Sivas: İnsanlığın kendini yaktığı yer
Devletin kodlarının çözülmeye başladığı bir süreçte yeni ortakların sahadaki uygulamaları, günümüzdeki tablonun mimarlarının o günkü koşullarda devlet ile iş tuttuğu önemli bir göstergedir. Siyasal İslam’ın devlet için önemli bir ideolojik işlev görmesinin yanında siyasal olarak temizlenmiş sahaya ikame edilmesinin göstergesidir Sivas.
Eşraf Avcı
Sivas, Sivas!
Yiğitlik midir emanet cana kıymak?
Yiğitlik midir bir tutam ışığı kör bıçakla güneşten koparıp karanlığa kurban etmek?
Söyle, hangi kitapta vardır elleri kolları bağlıyı yakmak?
Sivas’ı benzersiz kılan devletin tarihin birçok kesitinde yaptığı gibi insanlığımızı yakarak sınamasıdır. İnsanlık tarihi bir anlamda bu sınamaların tarihidir. Bu tür yıkımların çokluğu devlet karşısındaki güçsüzlüğün resmini tutuşturur elimize.
Bizleri çaresizliğimizle sınayan devletin egemen sınıflar adına ürettiği çareler toplamının adıdır “yasal terör”. Devlet şiddeti, organize kötülüğün, çürümenin ve toplumsal alanın anti-politik hale getirilmesinin temel aparatıdır.
Hedeflenen şey; tam da şiddet üzerinden anti-politik ortamın yaratılmasıdır. Siyasal İslam’ın görünür hale getirildiği 12 Eylül Darbesi'nin yaratmış olduğu iklim, devletin yeni ortaklarının sahaya sürülmesi süreciydi.
Sivas Katliamı bu ortakların birliğini tescillediği ve günümüze kadar gelen bu birliğin fiili başlangıç tarihi olarak kayıt edilmiştir.
Devletin kodlarının çözülmeye başladığı bir süreçte yeni ortakların sahadaki uygulamaları, günümüzdeki tablonun mimarlarının o günkü koşullarda devlet ile iş tuttuğu önemli bir göstergedir. Siyasal İslam’ın devlet için önemli bir ideolojik işlev görmesinin yanında siyasal olarak temizlenmiş sahaya ikame edilmesinin göstergesidir Sivas.
Siyasal İslam o gün toplumun kaderini çizmiştir. En pespaye hali ile yakmanın, yok etmenin vicdansızlığının tezahürüdür. Linç, ırkçılığın lümpen proletarya eliyle uygulama alanı bulduğu ve devletin çeşitli dönemlerde uygulayageldiği önemli aparatlardan biriydi, Sivas’ta yaşanan bunun gelecek zamanlara ait vazgeçilmez bir sıklıkla uygulanacağının göstergesi idi.
Irkçılığın ten rengi ile olan alakası onun sadece ilkel biçimlerinden biridir, egemen sınıfların ırkçılığı, olası bütün insani farklılıkları yok etmek için kullanması, gerek kullanışlı bir aparat olması ve gerekse farkı yok eden içeriği ile alakalıdır. Devlet ile bu anlamda dinin siyasallaşmış hali arasındaki tarihsel birliktelik egemen sınıflara karşı oluşacak her türlü oluşumun bu birliktelik üzerinden “insansal farkın” eritilmesinin gereği haline getirilmiştir.
Dinin siyasal işlevi onun özel mülkiyetin tarihsel kalesi olmasındandır. Hiçbir din bu durumdan azade değildir. Özel mülkün kutsallığı bütün tek tanrılı dinlerin ortak vurgusudur. Buna karşı olası bütün girişimler düşman hukukunun alanına girmektedir. Dolayısıyla yapılması gereken bu hukukun gereğinin yerine getirilmesidir.
2 Temmuz günü yapılan katliamda yer alan güruhun temel problemi insani farkın düşman hukuku çerçevesinde yok edilmesi olmuştur. Orada yer alan her bir zat için hedef alınacak şey önceden belirlenmiştir. Bu önceliğin zatlarda yer etme biçimi, tam da siyasal dinin gereği olarak "din düşmanlarının" varlığının yok edilmesidir. Bu siyasal dinin görevi, işlevi ve ruhudur. Üretilmiş bir fikir olarak tanrı adına yapılan bu suçun işlendiği yer devletin pusuda beklediği ve henüz sahne almadığı yerdir.
Devlet bu suç ile birlikte varlığını tescil edecektir. Olay öncesi organizasyon süreci izlendiğinde bütün bu döngünün devleti göreve çağırma için yapılmış olduğu görülecektir. Camiden çıkarılan güruhun organize bir biçimde yönlendirildiği, devlete ait şiddet organizasyonlarının sahada bu güruhu adım adım katliama yönlendirdiği net bir şekilde izlenecektir. Olay öncesi yaşanan sahnelerden biri dikkate değerdir. Pir Sultan heykelinin belediye ekiplerince yerinden sökülüp Madımak Oteli'nin önünde toplatılan güruha yem edilmesi sahnesi; o bronz heykelin dakikalar içerisinde parçalandığı ve havada uçuştuğu görüntü birazdan yaşanacakların provası idi.
Bir sembol olan Pir Sultan heykelinin yaşatıldığı bu sahne hıncın, lincin yaşatıldığı bu sahnenin müsebbibi olanlar, güruhu teskin etme adına heykeli oraya getirmişlerdi. Oysa teskin edilebilecek bir durumun söz konusu olmadığı dakikalar sonra görülecekti.
Bu güruh doyumsuz bir hıncın gerekçesi ve sonucudur. Onu doyurmanın olanaksız bir siniklik olduğunu, Pir Sultan nezdinde farklı olana tahammülsüzlüğün bir gereği olarak yerinden sökülen heykel, doyumsuzluğun semptomu olarak kullanılmıştır.
Evet, devlet ve siyasal İslam’ın bu doyumsuzlukta birlikte vücut bulmasıdır yaşananlar.
Bu sahnenin ardında yaşatılan “yakma”; tarifi imkansız gerçeklik halinin travmasıdır. Bu travmanın türlü devlet çabaları ile sürekliliğinin bile isteye sağlandığı görülmektedir. Devlet burada kendisini üreten zeminin hiçbir sorumluluğunu almamıştır. Bu sorumluluğu devletin yüklenmesi bu tür travmaların bir daha yaşanmaması anlamına gelirken, geçen sürede yaşanan onca katliamın devletin sorumsuzluk mekanizmasının süreklilik halini ifade eder. Bu süreklilik hali devletin olağan olmayan hukukunun süreklileştirilmesidir.
Bu anlamda Sivas, bugünkü iktidarın kurucu arzu momentidir. Bugünkü iktidar ile siyasal-ideolojik hesaplaşmanın zemini Sivas’ta aranmalıdır.