Dışarıdan tutuklu gazeteci arkadaşlarımı anlatmak...
Yakın bir zamana kadar birlikte yaşadığım arkadaşlarımı şimdi dışarıdan biri olarak anlatmak çok tuhaf bir duygu. Tahliye olduktan sonra demir kapıya kadar uğurlandığım sırada anladım aslında hiçbir zaman gerçek anlamda özgür olamayacağımı. Kapı eşiğini geçtikten sonra demir kapı tekrar üzerilerine kapanmadan aradaki bir saniyelik sürede, gözlerimiz birbirine değdi son defa.
Zehra Doğan
Bu gün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Böylesi bir gün sanırım en güzel böylesi bir ülkede yazılır. Yüzün üzerinde gazetecinin tutuklu olduğu bir ülke olarak birincilik bayrağını kimselere kaptırmamakla son derece tutarlı olan bu ülkede, yine de inatla özgürlüğe dair bir şeyler yazıp çizmek her zaman çok değerli olmuştur. Kim bilir belki de tezatlığındandır, bizde oluşturduğu mana. Böylesi bir günde dışarı henüz yeni çıkmış ve hâlâ dışarıda olmanın hissini yaşayamamış biri olarak içerideki gazeteci arkadaşlarımı anlatmaktan başka bir şey yapamayacağım.
Yakın bir zamana kadar birlikte yaşadığım arkadaşlarımı şimdi dışarıdan biri olarak anlatmak çok tuhaf bir duygu. Tahliye olduktan sonra demir kapıya kadar uğurlandığım sırada anladım aslında hiçbir zaman gerçek anlamda özgür olamayacağımı. Kapı eşiğini geçtikten sonra demir kapı tekrar üzerilerine kapanmadan aradaki bir saniyelik sürede, gözlerimiz birbirine değdi son defa. Arada bir santimlik farkla, benim konumum değişmişti bir anda. Ben özgür, geriye kalanlar ise tutsaktı. Ama gerçekten öyle miydi? Ben çıkarken her birinde kendimden bir ben bırakmıştım geriye, her birinden de kendisini almıştım yüreğime. Böylece geride benlerim kaldığı sürece ne ben tam özgürdüm, ne de içimde onlar olduğu sürece onlar tam tutsak. Şimdi izninizle bu gün için içimdeki benlerden gazeteci olanları anlatacağım sizlere.
ÖZLEM SEYHAN
Diyarbakır E Tipi Kapalı Cezaevi, kış mevsimiydi, iki yıl önceydi. DTK Eşbaşkanı Leyla Güven tutuklanarak aramıza katıldı ilk olarak. “Özlem de gözaltında onu da birazdan getirirler” demişti. Fakat günler geçti Özlem gelmedi. Serbest bıraktılar diye düşündük, bizdeki iyi niyet de insanı öldürür. Her an beterin beterini yaşamamıza rağmen, tuhaf bir inatsal iyi niyetten yine her şeyin iyisini düşünürüz. Bazen benim tepemi attırır kadınların bu aşırı iyi niyet halleri. Ama olmalı mı? Tabii ki olmalı. Aradan günler geçti, bir gece ansızın demir kapının çıldırtan gıcırtısı bir kez daha kulaklarımızı tırmaladı. Gardiyanın ciyak ciyak sesi koğuşun duvarlarında yankılandı, “Bayanlaaar size bir arkadaş daha getirdiiiim.” Hani yüz versek utanmadan müjdesini de isteyecek o derece. İçeri giren Özlem’di. Günlerce gözaltında kalmıştı, biz bile unutmuştuk Özlem’i. Gözaltı boyunca pek bir şey yiyememişti. İncecik bedeni hepten incelmişti.
