Tartışma mı, yoksa tartışma görünümlü bir münazara programı mı olacak?
İsmail Küçükkaya her iki adaya da “seçildiği taktirde, İBB’nin mali kaynaklarının nasıl kullanılacağı ile ilgili” bir soru yönetir ve onlardan cevap beklerken, Binali Yıldırım’ın cevabı sonrası söz alan Ekrem İmamoğlu “25 yıldır İBB’nin yönetimi sizde, bu söylediklerinizi şimdiye kadar neden hayatta geçirmediniz” diye bir cevap verirse, münazara olarak başlayan program aniden bir tartışma programına dönüşür mü?
Alisait Yılkın*
Son yıllarda, Türkiye’de her konuda bilgisi olduğu düşünen insanlar kümesi türedi. Örneğin geçenlerde kamuoyu tarafından da tanınan bir sosyal medya kullanıcısının hesap tanıtım kutucuğunda kendisini şöyle tanımladığını gördüm: “Siyaset Bilimci, Hukukçu, Öğretim görevlisi, Spor Yorumcusu ve Ekonomi Uzmanı”. 50’sine daha yeni merdiven dayamış bir bireyin her biri için belli bir asgari eğitim gerektiren bütün bu uzmanlık alanlarını bir bünyede toplaması mümkün mu? Siyaset veya ekonomi bilimi, adı üstünde “Bilim” koca bir derya... Bu sosyal medya kullanıcısının, her konuda bir bilgisi var ve her konu üzerine bir fikir beyan ediyor. Birkaç gündür bunu düşünüyorum. Rahmetli babam “senin kafan çok çalışıyor gibi ama sıkıntı; bu Türkiye Cumhuriyeti’nden ne kadar boş iş varsa hep sen kovalıyorsun” derdi. Bazen diyorum yoksa babam haklı mıydı? Böyle şeyler üzerine düşünmek boş bir uğraş mı? Çünkü bu ve buna benzer konular üzerine düşündüğüm zamanlarda, esas yapmam gereken işleri yetiştirmekte güçlük çekiyorum. Fakat bilgi sahibi olduğum bir konuda fikrimi beyan etmesem böyle insanların türemesine bir nebze de olsa ben de katkı vermiş olmuyor muyum? Belki çok iddialı bir çıkış olacak ama; aşağıda devamını okuyacağınız bu yazı, böyle insanların ortaya çıkmasına engel olma amacını taşımaktadır. Çünkü, bilgi, becerileri ve deneyimleriyle bu durum karşısında mücadele eden insanlar kümesindeki sayı günbegün azalmaktadır.
Son 15 gündür tartışılan ve en sonunda, Millet İttifakı (CHP, İYİ Parti) ile Cumhur İttifakı’nın (AKP, MHP) İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları, Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın, 16 Haziran 2019 Pazar günü canlı yayınlanacak bir televizyon programında karşı karşıya gelmeleri kararlaştırıldı. Peki 17 yıla yakın bir süredir iktidarı elinde tutan AKP neden böyle bir karar aldı veya almak zorunda kaldı? Yapılan seçim analizlerinde veya sosyal medya aracılığı ile yapılan paylaşımlarda, AKP’nin bu seçim hamlesi, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan ve de akla hayale sığmayacak cümleler ile açıklanmaktadır. Hatta işi komplo teorileri ile açıklayanlar bile var. İşin ilginç tarafı, bu mesnetsiz cümleleri kuran ve yanlış olduğunu bilenler dahi, belli bir süre sonra hiçbir dayanağı olmayan bu sözlere kendisi de canı gönülden inanmaya başlamaktadır. Diğer bir soru ise; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olmak için yarışan bu iki adayın, kameralar önünde karşı karşıya gelmesi bir “tartışma mı yoksa münazara programı mı” olacak? Bu yazıda, bu iki soruyu cevaplamaya çalışacağım. İkinci sorudan başlayarak ilerlemek işimizi kolaylaştıracaktır.
