Ekrem İmamoğlu solun ikinci ‘Yetmez ama evet’i mi?
Geçtiğimiz günlerde 2010 Anayasa Referandumunda tercihini ‘Yetmez ama evet’ yönünde kullanan bir arkadaşım da benzer biçimde, ‘‘Biz o dönem askeri vesayetin geriletilmesi için ‘Yetmez ama evet’ dedik. Siz de bugün AKP’nin geriletilmesi için İmamoğlu’na ‘Yetmez ama evet’ diyorsunuz. Bunlar aynı şey’’ dedi. 2010’da ‘Yetmez ama evet’ diyenlerdeki genel kanaat de sanırım bu yönde.
Ahmet Saymadi
Millet İttifakı’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu Ramazan Bayramı kapsamında Doğu Karadeniz turu yaptı. Giresun’da yaptığı konuşmada, “Topal Osman’a bağlıyım” dedi. İmamoğlu’nun bu beyanı İmamoğlu’na oy vereceğini deklare eden sol çevrelerde bir tartışma yarattı.
Ekrem İmamoğlu’nun daha önce yaptığı kimi açıklamalar da benzer tartışmalar yaratmıştı. Seçim öncesi Alparslan Türkeş’i ve Turgut Özal’ı anması da tartışma yaratmıştı. Ancak bu anmalar seçim öncesi sağ seçmeni ikna etmek için yapılan birer hamle olarak değerlendirilmişti. Tabii bir de ittifakın İYİ Parti bileşeni üzerinden oluşan dengeler vardı.
31 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanmasının ardından AKP seçimi YSK eliyle iptal etti ve seçimlerin 23 Haziran’da tekrar edileceğini ilan etti. Ekrem İmamoğlu 31 Mart’tan sonra 6 Mayıs’ta Deniz Gezmiş’i, 27 Mayıs’ta ise Adnan Menderes’i andı. İmamoğlu’nun birbirinden çok farklı isimleri arka arkaya anması, ‘‘Her görüşten 16 milyon İstanbulluyu kucaklama’’ söylemiyle uyumluydu. Sol meseleyi yine tartışsa da seslendiği genel kitle için bir fazla bir tartışma zemini yaratmadı.
Ancak şöyle detaylar da gözlerden kaçmadı. YSK kararının açıklanmasının beklendiği gün, Ekrem İmamoğlu’nu Ömer Koç ziyaret etti. İmamoğlu Ramazan Bayramı’ndaki Karadeniz turuna da Koç Holding’in uçağıyla gitti. İmamoğlu her türden sağcıyı anarken 31 Mayıs’ta Gezi’yi anmayı es geçti ama aynı gün Kadir Gecesi’nde katıldığı cami programını canlı yayınladı ve son olarak, ‘‘Giresun’da Topal Osman’a bağlıyım’’ dedi.
Topal Osman’la ilgili 2006’da Birikim Dergisinde (1) bir yazı kaleme alan eski Taraf gazetesi yazarı Ayşe Hür bu tartışmalar üzerine, ‘‘Solcu arkadaşlar ‘İmamoğlu’nun çizgisini biliyoruz, Yıldırım’a karşı kerhen destekliyoruz, çünkü artık devrime inanmıyoruz, parlamenter sistemden başka yol görmüyoruz, belediye başkanlığını CHP’nin kazanmasını düzen değişikliği sanıyoruz, Yetmez ama evet’ desinler sesimi keserim’’ dedi.
Geçtiğimiz günlerde 2010 Anayasa Referandumunda tercihini ‘Yetmez ama evet’ yönünde kullanan bir arkadaşım da benzer biçimde, ‘‘Biz o dönem askeri vesayetin geriletilmesi için ‘Yetmez ama evet’ dedik. Siz de bugün AKP’nin geriletilmesi için İmamoğlu’na ‘Yetmez ama evet’ diyorsunuz. Bunlar aynı şey’’ dedi. 2010’da ‘Yetmez ama evet’ diyenlerdeki genel kanaat de sanırım bu yönde: Vaktiyle bizi eleştirdiniz ama şimdi yaptığınız şey aynı!