Özlem, dışarıda kendisinden gazetecilik anlamında çok şey öğrendiğim bir gazeteci. JINHA’nın ilk kuruluş yıllarında büyük emek gösterdi, her muhabirle tek tek ilgilendi ve birlikte çalıştı. Henüz yeni olduğundan pek bir eşyası yoktu JINHA’nın. Olan da üç beş sandalye, bir iki masaydı. Her birini ayrı bir kurumdan topladığımız için rengarenk olmuştu ajansımız. Öyle ki JINHA’ya dair yapılan haberlerde, “dekoru da kadın yaşamına uygun tasarlanmış, rengarenk” diye geçiyordu. İşin gerçeği öyle olmasa da pek yakışıyordu yayın çizgimize toplama dekorlu ajansımız. O dönemlerde Özlem kendi çalıştığı prodüksiyon şirketini boşaltırcasına tüm eşyaları JINHA’ya getirmişti ve böylece daha da renklendi kadın ajansımız.
Kısa sürede Özlem yine dışarıdaki, hareketli esprili yaşamını içeriye de yansıttı. Hareketli hallerinden ve berrak bakışlarından dolayı arkadaşımız ona “dağ keçisi” adını taktı. Artık adı öyle kaldı. Hiçbirimiz Özlem’in hüküm alacağını düşünmek istemedik ve hep onun çok yakın zamanda tahliye olacağını umduk ama Özlem, “örgüte üyelik” suçlamasından 9 yıl 8 ay hüküm giydi. Şimdi Özlem Diyarbakır E Tipi Kadın Kapalı Cezaevi'nde kalıyor. Özlem’in gazeteci olduğunu, aksini inkar eden hükümet ve onun yargısı mı iyi bilir, yoksa onunla yıllarca çalışan ve ondan çok şey öğrenen biz gazeteci arkadaşları mı? Ama Özlem içeride hep şunu derdi: “Eğer anlatmak istediğiniz bir şey varsa bu bir şekilde anlaşılıyor ve yerini buluyor.” Evet belki bu gün Özlem’in ne dediğini pek bilmek istemeyenler var ama onun dediği gibi, onun bir gazeteci olduğu bir gün muhakkak anlaşılacak ve demek istedikleri yerini bulacak.
KİBRİYE EVREN
Birçok zorluğu, sıkıntıyı, engeli ajansta birlikte atlattık Kibriye’yle. Önce JINHA’da çalıştı Kibriye. 2016 yılında KHK ile kapatılınca JINHA, bu kez ŞUJIN’da çalışmaya başladı. Gecesini gündüzüne katıp durmadan emek sarf etti ŞUJIN için. Hani “erkeklerin eril diline çuvaldız niyetine”ydi ya ŞUJIN. Ondan olsa gerek dilleri acıdan kanadıkça duvarlara çarpan erkek aklı bu kez yeni bir KHK ile ŞUJIN’ı da kapattı. Kibriye bu kez yine gazeteci kadın arkadaşlarıyla birlikte JİNNEWS’i kurdu. Çok geçmeden de 9 Ekim 2018 tarihinde tutuklandı.
Kibriye onlarca kadınla birlikte aramıza katıldı. Bir anda curcunaya döndü küçük koğuşumuz. Yirmi kişilik C-4 koğuşu bir anda 41 kadınla dolup taştı. Kibriye’nin tutulduğu 12 kişilik C-3 koğuşu ise 25 kadınla doldu.
Kibriye ile duvar dibinde birbirimizi görmeden pencereden pencereye konuşuyorduk. Bana JINNEWS’i anlatıyordu. Kaç kadının daha aramıza katıldığını, iki yıldan bu yana çok şeyin değiştiğini, ajans olarak yaşadıkları olayları, her şeyi, pencereden pencereye, birbirimizi görmeden üstü dikenli tel örgülü, süslü çatlak duvarlara konuşarak anlatıyordu. Sanki hiç tutuklanmamış gibi, sanki aynı mahallede oturuyormuşuz da akşam sefası komşu sohbetleri tadında ilerliyordu konuşmalarımız. Oysa Kibriye ve diğer kadın arkadaşlarımız gözaltında epey zorluklara maruz bırakılmışlardı. Kapıları kırılmış, gözaltında çıplak aramaya maruz bırakılmış ve her gün hakaret işitmişlerdi.
