Kürt sorunu merkezli sistem revizyonu
Türkiye'nin sistem revizyonu kaçınılmazdır. Şimdi yapacağımız tartışmanın içeriğine ve şekline karar vermemiz gerekiyor. Kimilerinin gündeminde geriye dönüş gibi bir senaryo olabilir. Bu senaryoya göre yol alanlar Avrupa merkezciliğinin değirmenine su taşıyacaklardır.
Adil Zozani*
“Kemalist sistem tarihe karıştı ama yeni sistem de uzun ömürlü olmayacak”, bu ifade 24 Nisan 2017 tarihli Gazete Duvar'da Özlem Akarsu Çelik'e verdiğim röportajın başlığıydı. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'nin (Türk tipi başkanlık) yürürlüğe girişinden bir yıl sonra yeni sisteme ilişkin ifade ettiğimiz itirazların somut dayanaklarını görüyoruz. Parlamenter sistem ile “Türk tipi başkanlık sistemi”nin açmazları ile ilgili söylenecek çok şey var.
Giriş cümlesi bağlamında parlamenter sisteme ilişkin çok fazla şeyin söylenebileceği kanaatinde değilim. Zira Türkiye'yi bu sisteme geri taşımak üzerine kurgulanacak bir tartışmanın abesle iştigal olacağını söylemeliyim; Türkiye'ye boşuna vakit kaybettirmekten başka bir işe yaramayacaktır. Türk tipi başkanlık mevzusunda ise başta CHP olmak üzere MHP ve AK Parti’nin tutumları nedeniyle yapılamayan tartışma, artık ciddi bir şekilde yapılmalıdır.
TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ NASIL KABUL EDİLDİ?
Türk tipi başkanlık olarak tanımlanan sistemin kimliğine ilişkin bir tanımlama yapılacak olursa şunu söyleyebiliriz: Bu sistem melez dahi denilemeyecek kadar problemlidir. Türkiye'de başkanlık sistemine ilişkin tartışmalar ve uyarlamalar daha çok Latin Amerika deneyimleri üzerinden yürütüldüğü için Türkiye sistem tartışmasını yapamadı. “Latin Amerika Başkanlık Sistemi” ise Avrupa siyasi fikriyatının ABD Başkanlık Sistemi'ne karşı kurguladığı melez bir uyarlamadır. Adı başkanlık sistemi olan bu sistemin -ülke farkı gözetmeksizin- muhteviyatı parlamenter sisteme göre inşa edildi. Bu nedenle tartışmanın bu örnekler üzerinden yürütülmesinin amaca hizmet edemeyeceğini bilmek gerekir. Hal böyle iken nasıl oldu da Türk tipi başkanlık sistemi kabul edilebildi? Bu soru hayatidir.
2015 yılı ortasından itibaren MHP lideri Devlet Bahçeli'nin yönlendirmeleriyle gerçekleşen 16 Nisan 2017 Anayasa Değişikliği Referandumu, bilinenin dışında bir başka amaca daha hizmet etmekteydi. Bu örtük amaç, yeni sistem inşasında farklılıkların söz sahibi olmalarını engellemekti ve hiç kuşkusuz Bahçeli'nin ani ilhamla AK Parti'ye destek vermesi ile ifade edilebilecek bir durum değildi. Bu örtük amacın gerçekleşmesinde AK Parti, MHP ve CHP'nin işbirliği söz konusudur.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, DEVLETİN, SİSTEM KURGUSUNA MÜDAHALE ANLAMINI TAŞIR
Referandum öncesi tartışmaların atmosferini anımsayarak şu değerlendirmeyi yapabiliriz: Son 20 yılda yaşanmış tüm genel seçimler öncesinde küçük büyük tüm siyasi partiler, Anayasa değişikliği ihtiyacına binaen seçim vaadinde bulunuyordu. Anayasa değişikliği demek, devletin sistem kurgusuna müdahale anlamını taşır. Bu nedenle değişiklik vaat eden tüm partiler esasında sistemde değişikliğe ihtiyaç olduğunu kabul etmiş oluyorlardı. Tersini iddia edenlerin mevcudiyetini kabul etmekle birlikte reel durum buna tekabül etmekteydi.
