Topraktın dayandın...
Huriye Aslan, tüm yaşadığı acılara, travmalara rağmen diğer 'Dersim’in kayıp kızları'na göre bir nebze de olsa şanslı diyebilirim. Ailesini erken buldu, Dersim’e döndü... Topraktı dayandı... Dersim toprağına karışmak üzere Dersim’de sonsuzluğa uğurlandı...
Nezahat Gündoğan
Onu son görüşüm 3-4 yıl önceydi. Oğlunu hastalık nedeniyle kaybetmişti. Acısını paylaşmak için Kazım ile birlikte oğlunun evine, Yalova’ya O’nu ziyarete gittik. Huriye Aslan’ın yaşadığı derin ve büyük acılarının üzerine bir de evlat acısı eklenmişti... Fakat, alzheimer başlangıcı olduğu için oğlunun ölümünü ara ara hatırlıyordu. Doğal olarak bizi de hatırlamıyordu. Ona yaşamından bahsettim, 38 Dersim Katliamı'ndan, köklerinden koparılıp katliamda görev almış askerin Samsun’daki evine gönderilişinden ve orada yaşadıklarından... sonrasını... her zamanki düzgün ve zarif konuşmasıyla “Siz nereden biliyorsunuz?” dedi. “Senin belgesel filmini yaptık” dedim ve Youtube'tan İki Tutam Saç - Dersim’in Kayıp Kızları belgesel filminin fragmanını izlettim. Şaşkın ve bir o kadar yabancılaşmış olarak izledi ve kocaman bir kahkaha attı, o kahkaha öyle derin acılar yüklüydü ki... gözleri uzaklara, onu hiç bırakmayan geçmişine daldı... yakın dönemi ve günü hatırlamıyordu ama geçmişini, çocukluğunu, katliamı ve köklerinden koparılışını hiç unutmamıştı. Yüzünün her bir derin çizgisinde geçmişini, travmalarını görmek mümkündü. O, Türkleştirmek ve Sünnileştirilmek amacıyla köklerinden koparılan 'Dersim’in kayıp kızları'ndan biri olarak yıllarca süren suskunluğunu bozdu ve kısmen de olsa acısını bizlere bölüştürüp hafifleterek doğduğu topraklarda sonsuzluğa uğurlandı...
2005 yılında, Kazım Gündoğan ile Dersim Katliamı’nın tanıkları ile yaptığımız röportajlarda, kayıp kız çocukları hikayelerine çok rastlayınca onların izlerini sürmeye karar verdik. İlk olarak, Bursa’da yaşayan İntizar’ın öyküsünü amcasının oğlun Haydar Yılmaz’dan öğrenince İntizar’ın kızıyla iletişime geçtik. Çok dramatik bir öyküydü. Dersim’den koparıldıktan sonra amcasının oğluyla yolları 1994’den sonra Bursa’da kesişiyor. Görüşmelerimiz sonrası belgesel filmini yapmamızı kabul ettiler, ekip ve ekipman hazırlıkları yapıp tarihi belirledik. Bursa’ya gitmeden bir gün önce vazgeçtiklerini söylediler. Büyük hayal kırıklığı yaşadık... Her ne kadar vazgeçmelerinin nedenini anlasak da kabullenemiyorduk. Hemen yanında dinliyorsun, dokunuyorsun... Belgesel filmini yapsak Dersim Katliamı çok farklı boyutlarıyla belgelenecek, gerçekler gün yüzüne çıkacak...
O günlerde İstanbul Film Festivali'nde, askeri faşist diktatörlük döneminde gözaltında öldürülen ve kaybedilen solcuların çocuklarını başka ailelere verilmesini konu alan, Estela Bravo’nun yönettiği Kimim Ben filmini izlerken salondakilerle birlikte anlatılanlara ağlarken, bir o kadar gözyaşını da Dersimli kızlar için döktüm. Ağlamamın bir nedeni de, İntizar ve ailesinin filmi yapmaktan vazgeçmesi ve bu gerçeğin gün yüzüne çıkaramamanın çaresizliğiydi aynı zamanda...
Bu yaşananları, kayıp Dersimli kızları akademisyen Şükrü Aslan ile paylaştığımda "Benim annem de onlardan biri" dedi. Hatta Huriye Aslan’ın amca torunu, Kahta’da Yaşayan Fatma İçin’den bahsetti. Şükrü Aslan’ın çabaları sonucu Huriye Aslan ve Fatma İçin’i buluşturmak için yola çıkmaya karar verdik. Fatma Teyzeye film çekmek için geleceğimizi söylesek kabul etmeyecekti. Biz de ziyaret etmek amaçlı Kahta’ya gidecektik. Bu buluşmanın sonrası eğer kabul ederse filmi çekecektim.
