Yeni Türkiye’nin muhayyel aktörleri: Aracılar
Görüşmecilerimizin sıkça gündeme getirdikleri aracılar, Cumhurbaşkanına doğrudan ulaşma imkanının gündelik yaşamı anlamlandırmada çok da etkili olmadığını gösteriyor. Özellikle işler zora girdiğinde doğrudan Cumhurbaşkanına herhangi bir sorumluluk atfetmek yerine aracıları hemen gündeme getiriyorlar.
Dissensus Araştırma*
Ocak ayından bu yana, alt ve alt-orta sınıflara mensup olan ve genellikle AK Parti’nin yanında yer alan kişilerle yaptığımız derinlemesine görüşmelerin niteliksel analizine devam ediyoruz. Yaptığımız görüşmeler siyaset sahnesinde eskiden beri var olan, ama günümüzde sürekli yeniden tanımlanan kimliğiyle artık bir tür hayalet haline gelen bir aktörü izlememiz gerektiğini gösterdi. Bu aktörün adı aracılar. Aracı adı üstünde arada bulunandır. Çelişkiler barındıran ilişkilerin çözülmesi için aracılar arada olurlar, arayı bulurlar, arayı yaparlar. Gündelik ilişkilerde de, ticarette de, doğal olarak siyasette de aracılar her zaman olmuştur. Zor ilişkilerde araya girerler, sorunların çözülmesine çalışırlar, bazen de işleri içinden çıkılmaz hale getirirler. Aracı kurumlar, pozisyonlar ve kişilerin kim olduğu genelde bilinir, bilinmese de tahmin edilir.
Temsili demokrasi farklı kurumsallıkları olan bir aracılık siyasetidir. Temsiliyetin niteliğine, taraflar arasındaki mesafeye göre aracıların konumu, görevi, gücü ve sayısı değişmektedir. Siyasette alışageldiğimiz aracılar hükümet ile seçmenler arasında bulunan milletvekilleri, devletle vatandaş arasında bulunan bürokratlar, devlet kurumlarında ise hizmet verenle hizmet alan arasında bulunan memurlardı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ülke yönetiminde değişimi ve dolayısıyla siyasetteki geleneksel aracılık kurumunun da yeniden düzenlenmesini beraberinde getirdi. Yürütmenin gücü artırıldı ve başkanda toplandı. Meclisin yasama işlevi sınırlandırıldı. Her biri farklı aracılık kurumları olan yargı, yasama ve yürütme arasındaki güç dengesi yürütme lehine yeniden düzenlendi. Bu değişimle birlikte görünen o ki farklı bir aracı kavramıyla karşı karşıyayız. Sıklıkla lafın arasına giren bu aracıların kim olduğu somut bir şekilde ifade edilmese de, herkesin kendince tanımladığı bir ya da birden çok aracı var. Söz konusu aktörler herhangi birileridir; herhangi bir makamı işgal ettikleri gibi sıradan insanlar da olabilirler. Köşedeki manavdan milletvekiline, hısım akrabadan köşe yazarlarına kadar geniş bir yelpazede yer alan bu aktörlere çok güç atfedilirken, bu gücün bir şeyleri kurmaya değil, bozmaya sebep olduğu iddia ediliyor.
Bu aracılar yeni düzenin günah keçileri, mahcup hoşnutsuzluğun yeni özneleridir. AK Parti destekçileri gerek ekonomik krizin gündelik yaşamlarına olumsuz yansımalarına, gerekse de siyasetçilerin kullandığı çatışmacı dile karşı eleştirilerini ve öfkelerini, Cumhurbaşkanını hemen her şeyin dışında tutarak, çıkar peşinde koşan, kimliği tam da tanımlanmayan bürokratlara, milletvekillerine ve parti kadrolarına yöneltiyorlar. Görüştüğümüz kişiler, gündelik yaşamda karşılaştıkları memur, belediye personeli gibi elemanların işlerini yapmamasından ve kendilerini aşağılamasından şikayetçiler. Kötü giden her şeyin asıl sorumlusu olarak AK Parti ya da Cumhurbaşkanı görülmüyor; hatta, Cumhurbaşkanı’ndan aracıları hayatımızdan çıkarması isteniyor:
Devletin bu aracıları çıkarması gerekiyor hayatımızdan.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi esas olarak halk ile Cumhurbaşkanı arasında gereksiz görülen aracıları kaldırmayı, Cumhurbaşkanının halk ile dolaysız bir ilişkiye geçmesini sağlamayı hedefliyordu. Bürokrasiyi en aza indirmek, hantal bürokrasiyi alt etmek veya hiç değilse kırtasiyeyi azaltmak, sistemi dizayn edenler tarafından bu hedefin gerekçeleri olarak ifade ediliyordu. T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi (CİMER) arzu edilen bu dolaysızlığın yeni kanalı olarak tasarlandı. Bu sistemle vatandaş telefon ya da e-devlet üzerinden görüşünü doğrudan en tepeye iletebilecek, öneride bulunabilecek, kişi ya da kurumları şikayet ve ihbar edebilecek ve bilgi edinebilecekti.