Bir farkla, 90 yıllık parlamenter sistemde kendilerini temsil etme imkânı bulamayanların söylediği -başta HPD- sistem değişikliği içinde farklılıkların temsiline olanak sağlayan yeni bir inşaya olan ihtiyaçtı. Daha bariz bir ifadeyle Türkiye bütünlüğü içinde Kürt sorununun çözümü odaklı, sistem dışındakilerin taleplerine tercüman olan HDP, 2007 yılından itibaren 'demokratik özerklik' önerisini gündeminde tutmaktaydı.
Ancak ne olduysa 2014 sonlarından itibaren “demokratik özerklik” önerisi gölgelendi ve kişi esası üzerine inşa edilmiş tartışma öne çıktı. Nihayetinde AK Parti ve MHP koalisyonu CHP'nin örtük desteğiyle -sistem dışındakiler de tartışmanın dışında tutularak- 16 Nisan Referandumu’nu gerçekleştirdi.
YENİ SİSTEM '...HERKES TÜRKTÜR' İFADESİNE GÖRE TASARLANDI
Türk tipi başkanlık olarak tanımlanan sistem esasında Anayasa'nın 66’ıncı maddesindeki, “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” ifadesine göre tasarlandı. Bu yaklaşımla sistemle sorunlu etnik kimlik ve kültürel farklılıklar yok sayıldı.
7 Haziran 2015 Genel Seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile Dışişleri konutunda gerçekleştirdiği görüşmenin mahiyeti, yeni dönem Türkiye siyaseti ve sistem inşasının kurgusu üzerineydi. O görüşmede amaç, çoğunluğu kaybeden AK Parti'nin hükümet kurmada ve yeni dönem inşa sürecinde HDP'ye ihtiyaç duymasını engellemekti. Nitekim, CHP ile sürdürülen istikşafi görüşmelerle kazanılan zamanda MHP AK Parti'nin yanına itilerek, CHP'nin de muhalefeti bloke etmesi sağlanarak önce 3 Kasım Seçimi, devamında da 16 Nisan Referandumu kotarıldı.
ESKİYE DÖNÜŞ TARTIŞMASI İKTİDARIN ÖMRÜNÜ UZATIR
“Buraya kadarmış...” diyeceğimiz günlerin arifesindeyiz. Türkiye 1924 ve sonrası zihniyetiyle gerçekleştirdiği sistem uyarlamasında fazla yol almadan bugün yeni bir tartışmanın arifesindedir. Yeni dönem Türkiye'sinde sisteme ilişkin yapılacak tartışmalar eskiye dönüş odaklı olursa, en azından CHP dışındaki -HDP dahil- muhalefet, kendisini tartışmanın dışında tutmalı ve yeni bir şey söylemeli. Şüphesiz böyle bir tartışma mevcut iktidarın ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Parlamenter sistem, günümüz toplumsal yapıların örgütlenmesine tercih edilecek en anti-demokratik sistemdir. Şu nedenle: Aydınlanma sürecinde Kıta Avrupa'sında ortaya çıkan bu sistem, azınlığın çoğunluğu yönetebilme salahiyetine göre kurgulanmıştır. Monarşilere karşı gelişen toplumsal dirence öncülük eden aristokrasi, nispi temsile dayalı parlamenter sistemle kendi iktidarını inşa etti. Günümüz açısından ise salt çoğunluğun iktidarını tartışırken azınlığın çoğunluğu yönetmesine esas olan parlamentarizmde ısrar, demokratik bir duruşa tekabül etmez.
PARLAMENTARİZMDE 'TARAFSIZ CUMHURBAŞKANI' İSTEMEK SAFLIKTIR
“Yasama ve yürütmenin birlikteliği, yargının kısmi bağımsızlığı” esasına göre yürüyen parlamentarizmde “tarafsız cumhurbaşkanı” istemekle sistemin demokratikleşmesini öngörmek siyasi saflıktır. 90 yıllık deneyimlerimiz bunun nasıl mümkün olamayacağını kanıtlamıştır. Nitekim tek parti dönemi sonrasında muktedir hükümetlerin kurulduğu her dönem darbeyle sonuçlanmıştır. Çünkü parlamentarizmde güç dinamiği her zaman askeri ve sivil bürokrasidir. Daha açık deyimle, hükümetler göstermeliktir. Ülkeyi yöneten seçilmişler değil atanmışlardır.