Bilindiği üzere, 1983 yılında başlayan ve Türk siyasetinde bir gelenek haline gelen, siyasi parti liderlerinin kameralar önünde karşı karşıya gelip, kendi proje ve de seçim vaatlerini, diğer parti liderleri ile tartışmakta ve program sonunda da seçme hakkına sahip seçmenlerin kendi partileri lehine oy vermeye davet etmekteydi lakin; demokrasimiz ve şeffaflık adına güzel bir ilerleme olan bu durum, AKP tarafından 17 yıldır tedavülden kaldırılmıştı. Bunun tek istisnası, 2008’in son günlerinde, o tarihte CHP Milletvekili olan Kemal Kılıçdaroğlu ile eski AKP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek arasında yapılan tartışma programıdır. Hemen hemen bütün yazar ve çizerler (gazeteciler, akademisyenler, kanaat önderleri, tartışma programları vesaire…) tarafından, İBB Başkanı olmak için yarışan Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım’ın, kural ve nizamı (yayın saati, soru sayısı, programı yönetecek olan sunucu vesaire…) önceden belirlenen ve tüm televizyon kanallarından da canlı olarak yayınlaması planlanan, bu programın adı bilinçli veya bilinçsiz olarak “münazara yerine tartışma programı” olarak gösterme gayreti içerisindeler. İsterseniz öncelikle, tartışma ile münazara arasındaki farkı tanımlayarak başlayayım. Türk Dil Kurumu Sözlüğü, tartışmayı “birbirlerine karşıt düşüncelerin karşılıklı savunma”, münazarayı ise “bir konu üzerinde, belli kural ve yöntemlere uyularak yapılan tartışma” olarak tanımlanmaktadır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere, 16 Haziran 2019 gecesi yapılacak olan bir tartışma değil daha çok tartışma görünümlü bir münazaradan ibaret olacaktır. Zaten bunu ben söylemiyorum, AKP ile CHP Parti sözcülerinin yapmış olduğu açıklamalar da bunu kanıtlamaktadır. Örneğin, bu iki partinin sözcüleri “yapılan görüşmeler sonucunda, altı madde çerçevesinde bir protokol imzalandığını” kamuoyuna duyurdu. Yapılan bu açıklama, münazara kavramını açık ve net olarak tanımlamaktadır. Öte yandan, en azından benim anlamakta zorluk çektiğim mesele ise; bizlere neden bunun bir tartışma programı olmadığı bilakis; bir münazara programı olduğunu açık seçik olarak söylenmediği. Yani, münazara yerine tartışma kelimesini kullanılarak Türkiye’deki demokrasi kavramına daha mı fazla katkı sağlandı veya sağlanacak? Peki, tartışma görünümlü bu münazarada neden diğer partilerin adayları yok? Türkiye’nin hem nüfus hem de ekonomik anlamda en büyük şehri için dört parti adayı (MHP+AKP, İYİ Parti+CHP, Saadet Partisi ve Vatan Partisi) ile 17 bağımsız aday yarışıyor ama bir yurttaş ve de seçmen olarak bizler 21 belediye başkan adayından sadece ikisinin adını duyuyoruz. Bütün yazılı ve görsel basın yayın organları, özellikle münazara kelimesini neden sorgulamadan kullanıma sokulmasına katkıda bulundu? Biliyorum çok naif sorular ve de okuyuculardan da “senin takıldığın meseleye bak” diye ve babamın sözünün haklı olarak söylendiğini duyuyor gibiyim. Fakat, nasıl elma ile armudun birer meyve ve her ikisinin de yenilenen birer meyve olmalarına rağmen, bizler bu iki meyveyi farklı iki isim altında tanımlıyorsak, tartışma ile münazara için de aynı durumun geçerli olması gerekmez mi? Örneğin, elmanın tatlısı, ekşisi vesaire olurken, armudun farklı özellikleri yok mu? Bu yüzden, aynı bu iki meyvede olduğu gibi, tartışma ile münazara da aynı görünen ama farklı anlam ve amaçlar taşıyan kavramlardır. Bu ayrım net bir şekilde yapılmadığı taktirde, birer seçmen olarak bizlerin, planlanan bu programdan doğru dürüst bir sonuç almamız mümkün değildir. İşin ilginç tarafı ise; iktidar kanadı canhıraş bir şekilde tartışma görünümlü bu münazara programını kasıtlı olarak hep bir tartışma programı olacağını göstermeye çalışırken, aynı şekilde rakip parti yetkilileri de bunun bir tartışma programı olacağını her fırsatta vurgulamaya devam etmektedir. Neden? Ekrem İmamoğlu ve onun seçim kampanyasını yürütenler neyi amaçlamaktadır? Ekrem İmamoğlu’nun tanınmaya ihtiyacı mı kaldı veya AKP lehine oy kullanan seçmenlere sesini duyurmakta mı zorlanmakta? Eminim bu sorulara, Ekrem İmamoğlu’nun seçim kampanyasını yürütenlerin daha sağlıklı bir cevabı olacaktır ama benim cevabım onlar da AKP’nin bu hamlesini beklemiyorlardı.
