Bir yönetim şekli olarak çoğunluğun tiranlığı
Genel olarak tiranlıkları besleyen şey tüm otokratik rejimlerde olduğu gibi ya ırksal hissiyatı beslemek yahut inanç mekanizmasını harekete geçirmek ile mümkün görünür. Bireyi ve kaynaşmalı olarak toplumu harekete geçirecek en önemli iki olgu din ve ırk hassasiyetidir. Tüm siyasi grupların söylemlerine bakıldığında propagandalar genel olarak bu hassasiyetler üzerinden yapılır.
Ayşe Tanas
Sizde de çok uzun zamandır birçok cephede savaşıyormuşuz hissi oluşmuyor mu? Nitekim böyle hissetmekte çok da haksız sayılmayız. Politik söylemler ile eylemselleştirilen ve neredeyse propaganda araçlarına dönüştürülen tüm durumlar siyasi parti üyelerinden ziyade bağımsız olması gereken devlet yetkililerinin elinde bile şiddet aracına dönüşmüşken, biz vatandaşların cenge gider gibi seçime gitmesi çokta şaşılası bir durum olmasa gerek.
Peki sağduyu ve sükunetle yapılması gereken kader tayini ve olacaksa makam devir teslimi neden hepimizin kabusu olup bizi bu denli acımasızca karşı karşıya getirdi?
Kardeşi kardeşe, komşuyu komşuya küstüren ortak alanlarda bile ortak paydada birleşemeyen vatandaştan nasıl olur da ortak bir kader tayini yapması beklenir? Bu zorlu seçim sürecinde neden her seferinde bu ayrışmanın müsebbipleri hiçbir öz eleştiri yapmazken ihale vatandaşa kalır?
Tam da bu süreçte tüm dünya küresel bir krizin eşiğinde kıvranırken, ülkedeki ekonomik kriz sofralarımıza kadar ölümcül bir hastalık gibi sinmişken nasıl olur da toplum olarak ortak bir eşikte buluşamayız?
Elzem ve hayati meselelerimiz olmasına rağmen bizi bu kadar ayrıştıran şey tam olarak nedir?
Belki de meselenin özüne inip bu ayrışmanın ana arterlerine bakmakta fayda var.
17 yıllık AK Parti hükümeti döneminde bu ülkenin vatandaşı olan her birey siyasi bir tercih yaparak duygusal ve bilişsel olarak taraf olmaya zorlandı. İlk dönemler sadece siyasi bir tercihin sonucu ortaya çıkan bu ayrışma, orta vadede etnik grup ayrışması şeklinde sona doğru ilerlerken son süreçte inananlar ve inanmayanlar olarak devrini kapatacak gibi görünüyor.
Bu yönetim hikayesinin sonundan başına bakıldığında bizi bu aşamaya getiren yönetim mekanizmasını tiranlık olarak yorumlamak çok da haksız bir yakıştırma olmasa gerek. Ancak bu, devletin yönetim şeklinin tiranlık olduğu anlamı taşımıyor. Burada bahsettiğimiz şey tam olarak çoğunluğun tiranlığıdır. Hakikat şu ki; AK Parti hükümeti kendi içinizde nasıl değerlendirirseniz değerlendirin, büyük bir seçmen tabanına sahip. Ve bu seçmen kitle bilinçli olsun yahut olmasın beğenin ya da beğenmeyin çoğunluğun eziciliği ile hâlâ kaderimizi tayinde ön sıradan söz sahibiler.
Peki çoğunluğun tiranlığı dediğimiz şey tam olarak nedir?
Devlet yönetim şekli olarak demokratik sistemlerin tartışılması sırasında ortaya çıkan ve temelinde kararların çoğunluğa göre alınmasını öngören, bu öngörü neticesinde birey ve azınlık gruplara yönelik baskıyı ifade eden bir çeşit demokratik despotizmdir. Bu açıdan bakıldığında 17 yıllık iktidar döneminde AK Parti seçmeninin ‘çoğunluğun tiranlığı’ etkisi altına girmiş olduğunu görmek mümkün.