Türk tipi başkanlık sistemi de esasında bu mantalite üzerine inşa edildi.
Üniter yapılı örgütlenmeler dikey hiyerarşi üzerine bina edildikleri için hiyerarşi zinciri içinde bulunan mekanizmaya kim hükmediyorsa yöneten de odur. Burada her yeni iktidar, hiyerarşi zinciri içinde kendi talepleri doğrultusunda iş gören bir konumlamalar yapma ihtiyacı duyduğundan, liyakatin esas olması gerektiği idari yapıda partizanlık ön plana çıkmaktadır. Bu da darbe dinamiğinin sürekli olarak kendisini üretmesine olanak sağlamaktadır.
Yeni sistemle idari yapı değişikliği öngörülmeksizin siyasi yapı değişikliği esas alındığından işler yürümüyor. Mevcut sistemde başkan kuşatıldığı andan itibaren bürokrasinin her istediği gerçekleşir. Hiyerarşi zinciri üsttekilerin neyin bilmesi gerektiği konusunda mutlak hâkimdir. Bu, bugün muktedir görülen Erdoğan'ın esasında muktedir olmadığını bize kanıtlamıştır. Bunu hepten kötüye yorumlamamak gerekir. Ancak hesap vermekle mükellef olanlar adına hesap verme yükümlülüğü bulunmayanların karar sahibi olmaları, tercih edilecek bir durum değildir. Şimdiki Türkiye'de bu durum fazlasıyla belirgindir.
YETKİ PAYLAŞIMINI ÖNGÖREN YENİ BİR YAKLAŞIM
Baştan itibaren sıkıntılı olacağı kesin olan yeni sistemde ciddi değişiklikler yapmak gerekir. Geride bıraktığımız bir yıl itibarıyla daha önce öngörü olarak ifade edilen tüm sıkıntılar artık somutluk kazanmıştır. Şimdi gerçek anlamda revizyon ihtiyacını masaya yatırıp yapılması gerekenleri tartışmak gerekir.
Sistem revizyonu tartışmasına ilişkin -eskiye dönüşü savunacaklara söyleyecek bir şeyim yok, tartışmak istiyorlarsa tartışsınlar- maddi veriler üzerine inşa edilmiş bir yaklaşımı esas almak amaca hizmet edecektir. Eğer ki Türkiye'de başkanlık sistemine göre yürüyen bir sistem tartışmasını esas alacaksak, o zaman başkanlık sisteminin ruhuna tekabül eden unsurları Anayasa bağlamında tartışmak gerekir. Ama öncesinde toplumsal yönetişim sisteminin dayanaklarını ön kabul olarak görmek gerekir. Toplumsal yönetişim iki sacayağı üzerine bina edilmek durumundadır. Birincisi idari yapı, ikincisi ise siyasi yapıdır. Birbirini tamamlayan ancak hiçbir zaman birbirinin yerine ikame edilemeyecek bu iki fonksiyonun toplusal yapının ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde kurgulanması gerekir. Türkiye çoklu bir toplumsal yapıya sahiptir. Çoklu yapılı toplumlarda idari ve siyasi yapılar çokluluğu kucaklayacak şekilde inşa edilmelidir. Türkiye'nin çoklu yapısı görmezden gelinerek inşa edilen iki sistem de çöktü. Parlamentarizm uygulamalarında tek kimlik esasına dayalı iradi entegrasyon sistemi Sovyetler'den devralınan bir uygulamaydı. Siyasi yapı ise Avrupa merkezciliği esasına göre dizayn edilmişti. Tutmadı ki çöktü. Yeni sistem de aynı yoldan yürüdü ancak tutmadı. Şimdi tabulardan ve 'kırmızı çizgilerden' azade bir şekilde yeni bir tartışma yürütmek gerekir.
