Öcalan'ın mektubu HDP'yi karıştırır mı?

Öcalan'ın mektubu ve ardından yaşananları doğru anlayabilmek için konunun bir arka plana sahip olma olasılığını da hesap etmek gerekmektedir. Mektuba rağmen farklı (ya da öyle gözüken) bir tutumun alınmasının HDP içindeki Öcalancıları rahatsız edeceği ve bunun HDP’de ciddi bir soruna dönüşeceği öngörüsü ya da sorunun arkasında Öcalan-Demirtaş önderlik yarışının bulunduğu iddiası, yaşanan olayı anlamak ve açıklamak bakımından ciddi bir değere sahip değildir.

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün

Öcalan’ın mektubu ve peşi sıra HDP’nin mektuba rağmen kendi tavrında ısrarı pek çok tartışmaya kaynaklık etti. Biz bu yazıda iktidar bloğunun bu manevrayla politik bakımdan düştüğü komik (yoksa acınası mı?) duruma değinmeyeceğiz. Çok değinildi ve zaten bir önemi de pek kalmadı.

Bu yazıda ele alacağımız konu Kürt siyasal hareketi açısından bu süreci nasıl ele almak ve yorumlamak gerektiği üzerine olacak. Malum olduğu üzere Kürt siyasal hareketi İmralı-Kandil ve HDP üçgeninde ele alınıp yorumlanmakta. Bu üçgenin diyalektiği, ortak alan ve gerilim alanları doğru analiz edilmeden Öcalan mektubunu ve ardından yaşanan süreci doğru anlamak, yorumlamak da pek olası değil.

“Bu seçimin en büyük kaybedeni Öcalan’dır” gibi absürt ve arzu beyanından öte bir değeri olmayan yorumları bir yana bırakalım. Bu süreci Erdoğan’ın yorumladığı gibi Öcalan ve HDP arasında bir ayrılık ve hatta Öcalan ile Demirtaş arasında bir liderlik mücadelesinin tezahürü olarak okumak da çok büyük ölçüde gerçekçi bir analiz değildir. Nitekim bu analiz temelinde olaya bakanlar HDP tabanındaki “Öcalancılar”ın sandığa gitmeyeceğini ve bunun da seçim sonuçlarını etkileyebilecek bir faktör olduğunu iddia ediyorlardı. Bunun böyle yaşanmadığı ve HDP tabanının geçen seçimden daha büyük bir katılımla sandığa gittiği görüldü. Bu kez de yine aynı yanlış analizinin sonucu olarak bu tutum tabanın Öcalan’a rağmen tavrı olarak yorumlandı.

HDP SİSTEM DIŞI BİR PARTİ SAYILABİLİR Mİ? 

Öncelikle şunu da vurgulayalım ki Öcalan’ın mektubu hayli genel ve yuvarlak bir içeriğe sahiptir. Tarafsızlık ve üçüncü yol tanımları belli ki bilinerek genel ve yoruma açık bırakılmıştır. Bu tutumun bir anlamı ve mesajı içerdiği muhakkaktır.

Bu önemli detayı vurguladıktan sonra işin asıl önem taşıyan boyutuna geçelim: Sol tandanslı olanlar başta olmak üzere legal ya da illegal sistem dışı hareketler üzerine epeyce okumuş biri olarak benim bu süreçte gördüklerim yukarıda belirttiğim yorumlardan epey farklıdır.

Denilebilir ki HDP sistem dışı bir parti sayılabilir mi? Elbette ki HDP yasal bir partidir; yöntem ve araçları da bu açıdan yasal çerçeve içindedir. Ama talepleri bakımından verili sistemle önemli çatışan yanlara sahiptir. Tarihsel kökü bakımından da sistem dışı hareketlerle ortak noktaları vardır.

Bu tür hareketlerin yasal mücadele bakışları ve liderlik süreçlerine bakışlarında kendine özgülükler vardır. Dolayısıyla diğer yasal sitem partilerine yaklaşımda kullanılan analiz yöntemleri eksik kalacaktır.

Bu tür hareketler yasal partileri kendi amaçları açısında yeterli, güvenilir ve temel bir araç olarak değerlendirmezler. Zira savunulan talepler verili sisteme sığmadığı için, en azından devlet örgütlenmesinin yeniden yapılandırılmasını talep ettikleri için bu yasal partiler devletin sopa politikasıyla ve yer yer de havuç politikasıyla sürekli abluka altında bulundurulurlar. Yani sürekli izlenmek, yargılanma, hapis ve hatta ölüm tehdidi altında bulunmak, bu partinin yönetici ve aktivistleri açısından sıradan bir durumdur. Ama yanı sıra bu sopalar sistemin nimetlerinden yararlanmaya yönelik havuç politikalarıyla da birleştirilir. Devletin bu politikalarındaki temel amaç, bu partileri ehlileştirip/yumuşatıp sistem içileştirmektir.

