Leyla Güven Türkiye'dir
İktisadi olarak toplumun geriletildiği, işsizleştiği, yoksullaştığı ve yaşam koşullarının zorlaştığı Türkiye’de, Leyla Güven’in sağlık durumu Türkiye’nin sağlık durumuna paraleldir. #LeylaYaşasın diyenler hukukun üstünlüğü ve demokrasi yaşasın diyorlar.
Sinan Ok*
Demokrasinin asgari gerekleri için siyaset bilimcilerin, değişik dönemlerde farklı ölçekler ve ilkeler geliştirdikleri bilinir. Farklı ideolojik bağlam ve dönemler nedeniyle bu demokrasi ölçütleri de farklılık gösterebilmektedir. Ancak (1) anayasa veya benzeri “esas alınan” asgari bir temel hukuk metninin “yürürlükte ve geçerli olması”, (2) periyodik seçimlerin yapılması ve (3) seçme ve seçilme özgürlüğünün olması, birçoğunun birleştiği ölçütlerdir. Demokrasi, siyasal iktidarın seçimle değişme olasılığının olmasıdır. Tüm eleştiri ve eksiklerine rağmen “seçimsiz” bir demokrasi varsayımı yapan henüz çıkmış değil. Yani seçim sonuçlarının sistematik olarak tanınmamasının da demokrasi içerisinde yeri yoktur. Ancak tek başına seçimlerin yapılıyor olması ise ortada bir demokratik düzen olduğunu göstermez.
Dünyada demokratikleşme modellerine bakıldığında her zaman “doğrusal” bir kurumsallaşma olduğu söylenemez. Çok az ülkede olan bu lineer gelişimin aksine otoriterlikten totaliterliğe varan “seçimli demokratikleşme” dönemleri yaşanıyor. Türkiye’de ise artık açığa çıkan durum, bazı tartışmaları bitiriyor aslında. 31 Mart seçim sonuçlarının aldığı hal, YSK’nin KHK’lerle ilgili kararına ilave olarak aldığı İstanbul kararı, yaşanan rejimin niteliğinin demokrasiden ne kadar hızla uzaklaştığını açığa çıkarıyor. Seçim sonuçlarının yani “halk iradesinin asgari göstereninin” tanınmaması açık hukuk dışılıktır.
AKP iktidarı 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını olağan bir şekilde kabul etmedi. Aslında bu seçime giderken 5 Haziran Diyarbakır katliamıyla, daha seçimden önce “yeni olağanüstü dönem” başlamıştı. 28 Şubat 2015’te AKP iktidarınca ret edilen Dolmabahçe Mutabakatı'nın ardından, barış süreci de denilen dönem de kapanmıştı. Bu dönemin kapanışı, geçen günlerde Anayasa Mahkemesi Eski Başkanı Haşim KILIÇ’ın ifade ettiği gibi “pozitif hukuk kurallarının ihlalinin” veya daha teknik ve hukuki bir değerlendirmeyle “anayasasızlaştırma süreci’nin” başlaması oldu. Gelinen aşamada Türkiye’de “demokrasi denilenin” tehdit altında olduğu gittikçe ifade ediliyor. Sadece bir cenahtan değil toplumun tüm kesimlerinden farklı farklı olaylar ve konularda anayasanın ihlal edildiği, hukukun objektif olmadığı, medyanın “medyanda” durmadığı, uzun bir süredir tartışılıyor. İlginç olan bu sürecin aktörlerinden olan Kılıç ve Davutoğlu gibi figürlerin de benzer eleştirilerde bulunmasıdır.
Bu hukuksuzluk iklimi ile Türkiye’deki siyasal ve ekonomik krizlerin aynı süreçlerde yaşandığını söylemek çok sıradan bir tespit olur. Kamuoyunun herhangi bir denetimi ve TBMM’nin olumlu anlamda herhangi bir etkisi olmadan 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimleri ile ortaya çıkan ucube rejim; hukuk, bütçe ve ekonomi düzeniyle toplumu tahdit ediyor. Toplumsal yaşamı da tehdit ediyor. Yine anayasasızlaşmanın en tipik örneği olan, Kürt kentlerindeki sokak yasakları ve devamında yaşanan kent yıkımlarının ortaya çıkardığı vahşet karşısında susturulan kamuoyunun, bu yeni süreci nasıl karşılayacağı çok bilinir değil. Gerek 16 Nisan referandumunda ortaya çıkan mühürsüz oylar sorunu, gerekse 31 Mart seçimlerinde ortaya çıkan İstanbul seçimleri ve “KHK’ler bahanesiyle verilmeyen mazbatalar sorunu” bu sürecin devam ettiğini gösteriyor. Sandıkla siyaset dışına itemediği siyasetçileri, seçilmiş belediye başkanlarını ve milletvekillerini çoğu zaman keyfi gerekçelerle tutuklayan, yerlerine dün Tatvan’da olduğu gibi kayyum atayan siyasal iktidarın tutumu hukukla açıklanamaz.