Onu ilk 2008 yılının Haziran’da Dersim’de gördüm. Yazın büyük oğlunun Kırmızıköprü’deki evinde kalıyordu. Uzun uzun baş başa sohbet ettik Huriye Teyzeyle... Özellikle çekim ekibiyle gitmemeyi tercih ettik. Baş başa yapacağımız sohbet her türlü yabancılaşmayı ortadan kaldıracak ve daha rahat iletişim kurmamızı sağlayacağı düşüncesindeydik. Yıllar sonra, hep yüreğinde ve hafızasında hep canlı duran geçmişini benimle/bizimle paylaşmak kolay değildi elbette . Saatlerce anlattı, anlattı... ben dinlerken o büyük acının, travmanın altında eziliyordum. Bir çocuk niye ölmek ister? O büyük acılar yaşayan 8-9 yaşındaki insana çocuk denilir mi?
“Ne yapayım, kendimi asayım yer yok. Ölümümü istiyorum, hiç acımam. Ölümümü istiyorum candan baş. Apartmanın üstüne çıkayım, kendimi aşağıya atayım, ölür müyüm, kemiklerim mi kırılır? Eksik eteğim, çocuğum, kim bana bakar? Hani bunları da düşünüyorum.” Diyordu Huriye Teyze... İnsana dair değer taşımayanlara karşı kendini ancak Hızır’a sığınarak koruyabiliyor; “Oruç tuttum üst üste, Xızır Xızır, tu Xızır’a Kırmanciya, (Xızır, Xızır sen Kırmançların Xızır’ısın) ya beni öldür, ya da buradan al... Ben ne yapayım? Türkçe bilmiyorum. Bu Hanım kötü bir kadın… Üç gün oruç tuttum, akşam elimi yüzümü yıkadım, niyaz ettim, dua ettim.”
Karşımda 80’li yaşlarda bir kadın ama bunları yaşayan bir çocuktu.... Kamerayı unutuyordum bazen, anlattıklarını onunla beraber yaşamaya başladığımı hissettim. Bir an anlattıklarını dinlerken bile kaldıramadığımı fark ettim. “Nasıl dayandın tüm bu yaşadıklarına” dedim, isyan ettim ona bunu yaşatanlara...
“Topraktım dayandım, taş olsaydım çatlardım, velhasıl kendimi kaybetmedim. Benim kanım çok kırmızı. Ben yine bizim milleti istiyordum, bizim milleti istiyordum. İsterseler beni altın kafese koysunlar, hayır!” dedi tüm kararlılığı ve geçmişi yeniden yaşayarak...
Derin bir of çekti... içindeki acı, travma öylesine derindi ki, gözleri doldu, yanağını parmaklarının arasına alarak çekti, canını acıttı... yaşadıklarını unutmama adına canını acıtıyordu. O tarihin hem öznesi hem tanığıydı... Bizim de boynumuzun borcuydu, insanlık ödevimizde onun ve diğer kayıp kızların yaşadıklarını gün yüzüne çıkarmak. Oğlu Ali Rıza Aslan ile Kahta’ya doğru yola çıktık, Fatma Teyze ile Huriye Teyze’yi buluşturmak üzere. Uzun bir yolculuktu bu, 38’ doğru, yıllarca konuşulmamış acılara, travmalara doğru bir yolculuktu... aynı zamanda tüm yaşatılanlara rağmen varolma mücadelesi veren, tek başlarına ve asimilasyon, hiçleştirmeye rağmen ayakta dimdik durmaya çalışan 38’in çocukları bugünün yaşlı kadınlarının hikayelerine yolculuktu.
İki Tutam saç-Dersim’in Kayıp Kızları filmine, hala aileleri tarafından aranan amca kızları olan Sakine ve Şemsi’nin hikayelerini dahil ettik. Almanya Köln’deki gösterimden sonra bir kişi bizimle görüşmek istedi. Filmi izlerken, Huriye Teyzenin Samsun’da verildiği ikinci evin sahibi Atıf Şekercioğlu ismi tanıdık geliyor. Eşinin akrabası olduğunu netleştirince görüşüp bize Atıf Şekercioğlu’nun kızı Meral’in iletişim bilgilerini verdi. En kısa zamanda İstanbul’daki evine gidip konuştuğumuzda geçmişten çok şey hatırlamıyordu ama “Huriye ilk geldiği zaman kaçardı, uçak sesi duyduğu zaman hemen masanın altına girerdi” anlatımıyla Huriye Teyze’nin yaşadıklarını özetledi.
Dersim’in Kayıp Kızları’nın öykülerine Semşi, Sakine, Nezihe, Emoş, Aslıhan’ın ve onlarcasının öyküsü eklendi. Böylece Dersim’in Kayıp Kızları, bir gerçek olarak tarihteki yerini aldı hem de tarihi yeniden yazdı... Onlar konuşmasaydı resmi tarihin çarpıtılmış, inkarcı söylemlerini referans alan insanlar hala karanlıklarında yaşıyor olacaklardı...
Huriye Teyze, tüm yaşadığı acılara, travmalara rağmen diğer 'Dersim’in kayıp kızları'na göre bir nebze de olsa şanslı diyebilirim. Ailesini erken buldu, Dersim’e döndü... Topraktı dayandı... Dersim toprağına karışmak üzere Dersim’de sonsuzluğa uğurlandı... Onu sonsuz yolculuğuna uğurlayamadım... Ama bir gün ziyaretine gideceğim. Anılarına saygıyla...