Peki 17 yıl boyunca böyle bir talepte bulunmayan ve muhalif partiler tarafından yapılan çağrılara burun kıvırarak geri çeviren AKP yönetimi, neden ana muhalefet partisinin kapısını çalmak zorunda kaldı? Yaklaşık 10 yıldan fazla bir süredir kendi akademik araştırma alanım olması nedeniyle, bütün partilerin seçim kampanyalarını takip etmekteyim ama; ilk defa AKP’nin bir seçim kampanyasında bu kadar bocaladığını gözlemlemekteyim. AKP iktidara geldiği ilk günden beri, Türkiye’de siyasi gündemi belirleyen bir parti profili çizerken son iki aydır, Türkiye’de gündemi belirleme rolünü muhalif partilere kaptırmış durumdadır. Hatta AKP içerisinde tamamen bir kafa karışıklığı ve de bir özgüven bunalımı yaşandığı ayan beyan ortadadır. Örneğin, AKP 31 Mart 2019 Yerel Seçimleri için seçim kampanyasını bir “beka ve ayrıştırıcı” bir söylem üzerine kurmuşken, şimdi daha çok “birleştirici ve pozitif” bir dil kullanılmaya çalışmaktadır. Yapılan bu hamleden çıkarabileceğimiz sonuç, bunun arkasında bir komplo aramak yerine, bu münazara teklifinden ortaya çıkacak muhtemel sonuçlardan AKP’nin daha fazla bir beklentisi olduğu görülmektedir. Yapılacak olan bu münazara programından AKP’nin hedeflediği amaç(lar)a yakından baktığımız zaman, AKP’nin birbirleri ile ilintili iki ana amacı olduğunu söylemek mümkündür. Birinci amaç, asıl hedeflenen, muhalif partilere kaptırmış olduğu siyasi gündemi belirleme rolü ile moral üstünlüğünü tekrar geri kazanmak ve bu durumu da en azından 23 Haziran sabahına kadar devam ettirebilmek. Bunda kısmen de olsa başarılı olduğunu söyleyebiliriz çünkü, son iki haftadır Türkiye’nin güncel siyasi gündemi bu münazara oldu. İkinci amaç ise; işletme, esasında pazarlama stratejisi daha doğru olabilir, literatüründe, adı çokça geçen ve de kullanılan kaçan veya kaçması muhtemel müşteriyi geri kazanma-Churn Management yöntemine benzer bir seçim stratejisini uygulamaya çalışmak. İsterseniz, bu yöntemin hangi durum ve zamanlarda kullandığına kısaca bir bakalım. Bu yöntemde amaçlanan, bir tüketicinin kullanmakta olduğu bir üründen veya onu tedarik eden satıcıdan vazgeçip veya geçmek üzeredir, başka bir tedarikçiden aynı ürün veya muadilini temin etmeye başlaması sonrası, önceki satıcının eski müşterilerini geri kazanmaya çalışması olarak tanımlayabiliriz. Çok basit bir yöntem olarak görünen bu durum, yapılan araştırmalarda da görüldüğü üzere, uygulamaya konulduğu zaman hem maddi hem de manevi olarak eski satıcıyı zor durumlarda bıraktığı bilinmektedir. Çünkü, tüketici sunulan hizmetten memnun olmadığını düşünmüş veya düşünmeye başlamış ve aynı ürünü daha ucuz veya daha kaliteli olarak sunan başka bir tedarikçiden edinme noktasına gelmiş veya gelmek üzeredir. Bu yüzden, artık aynı tüketiciyi geri kazanmak hem maliyetli hem de zor bir hal almaktadır. AKP’nin İBB seçimi için uygulamaya çalıştığı seçim stratejisine baktığımızda aynı bu yöntemde olduğu gibidir. Örneğin, AKP 31 Mart öncesi farklı bir söylem ve seçim stratejisi kullanılırken, 6 Mayıs 2019 tarihinde YSK’nin sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin yenilenmesi yönünde bir karar alması sonrası, AKP yönetimi hem seçim kampanyasını yürüten şirketi değiştirilmiş hem de önceki seçim söylemleri ile taban tabana zıt olan açıklamalar ardı ardına yapılmaya başlanmıştır. Çünkü, YSK’nin kararını takip eden günlerde yapılan ve kamuoyuna da yansıyan araştırma sonuçlarına göre, Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım aradaki oy farkının, İmamoğlu lehine, 10 puan üzerinde olduğu ve bu oy farkının belli bir düşme eğilimi göstermesine rağmen hâlâ devam ettiği göstermektedir.