Üniter yapılı sistemlerde merkezin iyi niyeti toplum açısından her zaman yararlı sonuçlar doğurmaz. Yönetenler çok iyi şeyler yaptıklarını düşünürler ancak iyi niyetle yaptıklarını düşündükleri şeyler her zaman istenilen amaca hizmet etmeyecektir. Bu nedenle 'iyi niyet' esasına dayalı sistem kurgusundan vazgeçip kuralların esas olduğu bir sisteme geçmek gerekmektedir. Türkiye'nin çoklu toplumsal yapısı açısından bu daha da elzem bir durumdur. Üniter yapıdan vazgeçip adem-i merkeziyetçi bir yapıya dönüş yapılmalıdır. Yeni sistem revizyonunun özünü bu yaklaşım oluşturmalıdır.
İKİLİ MECLİS VE YEREL MECLİSLER
Sistem revizyonu Anayasa'nın 7'nci ve 8'inci maddelerinden başlamalı. Devletin temel nitelikleri Anayasa'nın öngördüğü çoklu toplumsal yapının ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde dizayn edilmelidir. Bu nedenle başlangıç ilkelerinin kurgusu da yasama ve yürütmenin oluşumu esasına göre düzenlenmelidir. 7'nci maddede, 'Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisi'nindir. Bu yetki devredilemez' ibaresi ikili meclis yapısına göre düzenlenmelidir. Tek meclisli başkanlık sistemlerinin demokratik olma özelliği yoktur. Bunun yerine ikili meclis yapısı esas alınmalıdır. Doğrudan seçimle belirlenen Türkiye Meclisi yanı sıra bölgesel meclislerin içinden belirlenen temsilcilerden oluşan senato olmalı. Bu yapının karşılık bulması için yapılarına ve özelliklerine göre birleştirilmiş bölgeler meclislerinin de olması bu madde ile tanımlanmalıdır. Toplumun yaşamını doğrudan ilgilendiren konularda söz ve yetki yerel meclislerde olmalıdır.
8'inci maddede tanımlanan yürütme idari yapıyı da kapsayacak şekilde geliştirilmelidir. 'Yürütme yetkisi ve görevi, Cumhurbaşkanı tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir.' Bu ibarenin devamında seçimle iş başına gelen yerel idarecilerin de olması öngörülmelidir. Cumhurbaşkanın yetkisi yerel yöneticiyi belirleyecek düzeyde olmamalıdır. Dolayısıyla yerelde -illerde- mevcut olan vesayetçi yapı ortadan kaldırılmalı seçimle iş başına yönetim modeline geçilmelidir. Valinin seçilmiş irade üzerinde olduğu yapıdan vazgeçilmelidir.
75'inci madde yerel meclislerin varlığı ve ikili parlamento yapısına göre düzenlenmelidir. 'Türkiye Büyük Millet Meclisi genel oyla seçilen altı yüz milletvekilinden oluşur.' Bu madde temelden değiştirilmelidir. Türkiye Meclisi üye sayısı muhafaza edilmekle birlikte ihtiyaca cevap verecek düzeyde örgütlenecek yerel meclislerin de temsilcilerinden oluşan senatoya ibaresi ve oluşum şekli maddeye eklenmelidir.
77'nci madde seçimlerin oluş şeklini düzenliyor. Bu madde mevcut haliyle; 'Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.
Süresi biten milletvekili yeniden seçilebilir.
Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci oylamada gerekli çoğunluğun sağlanamaması halinde 101'inci maddedeki usule göre ikinci oylama yapılır.' Bu madde yerel meclislerin seçimlerini de içerecek şekilde tasarlanmalı ve senatonun oluşum şeklini de tanımlamalıdır.
