Benlik yitimi ve özgürlük anlayışımız
Türkiye’de herhangi birine, “özgürlükten ne aldığı?” sorulsa kişi yorumunu feylesofik bir düzeyde başlatsa da, yorumun nihayeti illa ki Türkiye’nin hal-i pürmelaliyle ilişkilenir. Bu kaçınılmaz son yurdum insanın politik karakteriyle, siyaset seviciliğiyle ilintilidir diye peyda olmuyor.
Hatice Özhan*
İnsan, hayatın sirkülâsyonu gereği ruhsal ve düşünsel açılardan devamlı bir deri değiştirmeden geçen bir varlık. Bu geçiş esnasında bireyselliğine ilişkin önemli noktaları işaretlemeden geçecek kadar da, yanı sıra, aceleci bir varlık. Sırtında bir kambur misali taşıdığı hayaller yüklü koca dünyasını tamamlama arzusu onu fazlasıyla tez canlı kılıyor. Aksi takdirde dünyası başına yıkılacak diye ödü kopuyor. Onu dünyasının hamalı kılan bu korkuyla dünyanın işini yetiştirirken bir yandan da değişime uğrayan derisi soluklaşıp matlaşarak varlığını görünmezleştirmiştir. Her duruma rağmen değişimi reddetmeyen bizimki, kendisi dışında her şeye yetişmeye çalıştığı seyrüseferinde varış noktası her daim o tekdüze hayatı. Kendin için ne yaptın; bir birey olarak bu dünyada yerin neresi adlı bir soruyla karşısına çıksak bocalayacaktır şüphesiz. Bizim bu çalışkan “varlığımız”, koca dünyanın üstesinden gelir de bir kendisinin birey tarifinde oblomovlaşır. Birinci tekille konuşur ancak bahsettiği onlardır. Anlatım cümlelerine başkalarının kelimeleri, sesleri; siluetleri sıvışıverir. Benlik inşasında arsa kendisiyken kullandığı malzemeleri ise başkalarınındır hep.
Bu Oblomov herkestir, hepimiziz…
Belleğimizin dâhili deposunda el değmeden istifleşen onca yabancı cümleyi yerlerinden çıkartıp kendimizi sözüm ona anlatmaya başlarız. İnsan zihninin kaçış supabı bir başka zihin ya da olgu oluyor nihayetinde. Beynimizle zihnimizi birleştiren dikişleri patlama noktasına getirdiğinden bu durum, hep bir başkası gibi yaşıyoruz. İnsanın kendini değerli, değer verilen, içinde bulunduğu topluluklarda yeri olan ve sevilen biri olarak kabulünü sağlayan benlik saygımız gelişmediğinden doğuyor olsa gerek bu bitim. Yoğun empati gücümüzden ileri gelen bir başkasını sevicilik değildir sebep. Benlik oluşumumuz eksik tamamlanmıştır, her deri değiştirişimiz bireyselleşme özelliğimizi de beraberinde aşındırmıştır. Kaşımız, göz rengimiz, DNA’mızdan ibaret olan fenotipimizin bizi emsalsiz kılmasından başka özgünlüğümüz yok denecek düzeyde. O da doğanın, taş atıp yorulmadan bizim avucumuza kondurduğu bir bahşişi. Yaşam becerilerimizin büyük bir kısmı içimizdeki gulaglarda yok oldu, sağ kalanlarsa hayatın içinde mayalanan hırsla kesiflendiğinden asosyal biri olarak atar bizi bir köşeye. Hal böyleyken de konu biz olduğunda anlatılan hep başkasıdır ya da konuyla alakasız herhangi bir şeydir.
Misal Türkiye’de herhangi birine, “özgürlükten ne aldığı?” sorulsa kişi yorumunu feylesofik bir düzeyde başlatsa da, yorumun nihayeti illa ki Türkiye’nin hal-i pürmelaliyle ilişkilenir. Bu kaçınılmaz son yurdum insanın politik karakteriyle, siyaset seviciliğiyle ilintilidir diye peyda olmuyor. İnsanların büyük çoğunluğunun birey olarak kendisini işitmemesi, algı mekanizmasının yaşadığı coğrafyada baş gösteren olumsuzluklarla işlevsizleşmesiyle ilişkilidir nitekim.