Burada üzerinde durulması gereken tam olarak şu:
Demokratik seçim aygıtlarının nasıl olup da çoğunluğun elinde bir baskı ve sindirme aracına dönüştüğüdür.
17 yıldır neredeyse her alanda çoğunluğun kararlarının özelde birey genelde muhalif azınlıklara karşı dayatmaya dönüştüğü bu süreci besleyen şey tam olarak ne?
Belki de işe devlet yetkililerinin devletin bekasını koruma altına alma bilincini vatandaşta oluşturma düsturuyla öne attıkları milli irade kavramıdır.
İlk olarak Atatürk tarafından ortaya atılan milli irade kavramı şimdilerde devlet yetkililerinin en kullanışlı söylemi oldu.
Milli irade kavramsal olarak; ulusların hiçbir baskı ve dayatma altında kalmaksızın kendi isteğini ortaya koyması olarak bilinir.
Ancak milli irade durumunu çoğunluğun egemenliğine indirgemek oldukça yanılgılıdır. Milli irade kavramı siyasi bir aygıta dönüştürüldüğünde vatandaşı seçmenler topluluğuna indirgeyerek milletin iradesini de seçimler ve seçmenler olarak sınırlar. Milli iradeyi, çoğunluğun gücünü eline geçiren grup, muhalif gruplarla yapılacak toplumsal uzlaşmacı tavrı da ekarte eder. Bu bağlamda milli irade çoğunluktaki grubun diğer muhalif gruplar üzerinde hakimiyet kurarak karar ve isteklerini baskı ve yer yer şiddet ile dayatması olarak zühur eder. Siyasilerin diline pelesenk ettiği milli irade kavramı, çoğunluğun da yanılabileceği ve bu yanılgı sonucunda adil ve demokratik olmayan kararlar alınabileceği ile birlikte, çoğunluğun ezici gücünü sınırlayacak tüm oluşum ve varoluşları yok sayar.
Oysa çok uluslu ülkelerde çoğunluğun gücüne dönüşen demokratik yönetim sistemine kendi içerisinde diğer grup ve azınlıkların varoluşlarını tehdit etmesine mahal vermeden sınırlamalar getirmek, demokrasiyi despotizme çevirmekten kurtaracaktır. Etnik çeşitliliğe sahip ülkelerde grupların birbiri ile olan ilişkilerinin yanı sıra devletle olan ilişkileri de dinamiksel olarak hızlı bir değişkenlik gösterir.
Çoğunluğun elinde bulundurduğu güç önlem alınmadığında Türkiye tarihinde olduğu gibi kaos ve şiddet doğurarak bir tiranlığa dönüşmesi kaçınılmazdır. Nitekim halihazırda bu duruma artık çoğu kez şahit olmaktayız.
Genel olarak tiranlıkları besleyen şey tüm otokratik rejimlerde olduğu gibi ya ırksal hissiyatı beslemek yahut inanç mekanizmasını harekete geçirmek ile mümkün görünür. Bireyi ve kaynaşmalı olarak toplumu harekete geçirecek en önemli iki olgu din ve ırk hassasiyetidir.
Tüm siyasi grupların söylemlerine bakıldığında propagandalar genel olarak bu hassasiyetler üzerinden yapılır. Devlet aygıtı ise kendisini bu iki mekanizma üzerinden işler hale getirmektedir.
Peki pratikte tiranlığı ortadan kaldıracak şey nedir?
Maalesef ki gücün rıza ile çoğunluk tarafından azınlıklara pay edilmesi pek de mümkün görünmemektedir. Ancak yeni bir yönetim şekli yahut azınlığın da karar alma mekanizmasına eklenmesi garanti olmamakla birlikte çoğunluğun tiranlığını ortadan kaldırabilir.
Burada yapılması gereken şey ortak yaşam alanları ile birlikte kolektif, paylaşımcı, bölüşmeci bir yaşam sistemi oturtmak.
Özellikle fikri ve etnik çeşitliliğe sahip uluslarda ortakça yaşam ve yönetim alanları kurulmadığı takdirde kaos kaçınılmaz olacaktır.