‘‘Yetmez ama evet’’ solun belli bir kesiminin tercihi olsa da aslında 2010 referandumundaki tutum, sol içerisinde AKP’nin iktidara gelmesiyle daha da belirginleşen ayrımları netleştirdi. AKP’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerini “muhafazakar demokratik devrim” olarak değerlendiren Birikim dergisinin baş yazarı Ömer Laçiner, referandumdan sonra ortaya çıkan durumu şöyle değerlendirmişti: ‘‘Sosyalist sıfatlı bu mikrokozmoz, böylesi bir eğik düzlemde gidişini sürdürürken, bu yol ve gidişten kurtulabilmek için hepsi de başarısızlıkla sonuçlanan aynı birleşme formülünün değişik varyantları içinde uğraşmaktan başka bir yol da bulamamıştır. Birikim’de bu durum ve gidişin önlenemez olduğu; çünkü söz konusu odakların tümünün içinde yer aldığı geleneksel, harcıalem tanımlı sosyalizm anlayışının, perspektifinin bu kaderi kaçınılmaz kıldığı başlangıçtan beri vurgulanarak anlatıldı. (…) Her ne kadar artık apayrı zihniyet dünyalarında olduğumuzu daha bir açıklıkla gördüğümüz bu mikro-dünyanın bileşenleri ile giderek uzlaşma noktalarımızın yok olduğunu fark etmekle birlikte, ortak tarihimiz ve mirasımız hatırına diyalog kanallarını daima açık tutmaya gayret eden bir dil ve tavır içinde olduk bugüne değin. Ama iki sayı önce de belirttiğimiz gibi bunun, bu yolun sonuna geldiğimizi kabul etmek zorundayız.’’ (2)
Ömer Laçiner’in yazısında bahsettiği ayrışmayı ya da kopuşu Ertuğrul Kürkçü ise şöyle tariflemişti: ‘‘Hangi niyetle ve hangi kuvvetle hangi doğrultuda propaganda yapmış olursak olalım, referandum sonrasında oluşan büyük politik güç denklemi tablosu bu öngörüyü doğruladı. "Hayır" oyları CHP+MHP blokununkiyle, "evet" oyları AKP+Fettullah Gülen+Necmettin Erbakan blokununkiyle, "boykot" ve bilinçli geçersiz oy kullanma tavrıysa BDP+sosyalistlerin blokununkiyle eklemlendi. (...) Referandumun pratik sonuçları özellikle "Yetmez ama evet" tavrını benimsemiş olanları AKP'nin liberal-muhafazakâr hegemonya alanına böylesine hapsetmişken, kendi dışlarındakilere dönüp "30 yıldan beri sadece önceki yıllarda edinebildiği gücünü değil, potansiyelini de giderek tüketip bugünlere gelen bu çok odaklı dünya, vaktiyle içinde ve çevresinde yaşatabildiği entelektüel-fikri ağırlıktan türeyen prestiji ve özellikle '60-70'li yıllarda verdiği mücadelenin sağladığı moral üstünlüğü de büyük ölçüde aşınmış, artık sözü edilemez düzeye düşürmüştür," diyenlerin bu değerlendirmenin kendilerine en az başkalarına olduğu kadar yakıştığını görmeleri gerekmez mi? 20'nci yüzyıl devrimleri yenilirken sosyalist hareketin Türkiye'de bu yenilgiden kendisine düşen payı almamış olacağını düşünmek, gerçek karşımızda çırılçıplak dururken "bu bizim gerçeğimiz" değil diye çırpınmak beyhude. İstediğiniz yere çekilin, istediğiniz kapıyı kapatın, özgeçmişiniz sizi sırtınızdaki pelerin gibi izler. (...) Demokratik anayasa iddiasıyla referanduma giren AKP'nin referandum sonrası ilk icraatının bir "gizli anayasa" imal etmek olduğunu eklemeye bilmem gerek var mı? AKP iktidarı altında siyasal İslam'ın hegemonyasını pekiştirişi cumhuriyet tarihini boydan boya kat eden siyasal-kültürel kamplaşmayı da yeniden üretiyor. Laiklik-İslamcılık; merkeziyetçilik-ademi merkeziyetçilik, Doğuculuk-Batıcılık olarak çeşitli düzeylerde kendini dışa vuran bu kamplaşma sol ve sosyalist harekete emekçilerin gerçek çıkarlarıyla ilişkilendirilmemiş bir sağ-sol ayrımı halinde yansıyor.’’ (3)
Buraya Ertuğrul Kürkçü referans verdiği için 2010 referandumunda ‘Hayır’ diyen ÖDP’nin, Genel Başkanı Hayri Kozanoğlu’nun yazısını da eklemek de yarar var. (4) Ömer Laçiner’in ve Ertuğrul Kürkçü’nün referandumun hemen ardından yazdığı yazılardan, ayrışmanın sadece referanduma dair bir tutum olmadığı, evvelinin ve ahirinin de olacağı görülüyor. Geçen dokuz yıllık zaman ‘Yetmez ama evet’ diyenlerin yanıldığını ortaya koydu.