ÖNDERLİK YARIŞI MÜMKÜN DEĞİL

Tarihte, içlerinde Türkiye’de olmak üzere devletin bu politikasının başarılı olduğu örneklerde vardır; Bulgaristan Sosyalist Partisi ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) tarihi incelendiğinde ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Dolayısıyla bu tür yapılar bu tür örneklerden kendilerince gerekli dersler çıkarmışlardır. HDP ve öncülü partilerde yönetim kademelerinde sürekli ve büyük çaplı değişiklere başvurulması, eş başkanlık ve parti yönetimini dengeleyecek/denetleyecek/sınırlayacak fren mekanizmalarının oluşturulması parti içi demokrasi kaygısının yanı sıra bu açıdan alınmış etkili önlemlerdir de. Uzun dönemli liderlik yapan bir tek Selahattin Demirtaş’tır. Taban ve halk tarafından sevilmesinin yanı sıra dönemin politik ihtiyaçlarına denk düştüğü için böyle bir istisnai durum oluşmuştur. Yine de ve bu konularda son derece dengeleri gözeten tavrına rağmen Demirtaş’ın Kürt siyasal hareketi içinde önderlik yarışının bir aktörü olarak sunulmaya başlanması anlattıklarımız açısından manidardır. Ama yaratılan gelenekler ve alınan önlemlerden dolayı böyle bir önderlik yarışının pek mümkün olamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Yine bu tür hareketlere özgü ikinci gelenek ise hapiste olan (kendi deyimleriyle esir düşmüş) hareket liderlerinin bu durumu değişene kadar yöneticilik hak ve görevlerinin askıya alınmasıdır. Dışarıyla ilişkilerinin dolaylı olmasının yanı sıra bu kişilerin özgür irade oluşturması önünde ciddi kısıtlar olacağı düşüncesiyle alınan bir önlemdir bu. Elbette bu kişilerin çeşitli biçimlerde görüşü alınır, bildirdiği görüşler önem taşır. Ama artık bu görüşler karar oluşturucu bir fonksiyona sahip değildir. Yapıdan bağımsız yöntem ve araçları kullanarak kamuoyuna yapının politikalarına ters düşen açıklamalar yapmaları hoş karşılanmaz.

Ne var ki hapiste olan söz konusu yapının liderlik kadrosunun birinci adamı olunca, bu kuralın uygulanması biraz daha zordur. Tahminimce bu zorluktan dolayı kimse Öcalan’a böyle bir askıya alma kararı tebliğ etmemiştir. Ama tam da bir numara olmasından dolayı bu önlemi fiilen de olsa uygulamak bir o kadar elzemdir. Zira Öcalan bilindiği gibi genellikle büyük bir tecrit içindedir. Dışarıyla ilişkisi çok dolaylıdır. Ve muhtemelen tecrit halinde olduğu dönemlerde en çok gördüğü kişiler istihbarat elemanlarıdır. Yoğun bir abluka altında tutulmaktadır.

Yaşanan süreçte muhtemelen bu önlemler konusunda hiçbir resmi karar alınmamıştır. Ama dışarıdan izlediğimiz kadarıyla tüm bu önlemler fiilen önemli ölçüde uygulandı. Konuyu takip eden herkes bilir ki, buna benzer durumlar daha önce de yaşandı. Hatta iktidara yakın medya bu nedenle Öcalan/Kandil/HDP arasında çelişki ve çatışmalar olduğunu bolca yazdı. Kimileri daha da ileri giderek Öcalan’ın artık hiçbir ağırlığı kalmadığı yorumunda bile bulundu. Ama tüm bunlara karşın Kürt siyasi harekete içinde ciddi bir çatlama ve irade farklılaşması yaşandığına dair bir belirtiyle de hiç karşılaşmadık. Zira gelinen yerde bu anlamda bir davranış tarzının yapının farklı unsurları açısından ( bu anlamda hiç sorun/gerilim yaşanmadığını söylemiyoruz ama) genel olarak kabul edilmiş/sindirilmiş olduğunu izleyebiliyoruz.

Son Öcalan'ın mektubu ve ardından yaşananları doğru anlayabilmek için konunun böyle bir arka plana sahip olma olasılığını da hesap etmek gerekmektedir. Ki benim gözlemlerim doğruysa (tabi ki ben çok büyük olasılıkla doğru olduğu kanaatindeyim) mektuba rağmen farklı (ya da öyle gözüken) bir tutumun alınmasının HDP içindeki Öcalancıları rahatsız edeceği ve bunun HDP’de ciddi bir soruna dönüşeceği öngörüsü ya da sorunun arkasında Öcalan-Demirtaş önderlik yarışının bulunduğu iddiası, yaşanan olayı anlamak ve açıklamak bakımından ciddi bir değere sahip değildir.