Anayasanın yok sayılması sonucunda ortaya çıkan bütüncül bir sorun da “TECRİTTİR.” AKP-MHP koalisyonunun, toplumu her türlü krize sokmak için dayattığı bu meseleye itiraz için Leyla Güven’in talebi sadece ulusal ve uluslararası hukukun uygulanmasıdır. Yani yukarıda ifade edilen asgari demokrasi için olması gereken hukuk devleti ilkesinin yok sayılmaması için tecrit kalkmalıdır. Sayın Abdullah Öcalan ile gerek devlet görevlileri gerekse yasal temsilcileri, aile bireyleri ve avukatları bu anayasasızlaşma sürecinin başına kadar belli kısıtlarla da olsa görüşebiliyorlardı. Bugün uluslararası ve ulusal hukukun öngördüğü, anayasanın uygun bulduğu, yasaların yasaklamadığı avukat, aile ve diğer görüşmeler kasıtlı olarak engellenmektedir.
Adalet Bakanı!nın 16 Mayıs’ta yaptığı “Görüş yasağı kaldırıldı.” açıklaması durumun keyfiliğinin de itirafıdır. Ayrıca Kürt meselesindeki anahtar rolü ile Sayın Öcalan’a erişimin kısıtlanmasının sonuçları tüm toplumu etkilemektedir. Bugün Türkiye’de yaşanan birçok sorunun çözümü için bu rolün yerine getirilmesine imkân açmak Türkiye’nin yararına olacaktır. Öcalan’ın ailesi ve avukatları ile yıllarca görüştürülmemesi, bu ülkede hukukun keyfiliği ve ulusal ve uluslararası hukukun nasıl ihlal edildiğini göstermek için somut bir örnektir.
Leyla Güven’in başlattığı “hukuk talebi” en somut haliyle 5275 sayılı kanunun 25'nci maddesinde şu şekilde düzenlemiştir: Ağırlaştırılmış müebbet durumunda hükümlü, kurum idare kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve on beş günde bir kez olmak üzere (f) bendinde gösterilen kişilere, süresi on dakikayı geçmemek üzere telefon edebilir. f) Hükümlüyü; eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi, belirlenen gün, saat ve koşullar içerisinde on beş günlük aralıklarla ve günde bir saati geçmemek üzere ziyaret edebilirler. Bu yasanın yıllarca ihlaline yönelik basit bir talep aslında ülkedeki “anayasasızlaşma sorununun” uzantısıdır.
Ayrıca bu süreçte tamamen ihlal edilen bir metne dönüşen cari anayasanın 80'inci maddesine göre; Leyla Güven “sadece oylarıyla seçildiği Hakkari bölgesinin değil” bütün Türkiye’yi temsil etmektedir. Tüm Türkiye’yi temsil eden TBMM üyesi Leyla Güven, tamamen hukuk içinde olan taleplerinin karşılık bulması için 196 gündür açlık grevindedir. Leyla Güven’in sesi Hewler’den Strazburg’a Galler’den Toronto’ya kadar karşılık buldu. İngiltere Başbakanı Teresa May’in açıklama yapma durumunda kaldığı tecrit durumunun kalkması için bugüne kadar açlık grevine giren sekiz kişi yaşamını yitirdi. Türkiye cezaevlerinde mahkum binlerce kişi şu anda bu hukuksuzluğa itiraz etmek için açlık grevindeler. 30 kişi açlık grevini ölüm orucuna dönüştürdü. Leyla Güven dışında Van Milletvekilleri Murat Sarısaç ve Tayip Temel, Diyarbakır Milletvekili Dersim Dağ’ın açlık grevleri ise 80 güne yaklaştı. Açlık grevinde olanların ailelerinin tamamen demokratik olan gösteri ve yürüyüşleri ise tamamen hukuksuz saldırılara her gün maruz kalmaktadır. Her birinin ömrü bu ülkenin hukuksuzluklarına tanıklık ile geçmiş annelerin beyaz tülbentine reva görülen yaklaşım sadece hukuku değil toplumsal adalet algısını da yıkmaktadır.
Siyasal iktidarın seçim hesapları ile yaklaştığı bu yaşamsal sorunun, Türkiye’nin içinde bulunduğu tüm krizlere etki eden bir mesele olduğu görülmelidir. Tecrit sadece İmralı’da değil, medyada sansür, siyasette kutuplaştırıcı dil, ekonomide yandaşlaştırma ve kriz şekillerinde yaşanmaktadır. İktisadi olarak toplumun geriletildiği, işsizleştiği, yoksullaştığı ve yaşam koşullarının zorlaştığı Türkiye’de, Leyla Güven’in sağlık durumu Türkiye’nin sağlık durumuna paraleldir. #LeylaYaşasın diyenler hukukun üstünlüğü ve demokrasi yaşasın diyorlar. #LeylayaSesVer diyenler barışın sesi yükselsin diyorlar. Hukukun uygulanması için ölüm orucuna girmek zorunda kalanların bu ülkede yaşam hakkı için mücadele ettiğini görmek zorundayız. Yaşam hakkı sadece nefes almayı değil özgür düşünmekten özgür seçebilmeye, yazabilmeye ve konuşabilmeye kadar boyutları içerir. Tecride karşı yaşam hakkının ne kadar korunduğu, Türkiye’nin rotasını görmek için de bir gösterge olacaktır. Leyla Güven halen Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesidir ve bu Meclisin dört üyesi açlık grevindedir. Bu ülkenin Adalet Bakanı'nın geçen hafta ifade ettiği yasağın kalktığı görülürse, bu ülkede hukukun olup olmadığı da görülecektir. Hukukun açığa çıkarılması için ise nasıl bir bedel gerektiği ise ibretlik bir deneyim olarak tarihe geçti.
(1) https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2019/04/25/khk-hukuksuzlugu-hukuk-devletinden-istifadir/