Bu durumun bir sonucu olarak, AKP’nin seçim kampanyasını yürüten yeni ekibin iddia edilenin aksine, daha önceki seçimlerde AKP lehine oy kullanan ama 31 Mart 2019’da yapılan İBB seçiminde farklı bir tercihte bulunan ya da oy kullanmayan seçmenleri geri kazanmayı hedeflemediğini söylersem çok da abartmış olmam. Benim gözlemlerime göre, AKP’nin yeni seçim stratejisi, daha çok son yerel seçiminde Binali Yıldırım’a oy vermiş seçmenlerin, 23 Haziran’da Ekrem İmamoğlu lehine bir tercihte bulunmalarının önüne geçmeyi hedeflemektedir. 17 yıldır AKP’yi destekleyen seçmen kitlesinden, muhalif parti aday(lar)a doğru bir seçmen kaymasının yaşanması mümkün mü? Evet mümkün çünkü, YSK tarafından iptal edilen İBB seçimi, toplumun büyük bir kesimi, özellikle AKP seçmeni tarafından Millet İttifakı adayı Ekrem İmamoğlu’nun mağdur edildiğini düşünmektir. Buna ek olarak; son beş yıldır Türkiye’de yaşanan sosyal ve ekonomik çalkantılar, bu seçmen kaymasına uygun bir ortam sağlamaktadır. Kaldı ki; işsizlik oranının yüzde 15’e, bu oran gençler arasında yüzde 25, enflasyon oranının yüzde 20’lere, gerçekte hissedilen oran yüzde 35, dayandığı bir ülkede seçmenlerin neredeyse yüzde 50’si hâlâ iktidar partisini desteklemeye devam ediyorsa, iktidara alternatif iddiasında olan partilerin kendi söylem ve seçim kampanyalarını sorgulaması gerekmez mi? Parti yöneticilerinin, son 10 yıl içerisinde AKP’nin uygulamaya koyduğu ve sonu hep hüsran ile biten siyasi ve ekonomik politikalara destek veren seçmen kitlesine neden dokunamadığını sorgulaması gerekmiyor mu? Tam istenilecek düzeylerde olmasa da, Ekrem İmamoğlu sayesinde, Millet İttifakı’nın Cumhur İttifakı’nın seçmen kitlesine dokunmaya başladığı söylemek mümkündür. Bu yüzden, muhtemel seçmen kaymasının farkında olan AKP iktidarı, gerçek bir tartışma programı yerine tartışma programı görünümlü münazara yapılmasının daha akılcı bir hamle olduğunu kanısına vardıkları görülmektedir. Çünkü, uygulamaya konulmaya çalışılan bu yeni seçim stratejisi için bir tartışma programı çok da uygun olmayacaktı fakat; soruları ve çerçevesi baştan belirlenen bir münazara programının, kâğıt üzerinde de olsa, işe yarama ihtimali var. Çünkü, popülaritesi her gün katlanarak artan Ekrem İmamoğlu karşısında moral ve de özgüven üstünlüğünü kaybeden Binali Yıldırım, dolayısıyla AKP yönetimi, kaybedilmiş moral ve özgüven eksikliğini kendi lehlerine çevirme peşindedir. Bana göre, Binali Yıldırım’ın yeni seçim kampanyasını yönetenler, bir “risk”in alınmasının kaçınılmaz olduğunu gördü. Risk kelimesini özellikle kullandım çünkü, yapılacak olan tartışma görünümlü bu münazarada, her iki adaya aynı soruların sorulması ve belli bir zaman dilimi içerisinde de cevaplamaları beklenecek. Peki, önceden hazırlanan sorulara verilecek cevaplar nasıl olacak? Örneğin, daha önceden belirlenen program sunucusu İsmail Küçükkaya her iki adaya da “seçildiği taktirde, İBB’nin mali kaynaklarının nasıl kullanılacağı ile ilgili” bir soru yönetir ve onlardan cevap beklerken, Binali Yıldırım’ın cevabı sonrası söz alan Ekrem İmamoğlu “25 yıldır İBB’nin yönetimi sizde, bu söylediklerinizi şimdiye kadar neden hayatta geçirmediniz” diye bir cevap verirse, münazara olarak başlayan program aniden bir tartışma programına dönüşür mü? Bu durumda program sunucusu ve Binali Yıldırım ne yapacak? Program yarıda kesilir mi? Bu durumda AKP için dimyata pirince giderken; evdeki bulgurdan olmak durumu oluşmaz mı? Yani, elinde halihazırda var olan seçmen kitlesinin önemli bir bölümünü kaybetme olasılığı yok mu?
Önceki cümlelerimde söylediğim gibi, AKP’nin başka bir çaresi kalmadı ve en azından 31 Mart günü kendi lehinde oy kullanan seçmenlerin, 23 Haziran günü tekrarlanacak İBB seçiminde de aynı yönde karar vermelerini ummaktadır. Çünkü, umulan bu durumun tersi yönünde bir seçmen davranışı, yani aradaki farkın beklenenden fazla çıkması, AKP’nin 16 Nisan 2017 Referandum sonrası yürürlüğe koymaya çalıştığı “Türk Tipi Başkanlık Yönetimi”, dünya siyasetinde daha önce örneği olmayan, adlı sistemin duvarında telafisinin güç olacağı bir gediğin açılması kaçınılmaz olacaktır.
*Doktora Adayı, Bielefeld Üniversitesi