Dolayısıyla solun Ekrem İmamoğlu’na verdiği taktik desteğin, ‘Yetmez ama evet’ olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Ekrem İmamoğlu’nun durduğu politik zemin sol tarafından bilinmekte olup, verilen desteğin taktiksel olduğu açık. Sol kesim AKP’nin gerilemesinin verdiği moral ve motivasyonla coşkuya kapılsa da tutumu net.
Solun tutumunun ne olduğuna Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi’nin (SYKP) eski Eşbaşkanı Tuncay Yılmaz iyi tariflediği için sözü ona bırakıyorum: ‘‘31 Mart ve yenilenecek İstanbul seçimleri dolayısıyla yaptığımız bu tartışmayı kendi kavramlar seti üzerinden yapacak olursak; (...) Faşist AKP-MHP Bloku'nu geriletmek için batıda CHP adaylarını destekleme taktiğini “CHP’ye yamanmak” olarak tanımlayanlar dahil herkes 1 Nisan sabahı ve sonrasında kitle hareketinde ortaya çıkan yükselişten moral almış, faşizme karşı mücadele umudu büyümüştür. Hem “seçimlerle olmaz” deyip bu taktiği küçümseyen, hem de sonuçtan kendine pay çıkaran ama ders çıkarmayan “politik zavallılaşma” ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Gücümüz ve örgütlülüğümüz olsaydı ve aktüel bir faşizm tehdidiyle yüz yüze olmasaydık İmamoğlu gibi bir düzen içi seçeneğe mahkum kalmadan, seçimlere yönelik yapılan darbeye izin vermeden ve hatta bu kadar maniple edilmiş seçimlere dahi izin vermeden halk meclislerinin iktidarını ilan ederdik.(..) Bir yandan faşizmi istemeyen düzen içi güçlerle birlikte anti-faşist mücadele vereceğiz, aynı zamanda ve bu mücadelenin içerisinde kitlelere gerçek kurtuluşun ancak demokratik ve sosyal bir cumhuriyette, sosyalizmde olduğunu anlatacağız. Yani kimi burjuva siyasetlerle faşizme karşı aynı tarafta kalsak da, o taraf içerisinde de başka bir hegemonya mücadelesi devam ediyor olacak. Formüle edecek olursak, Binali’ye (faşizmi kurumsallaştırmak isteyenlere) karşı İmamoğlu’nu, İmamoğlu’na (kapitalizmi kalıcılaştırmak isteyenlere) karşı sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz eşit ve özgür bir dünyayı, yani sosyalizmi savunacağız.’’ (5)
1. Ayşe Hür: Çağımızın Bir (Başka) Kahramanı: Topal Osman
2. Ömer Laçiner: Yeni Bir Dönemin Eşiğinde
3. Ertuğrul Kürkçü: Referandumdan Sonra...