Benlik/kendilik yitimi ucube bir algıda seçicilikle yitime uğramıştır Türkiye insanında. Özgürlüğü tanımlamak için özgürlüğün tadına varmış olması gerekmez mi dillerimizin?
Özgürlük tanımınızı ilk insandan başlatıp günümüze değin ya da bir komşunuza; börtü böceğe de getirebilirsiniz görecelik durumu gereğiyle. Ya da egosantrik davranarak özgürlüğü en ilkelce sadece kendinize hakmış gibi yorumlaya da bilirsiniz. Seçim sizin… Ancak bu seçenekler değerlendirildiği halde özgün bir tanıma ulaşamıyor olmamız, konunun tekrarla Türkiye’de “özgürlük sorunu”na dayanıyor olması patolojik bir vakıa değilse de nedir? Türkiye’de görülen özgürlükler sorunu elimizden özgün bir tanım/yorum yapma hakkımızı elimizden almıştır. Vaziyet böyleyken felsefenin derin sularında yüzmek, midye toplarcasına derinlere inerek doğru kelimeleri bulup çıkarmak çok büyük bir lüksün alametifarikası. Özgürlükten anlaşılanın sığ bir retorikte can vermesi ve bu yüzden herkeste sezinlenen yas havası ve görülen hüzün, Türkiye’nin “özgür olmayan ülkeler” kategorisini kendisine mesken eyleyişidir. Türkiye’nin kurtulmak istemediği aşağıdaki girdaba bir baksanıza, kendiniz için üzülmemek elde mi?
Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) Örgütü’nün 2019 raporu yayımlandı: Türkiye 157'nci sırada.
Uluslararası Basın Enstitüsü’nün hazırladığı rapora göre 15 Temmuz 2016’dan bu yana kapatılan medya kuruluşu ve basımevi sayısı 170’e ulaşırken, Türkiye hükümeti medyanın yüzde 95’ini etkisi altına aldı.
Dünya çapında özgürlük ve demokrasinin yayılmasını destekleyen Washington merkezli bağımsız bir sivil toplum örgütü olan Freedom House, ülkelerin 2019 yılı temel özgürlük seviyelerini gösteren yeni raporunu yayımladı ve Türkiye 195 ülke arasında 114’üncü sırada.
Durumunun eskiye göre ‘kötüye gittiği’nin belirtildiği Türkiye, Çin, İran, Irak, Suriye, Rusya ve Venezuela gibi ülkelerle ilk kez “ özgür olmayan ülkeler’ kategorisinde gösterildi.
Türkiye insani özgürlük endeksinde 162 ülke arasında 107’nci sırada yer aldı. En son 2016 yılında yapılan bu araştırmanın üzerinden geçen sürede Türkiye’de despotizm ivmesi yükselmesini sürdürürken, insanlar konuşma yetisini kaybetmediğine şükretsin durumunda bırakılıyoruz pekâlâ.
Yurttaşının retoriğini cüzdanın içi gibi boşaltan Türkiye realitesi düşünür Adorno’nun o çok meşhur “yanlış hayat doğru yaşanmaz” sözü üzerinden yeniden temel ve telkin kazansa keşke. Adorno da tıpkı bizler gibi özgürlüklerin çiğnendiği bir yerin insanıydı. Hitler Almanya’sından yine tıpkı bizler gibi yitirdiği özgürlük tanımını bulmak, fikirleriyle de ülkesine hak ettiği özgürlüğü getirmek için düşünsel bir sürgüne giden Adorno’nun Amerika’daki yoğunlaşmasında özgürlüğe dair her iki amacına ulaşması bir feyizdir bizler için belki de. Yanlış hayat nasıl ki doğru yaşanmıyor, yanlış tercihlerle de doğru bir ülke oluşamaz. Türkiye safralarından kurtulmadıkça da sağlıklı tanımlar doğmayacağı gibi yanlışların doğruları götürmesinden ötürü de benlik yitimi sürmeye devam edecektir.
Haber kaynakları:
Sosyolog-yazar