101-106 arası maddeler yürütmenin seçimi ve yetkilerini düzenliyor. Bu madde içerikleri ikili meclis yapısı ve yerel meclis oluşum şekline göre düzenlenmelidir. Özellikle 104'üncü maddede öngörülen yetkilerde mutlak olarak düzenleme yapılmalı 'az yetkili' kabine sistemine geçilmelidir. Zira başkanlık sistemlerinin özü 'az yetkili' kabine sistemine göre şekillenir. 106'ncı maddedeki kabine oluşum şekline ilişkin düzenlemede özellikle 'yardımcıların belirlenmesi' yasadan çıkarılmalıdır. Başkan yardımcısı başkan ile birlikte seçimle işbaşına gelmelidir.
GERİ ÇAĞIRMA YETKİSİ
Başkanlık sistemlerinin yumuşak karnı, başkanların mutlak süreli olarak seçilmeleridir. Gerçi Türk tipi başkanlık sisteminde bu da yok ama sistem revizyonunda bu konu masada olmalıdır. Başkan olacak aktörün mutlak süreli seçilmesi aşılmalıdır. Denge ve denetleme mekanizmasının tam anlamıyla işleyebilmesi için yürütmenin etkin hesap verirliliği sağlanmalıdır. Zira demokrasi sadece özgür iradeye dayalı yürütmeyi belirlemekten ibaret değildir. Halkın doğrudan tercihine sunulan yürütmenin görev süreci içinde başarısızlığının da hesabını kendisini belirleyen genel iradeye karşı vermelidir. Bunu da geri çağırma ilkesini işleterek gerçekleştirmek mümkündür. İkili meclis yapısı içinde senatonun ve ya meclisin halkın belirlediği iradeye doğrudan müdahalesi demokratik sonuçlar doğurmayabilir. Bunun yerine Anayasa'da öngörülecek nitelikli bir çoğunlukla yürütmenin halka -başarısızlık veya uyumsuzluk durumunda- götürülmesi mümkün kılınmalıdır.
Sonuç olarak;
Türkiye'nin sistem revizyonu kaçınılmazdır. Şimdi yapacağımız tartışmanın içeriğine ve şekline karar vermemiz gerekiyor. Kimilerinin gündeminde geriye dönüş gibi bir senaryo olabilir. Bu senaryoya göre yol alanlar Avrupa merkezciliğinin değirmenine su taşıyacaklardır. Ancak şurası gerçek ki Avrupa merkezciliğinin sistemsel olarak müdahil olduğu dünyanın hiçbir yerinde huzur yoktur. Avrupa sistemi aşılmıştır. Bununla zaman kaybetmek yerine çoklu toplumsal yapımızın ihtiyaçlarına cevap verecek yapıyı tartışmamız gerekmektedir.
Özellikle kimlik doyum sorunun yaşandığı coğrafyamızda sistem tartışmasını -ayrışmaları engellemek için bile olsa- çoklu toplumsal yapının kimlik doyumunun ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yapmalıyız. Bunun içinde Kürt sorunu dahil olmak üzere çoklu toplumsal yapı içinde tüm doyum sorunlarımıza cevap aramalıyız. Siyasi partilerin bundan sonra tutunacakları tavır ne olacak hep birlikte göreceğiz. CHP eskiye dönüş özlemi içinde. Anlaşılan tartışmayı bu cenahta sürdürecek. MHP mevcut sistemin çoğunlukçu özelliğinden kaynaklı yakaladığı devlet içinde kadrolaşma fırsatını sonuna kadar kullanmak isteyecektir. İyi Parti MHP koltuğunun boşalmasını beklemektedir. Bugün söylediklerini yarın da söylerler mi bunun garantisi yok. AK Parti revizyonu telaffuz ediyor. Ancak nasıl bir revizyon öneriyor belli değil. Geriye HDP kalıyor. HDP'nin söyleyeceği şeyler dikkatle takip edilecektir. Aidiyet duygusuyla söylüyor değilim. Gerçekte HDP doğru tutum takınırsa geleceğin Türkiye'sinin inşasında çoklu toplumsal yapının ihtiyaçlarına cevap veren -Kürtler de dahil- bir sistem kurgusuna hizmet edebilir. Ancak bunu duygusal ve gündelik hesaplaşmalar üzerinden sürdüremez. Daha kapsayıcı ve kucaklayıcı politikalar geliştirmelidir.
*24. Dönem HDP Hakkari Milletvekili