi Hasan el Turabi, 1986’da merkezi Mısır’da olan Ihvan hareketinden görünüşte koparak İslamcı Selamet Cephesi’ni kurmuştu. Zaman içinde Orgeneral Ömer el Beşir’le ittifak yapan bu Cephe,1989’daki darbeyle iktidara el koyduktan sonra Sudan’da, “bir Ihvancı İslam devleti” kurmak için ellerinden geleni yaptı. Birleşik Arap Emirlikleri’nde yayımlanan el Beyan gazetesi olayı şöyle hikâye ediyor: “Görünüşte askeri bir iktidar vardı ama arka planda el Turabi’nin aklına ve planına göre hareket ediliyordu. El Turabi, ülkeyi ‘Ihvan tarzı’ bir İslam devletiyle yönettiğini hiç inkâr etmedi. El Cezire televizyon kanallarına yaptığı açıklamalar bunu göstermiştir. En kötüsü, el Kaide örgütünün lideri Usame bin Ladin ile militanlarına ev sahipliği yapan dönemin yönetimi (General el Beşir ve siyasi ortağı el Turabi), askeri ve siyasi eğitimden geçirdiği radikal İslamcıların dünyaya yayılmalarına göz yumdu.” El Turabi, sadece zeki bir oyun kurucu ve entrikacı değildi; aynı zamanda kendince fikri içtihatlarda bulunarak dünya ölçeğinde İslamcı hareketin başarılı olması için yepyeni tezler üretti. Hatırlıyorum; 1990’lı yıllarda Türkiye’deki bazı yüksek okul gençliği arasında “Hasan Turabi fikirlerini benimseyen hatırı sayılır bir İslamcı öğrenci grubu vardı.”
Dış müdahale konusu tartışmalıdır: Ray el Yom’un 11 Nisan tarihli başyazısı, ülkedeki kitle ayaklanmasının dış müdahalelerden uzak; sadece Sudan’ın iç meselelerinden (yoksulluk, yolsuzluk, sefalet, baskı ve zulüm gibi) kaynaklandığını ve halkın neredeyse tamamının onayıyla başladığını belirtmiş. Libya’da olduğu gibi NATO güçlerinin yaptığı türden bir müdahale yaşanmadığını örnek olarak vermiş. Bu tespit, bir yere kadar doğrudur. Sudan’daki ayaklanmaya dışarıdan bir müdahale yokmuş gibi görünse de, esasında bilinenden daha fazla çok yönlü müdahalelere maruz kalıyor bu ülke. Bazı örnekler verelim: Devrik Başkan El Beşir, eskiden İran-Suriye eksenine yakın bir politika izliyordu. Yanlış politikaları sonucu ülke ikiye bölündü: Güney Sudan’da ayrı bir devlet kuruldu. Sudan’da kümelenen ve eğitilen Kaideci militanlar, komşu ülkelere ve geniş anlamda bölgeye dehşet saçtılar. ABD’nin füze saldırıları ve ambargosu nedeniyle derin siyasal ve ekonomik kriz baş gösterdi. El Beşir, bir yanlıştan çıkayım derken başka bir yanlışa düştü. İran ile ittifakı bozdu. Körfez ülkelerine yanaştı; özellikle Suudi Arabistan-Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) eksenine yatırım yaptı. Yetmedi; Arap Koalisyonu adı altında Yemen’deki iç savaşa dâhil oldu. Yaklaşık bin Sudan askeri, orada hayatını kaybetti. Ancak umulan petro-dolar gelmeyince ülkedeki açlık, sefalet, yoksulluk ve kriz aldı başını yürüdü. El Beşir, ani bir manevrayla Türkiye-Katar eksenine yatırım yapmaya başladı. Onun Ankara ziyareti biliniyor. Eğer Yemen’deki Sudanlı askerlerin savaşçı varlığı olmasaydı Suudi-BAE koalisyonu, kendisini fena halde cezalandıracaklardı. Katar televizyon kanalı el Cezire, ülkesinin politikasına uygun biçimde ayaklanma sırasında el Beşir’e karşı teşvik edici/kışkırtıcı yayınlarda bulunmadı. Buna karşılık el Beşir’in kendilerinden kopmasına içerleyen Suudi Arabistan, el Arabiyye televizyon aracılığıyla halk ayaklanmasını destekleyen bir tutum aldı. Öte yandan Suriye’ye giden el Beşir, savaş sonrasında başkent Şam’ı ziyaret eden ilk Arap lideri oluverdi. Suriyeli yetkililer, kendisini karşıladılar ama araya mesafe koydular. Çünkü Sudan Devlet Başkanı, Amerikan baskısını hafifletebilmek için İsrail ile gizlice temasta bulunmuş; İsrail Başkanı Netanyahu’nun ülkesini ziyaret etmesine razı olmuştu. Bu manevralara ilişkin kimi ayrıntılı bilgileri, Ray el Yom gazetesi yayın yönetmeni Abdülbari Atwan’ın 21 Aralık 2018 tarihli makalesinde bulmak mümkün.