Çok geçmeden ben 19 arkadaşımla beraber Tarsus T Tipi Kadın Kapalı Cezaevi’ne sürgün oldum, Kibriye ise kalanlar arasındaydı. Sabahın beşinde yaşlı gözlerle ayrıldık oradan. Birkaç gün sonra Leyla Güven’in, bir buçuk ay sonra ise Kibriye’nin açlık grevine başladığını duyduk içeride. Kibriye 16 Aralık 2018 tarihinden bu yana süresiz dönüşümsüz açlık grevi eyleminde. Kan kusuyor Kibriye, sağlık durumu kritik aşamada. Bağırsak sorunu, baş ağrısı, mide bulantısı, tansiyon düşmesi-yükselmesi gibi sorunların yanı sıra kas ağrıları nedeniyle de yürümekte zorlanıyor. Bu yüzden avukatları ve ziyaretçileriyle görüşemiyor artık.
DILBIRİN TURGUT
Dılbırin’le Tarsus Cezaevi’nde rögar kapağı iletişim hattı üzerinden başladı sohbetlerimiz. Ben o sıralar farklı bir koğuştaydım. Sonra tahliye olmadan o koğuştaki arkadaşları da göreyim diye yanlarına geçtim. İkimiz de Mardinli olduğumuz için uzun uzun “gündüz seyranlık gece gerdanlık” Mardin’i anlatırdık birbirimize. “Bir gün mutlaka Mardin Kalesi'ne gidip gün batımında bir kaçak çay içeceğiz” diyorduk.
Dılbırin, JINHA’nın Kürtçe servisinde çalışıyordu. Bölgeden birçok Kürtçe haber geçti JINHA’ya. Aynı zamanda kendi köyünün de muhtarıydı Dılbırin. Bu yüzden de hedef oldu zaten. “Köyünde örgüte yardım yataklık yapıyorsun” diye ceza verdiler. İki buçuk yıldır tutuklu.
Dılbırin de 5 Ocak’tan bu yana süresiz dönüşümsüz açlık grevinde. Aşırı kilo kaybı ve kas erimesi yaşıyor. Ayrıca Hepatit B hastası Dılbırin. Dılbırin, son görüşmesinde ablasıyla birlikte, “Gelecekteki barışta benim de bir payım olsun, zorluklar beni yıldırmaz. Tecrit son bulsun yeter” diye mesaj gönderdi bizlere.
MELTEM OKTAY
Meltem’le Nusaybin’de aylarca birlikte çalıştık. Aramızda en çalışkanımız Meltem’di. Halk tarafından çok seviliyordu. Nerede bir haber, orada Meltem. Aşırı hızlıydı, haberin ilk ajansından yayınlanması için ter döker, haberi en iyi şekilde ajansına ulaştırmasını başarırdı. Aylarca elektriğin olmadığı Nusaybin’de, jeneratörün önünden ayrılmaz, buz gibi havaya rağmen saatlerce haberini yazar, montajını yapar yayına hazırlardı. Ondan, onun azminden ve sevecenliğinden çok şey öğrendim.
Meltem Nusaybin’de yaptığı haberler gerekçe gösterilerek “örgüt propagandası” suçlamasından 2 yıl 4 ay hüküm giydi. Meltem Oktay şu an Gebze Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutuluyor.
Her biri ayrı bir öykü, ayrı güzel. Böylesi bir günde onları yazmak, aslında hiçbir zaman basının özgür olmadığını bir kez daha hatırlatıyor bizlere. Dileğimiz, tüm dünyanın özgür olması ve bir günün Dünya Basın Özgürlüğü Günü diye anılmasına gerek kalmaması.