Gülme üzerine
Politik manada gülmenin halktan iktidara ve iktidardan halka doğru akışı mevcuttur. Bir devinimin başlangıcı, onun kökendeki farkını imler. Bizzat halktan doğan gülme ve mizah demokratikleştirici bir nitelik taşırken, iktidarın neden olduğu gülmenin ve gülünçlüklerin kendisi totaliterliğe önayak olur. Bunu geçmişteki faşist totaliter devletler üzerinden okuyabileceğimiz gibi günümüzde Türkiye, Amerika ve Brezilya örneklerinden yola çıkarak inceleyebiliriz.
Nevin Ferhat-Kemal Baş
Bruno Durocher’e göre gerçeklik öylesine insanın içindedir ki insan soytarı ve peygamber olmaya aynı anda haizdir. Başka bir minvalde ise bu söz, insanın gülme ve inanç aracılığıyla gerçekliği değiştirip dönüştürdüğü anlamına gelecektir. Dikkatli bir düşünümle her iki edimin de bir belirsizlik alanı yarattığının farkına varırız. İnsan böyle bir alan sayesinde bir oyuncu haline dönüşür. Tam bu noktada, insanın özneleşme pratiği açısından peygamber olmaya değil de daha dünyevi bir form olarak gülen ve güldüren bir varlık olmaya daha yatkın olduğu düşünülürse bu anlamıyla gülmenin ve güldürmenin politikadaki yerini sorgulamamız yerinde olacaktır.
Genel olarak gülmenin, bir başka boyutuyla mizahın demokratikleştirici ve direnç üreten gücünden haberdarız. Bakhtin, Rabelias’ın “humeur” halktan doğan, halka ait olan gülmenin bir örneği olarak sunar. Rabelias’ta gülme tedavi amaçlı kullanıldığı gibi humeur sağlıklı bir bedenin de göstergesidir. Bunun yanında, Bergson gülmenin toplumsal işlevinden ve herkese bulaşıcılığından bahseder: “Gülmemiz her zaman bir grubun gülmesidir.” (1) Buradan yola çıkarak, bir aradalığı ve ortaklığı imleyen gülmenin, aynı zamanda politik bir bütüne ait olabileceğini söyleyebiliriz. Bu çıkarım, gülünç olanın uzlaşımsal olarak belirlendiğine varacaktır. Uzlaşımsallık özelliğine paralel olarak “gülünç” addedilenin, bir ritüel misali sürekli tekrar edilmesinin elzem olduğunu da eklemeliyiz. Buradaki tekrar, bir şeyi o şey yapan yani onu hem zamana ait hem de zaman dışı kılan bir etkiye sahiptir. Buna karşın gülme ve gülünç olan, kişiye, olaya ve yere göre yeni anlam kazanır. (2) Misal Hitler’in selamlaması gülmenin konusu olabileceği gibi dostu ve düşmanı birbirinden ayırmaya yarayan sadakatin işaretidir. (3)
Politik manada gülmenin halktan iktidara ve iktidardan halka doğru akışı mevcuttur. Bir devinimin başlangıcı, onun kökendeki farkını imler. Bizzat halktan doğan gülme ve mizah demokratikleştirici bir nitelik taşırken, iktidarın neden olduğu gülmenin ve gülünçlüklerin kendisi totaliterliğe önayak olur. Bunu geçmişteki faşist totaliter devletler üzerinden okuyabileceğimiz gibi günümüzde Türkiye, Amerika ve Brezilya örneklerinden yola çıkarak inceleyebiliriz.
Türkiye’de AKP’nin ürettiği pek çok politik söylem, muhalif kesime “gülünç” gelmektedir. Doğal olarak, politika sanatında argümanların ve iknanın yerini gülme alacaktır. Buradaki gülme politik anlamda aktif bir direnç içermez; aksine yanılsamalı bir biçimde gülen kişiye güçlü olduğunu hissettirir. Dahası böylesi bir gülmenin nedeni iktidar tarafından dile getirilmiş sözün sağduyunun sınırlarını aşmasında saklıdır. Bununla birlikte iktidar, aştığı sınırların ardında kendi gerçekliğini kuracaktır.