Dış müdahale bağlamındaki saflaşma şöyledir: Türkiye-Katar eksenine karşılık Suudi-BAE-Mısır ekseni söz konusudur. ABD, ikili bir taktik gütmekle birlikte esas olarak ikinci eksenden yanadır. El Beşir, son manevrasıyla Katar-Türkiye ekseninde yanaşırken İran ve Suriye’ye göz kırpmayı ihmal etmedi. Bir rivayete göre; devrileceğine ilişkin duyumlar alınca Katar’a kaçıp sığınmayı düşünmüş. Dolayısıyla Suudi-BAE-Mısır ekseni, yeni askeri cuntayı tutmaya karar vermiş. Nitekim cuntanın şimdiki gözdesi (Askeri Geçiş Konseyi Başkanı) Orgeneral Abdülfettah Burhan, “BAE’nin adamı” olarak biliniyor. Dolayısıyla mevcut askeri yönetim, fazla açık etmemekle birlikte ikinci eksene daha sıcak bakıyor. Katar, yeni cuntayla dirsek temas kurmak amacıyla Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman el Sani’yi, teklifsiz hatta diplomatik teamüllere aykırı biçimde Hartum’a göndermiş. Yeni yönetim kendisini kabul etmeyince havaalanından geri dönmek zorunda kalmış. (El Hayat gazetesinde 20 Nisan 2019 tarih ve Fehd el Duğeysir imzasıyla yayınlanan “Hediye-tü Katar el Vahide ile’l Alem” yani Katar’ın Dünyaya Biricik Hediyesi başlıklı makale) Göstericilerin Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerini protesto etmeleri ve ardından Sevakin adasındaki Türkiye yatırımlarının durdurulması da bölge devletlerinin Sudan’daki rekabetinin yansıması sayılır. Suudi kampından sayılan Mısır, Kahire’de toplanacak olan Afrika ülkeleri zirvesinde Sudan ve Libya’daki krize çözüm bulmaya çalışacağını açıkladı. Çünkü ülkedeki istikrarsızlığın Mısır ve çevre ülkelere sıçramasından korkuluyor. Ayrıca Mısır Devlet Başkanı el Sisi, ülkesindeki eski diktatör Hüsnü Mubarek’in devrilmesine yol açan ayaklanmacıların, Sudan’daki halk isyanından ilham alabileceğinden endişeleniyor. Suudi gazetesi el Şarq el Awsat, Katar’ın Libya, Cezayir ve Sudan’daki “Ihvancı” harekete yatırım yapan politikalarının başarısızlığına ilişkin bir makale yayınladı. 20 Nisan tarihli makalenin başlığı “Hezaim-ü Asımat-il Teğyir” yani Değişim Başkentinin Bozgunu. Makalede Arap ülkelerindeki halk hareketlerine müdahalesi ve özellikle Ihvan önderlerinin Katar’da toplanmaları nedeniyle “Değişim Başkenti” olarak adlandırılan Doha’nın, esasında “Ihvan Başkenti” diye adlandırılması ilginçtir. Aynı gazetede birkaç hafta önce yayınlanan farklı bir makale, Türkiye’nin Libya’daki Ihvancı hareket ve benzeri İslamcı örgütlerle derin ilişkisi hakkında bazı somut bilgiler yayınlamış ve Ankara yönetimini ağır biçimde suçlamıştı. Başka bir münasebetle Libya meselesini ele alma fırsatı bulununca, belki bu suçlamaların ayrıntılarına girilebilir. Sosyalist bakış açısıyla yayınlanan Kanada merkezli Global Research sitesinde siyaset yorumcusu Andrew Korybko imzasıyla yayınlanan “The Consequences of the Sudanese Coup” başlıklı ve 11 Nisan tarihli makale, Sudan meselesine müdahil olan (yukarıda sayılanların dışında) diğer devletleri şöyle sıralamış: ABD, Rusya ve Çin. İzleyebildiğim kadarıyla Sudan Komünist Partisi, “ABD emperyalizmi ve bölgenin gerici hükümetlerinin komplosu”na karşı bir çağrı yaptı.
Sudan’daki halk hareketini, diğer Arap ülkelerinde yaşanan başkaldırılardan ayıran temel özellik şuydu: Genel görünümüyle başkentlerde veya büyük yerleşim merkezlerinde başlamış olan önceki (Cezayir ve Libya dahil) hareketlerin tersine; ilk ayaklanmalar Sudan’ın taşra ve kırsal kesimlerinde başladı, daha sonra başkent Hartum’a sıçrayarak kitlesellik kazandı. Aslına bakılırsa, 27 Ocak 2012 tarihli al Ahram Weekly isimli haftalık Mısır gazetesi; yolsuzluk, yoksulluk, ekonomik kriz ve ülkeyi asayiş mantığıyla yönetme nedeniyle sokağa çıkan öğrencilerin protestolarını değerlendirirken, “Sudan’da ayaklanma yakındır” başlığını atmıştı. Makalenin son cümlesi mealen şöyleydi: Sudan’daki aktif güçler, köklü bir değişime gözlerini dikmişler.