Nitekim Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde kampüslerdeki içki satışına ilişkin olarak “yav Allah aşkına bir üniversitenin içinde, restoranlarında alkollü içki satılmasına müsaade edilebilir mi, böyle bir şey olabilir mi? Öğrenci alkolü alıp kafayı mı bulacak yoksa ilmi alıp kendini mi bulacak?” açıklamasından sonra YÖK vakit kaybetmeden harekete geçmiş, yükseköğretim kurumlarına ait kampüs içindeki ve dışındaki mekânlarda içki satışını yasaklamıştır. (4) Böylece adım adım içki yasağına giden süreç başlamış ve devamında Recep Tayyip Erdoğan’ın “milli içkimiz ayrandır” (5) sözünden sonra, günün belirli saatlerinde alkollü içkilerin satışı yasaklanmış, televizyonlarda yayınlanan film, dizi ve kliplerde alkolü özendiren sahneler sansürlenmiştir.(6)
Ilısu Barajı’nın etki alanına yönelik yapılan sınırlı bilimsel raporlar dahi bu barajın Dicle Vadisi’ndeki kültürel ve doğal yaşam üzerinde geri dönüşü olmayacak yıkıcı etkileri ortaya koyarken, Dışişleri Bakanlığı’na göre ise “Ilusu Barajı’nın çevre için büyük faydaları olacaktır. Baraj, alternatif termik santrallerin salgılayacağı milyonlarca ton sera gazına mani olacaktır.” (7) Bu yararın Türkiye’de nasıl bir ekolojik yıkıma dönüştüğüne tanık olmakla birlikte, söz konusu barajın su tutmasıyla insanlığın yerleşik yaşama geçtiği ilk bölgelerden biri olan Dicle Vadisi ve bu vadide bulunan Hasankeyf sular altında kalacaktır.
AKP, 31 Mart’ta yapılan yerel seçimlerde muhalefetin İstanbul’da hile yaptığını öne sürerek oyların yeniden sayımı için YSK’ya başvurmuştur. Bu süreci değerlendiren AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise “bu kadar az bir farkla seçimin sonuçlanması halkı rahatlatmaz. 10 milyonu aşkın bir seçmenin olduğu İstanbul’da kalkıp da şöyle 13-14 bin oy farkla seçimi kazandım havasına kimsenin girmeye hakkı yoktur.” (8) açıklamasından sonra seçimin iptal edileceği ve dolayısıyla Ekrem İmamoğlu’na mazbatanın verilmeyeceği tartışılmaya başlanmıştır. Ekrem İmamoğlu günler sonra mazbatasını alsa da her defasında kendi meşruiyetini seçimlere dayandıran veya sandığı işaret eden Erdoğan, bir yerde kendisinin kazanması dışında hiçbir sonucu kabul etmeyeceğini şimdiden ilan etmektedir. Zira Yüksek Seçim Kurulu’nun, HDP’nin ve diğer muhalefet partilerinin bazı il ve ilçelerdeki seçim sonuçlarına yönelik hiçbir itirazını kabul etmemesi ve seçimi kazanan KHK’lı belediye eşbaşkanlarının adaylık başvurusunu onaylamasına rağmen, mazbatayı ikinci sırada olan adaylara vermesi yeni bir dönemin işareti olarak okunabilir.
ABD Başkanı D. Trump’ın “Meksika sınırına duvar öreceğini ve bunun masrafını da Meksika’ya ödeteceğini” söylemesi ve buna benzer birçok iddiası gülünç olmakla birlikte, bu gülünçlük pratiğe dökülmektedir. Zira kulağa ne kadar gülünç veya zalimce gelirse gelsin Mete Çubukçu’nun vurguladığı gibi D. Trump ABD başkanı olduktan sonra söylediği hemen her şeyi yapıyor.
Benzer şekilde Brezilya Devlet Başkanı Jair Bolsanaro’nun kulaklara zalimce gelen ama inandırıcı olmayıp “gülünçlüğe” yerleşen müstesna sözleri büyük bir tutkuyla gerçeklikteki yansımalarına doğru koşuyor. Ne var ki bu gerçeklik de kendi deviniminin denkleminden kaçamaz. Çünkü egemen tarafından üretilen “gülmenin” yarattığı politik uzam, başka oyuncuları çağırdığı gibi karşıtını diriltmeye de oldukça elverişlidir. Böylece “gülme” karşı taraf için de bir araca dönüşebilir ve onlar da gülmenin kurucu özelliğinden faydalanabilir. Misal günümüzde kulaklara en komik gelen düşüncenin sosyalist bir devrim olduğu hatırlanırsa gülünç olanın öngörülmezliği ve inanılmazlığıyla işçilerin bir devrim yapma vakti gelmiştir.
(1) H. Bergson (1900). Le Rire “Essai sur signification du comique” s.11.
(2) Ayrıca bkz. D. Le Breton (2018), Rire “Une antropologie du Rieur”, Métailié.
(3) R. Herzog (2013), Rire et Résistance “Humour sous le III. Reich”, Çev. Robert Darquenne, Michalon, s. 52-53.
(4) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/universitede-alkol-yasagi-21411434, erişim tarihi: 23.04.2019.
(5) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/milli-ickimiz-ayran-23146841 erişim tarihi: 23.04.2019.
(6) https://www.trthaber.com/haber/gundem/saat-2200dan-sonra-alkol-satilamayacak-87167.html erişim tarihi: 23.04.2019.
(7) http://www.mfa.gov.tr/ilisu-dam.en.mfa erişim tarihi: 23.04.2019.
(8) http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/1334749/Erdogan__13-14_bin_oy_farkla_secimi_kazandim_havasina_kimsenin_girmeye_hakki_yok.html?fbclid=IwAR0CL4NX4gs64THkTtQKkNMhfbEOzjILzjuUDB5JkiHkYy6d83Yu3aqFG24 erişim tarihi: 24.04.2019.