Ancak, görünen o ki yeni sistemde aracılar hâlâ çok iş görüyorlar. Görüşmecilerimizin sıkça gündeme getirdikleri aracılar, Cumhurbaşkanına doğrudan ulaşma imkanının gündelik yaşamı anlamlandırmada çok da etkili olmadığını gösteriyor. Özellikle işler zora girdiğinde doğrudan Cumhurbaşkanına herhangi bir sorumluluk atfetmek yerine aracıları hemen gündeme getiriyorlar. Bu aracıların varlığı Cumhurbaşkanını daha erişilmez, gündelik hayattan daha uzak bir konuma yerleştirerek bu konumun neredeyse uhrevileşmesine yol açıyor. Bu sayede bir yandan çok yakında olan Cumhurbaşkanı, diğer yandan dokunulmaz ve eleştirilmez bir hale geliyor. Halk ve Cumhurbaşkanı arasında kalan aracılar ise tek eleştiri ve şikayet odağına dönüşüyorlar. Bu aracılar artık birer tüzel kişilik olmaktan çıkarak, gerçek ama bir o kadar da soyut aktörler haline bürünüyorlar.
Ekonomik kriz söz konusu olduğunda hem görüşmecilerimiz hem de yöneticiler tarafından kullanılabilen, iktidarın son zamanlarda dolaşıma soktuğu “fırsatçılar”, “stokçular” olarak tanımlanan bu aracılar muğlak bir kategori olarak işlev görüyor. Bu durum ekonomik krizin sorumlusu olarak, ekonomiyi yöneten ve yönlendirenlerden ziyade aracıları hedefe koyuyor. Kabzımal, manav, komisyoncu gibi kişiler ekonomik krizden sorumlu tutuluyor. Hatta ekonominin kötüye gitmesinde bir manavın ya da işportacının, Cumhurbaşkanı ya da ekonomi bakanından daha büyük bir rolü olabileceği düşünülüyor:
Kabzımallar deniliyor ya, tamamen onların şeyi bu. Zaten hükümetimiz şu anda yapılması gereken şeyi bence yapıyor. Marketlere cezalar veriliyor. Geçen senenin ürünleri tespit edildi, bizim BİM’e bile ceza kesildi.Bir de insanların şerefsizliği, çok affedersiniz. Gerçekten. Pazarcıların ve satıcıların yaptığı büyük ahlaksızlık. Bir şeyden hemen rant çıkarmaya çalışıyorlar, onu kullanmaya çalışıyorlar, ortaya saçma sapan bir durum çıkıyor.
Bu aracılar siyasi parti ya da medya söylemleri doğrultusunda Türkiye’nin güçlenmesini engellemeye çalışan yurt dışı kaynaklı güçler de olabiliyor:
Ülkemiz sonuçta çok büyük badireler atlatıyor ve bu durumdan fırsat çıkarmak isteyen, bu durumu biraz daha alevlendirmek isteyen dış mihrakların belki oyunuyla, belki içteki muhalefetin, muhalefet zihniyetinin oluşturduğu oyuna, galeyana gelip çeşitli fiyat oynamaları yapan arkadaşlarımızın biraz daha rayına oturması adına bu tür adımları biraz daha faydalı buluyorum elbette ki.Bizi bir şekilde rayına oturtmak, bizi bir şekilde büküp kendi kıvamlarına getirmeye çalışan dış mihrakların bunda etkisinin elbette ki olabileceğini düşünüyorum birinci etken olarak.
Görüşmecilerimize göre aracılardan her türlü kötülüğü beklemek mümkün. Soğan stokluyorlar, dolar alıp Türk lirasının değersizleşmesine neden oluyorlar, araya tanıdık sokarak kendi yakınlarının öğretmen ya da memur olmalarını sağlıyorlar, hak edenin hakkının yenmesine sebep oluyorlar. Bu aracılar son zamanlarda çok da güçlenmiş görünüyorlar:
Yani bir insan mesela belediyenin bir koltuğunda oturuyorsa. Mesela kadın kollarından geliyorsun ordan burdan, adam oluyorsun, halkın içinden gelmişsin, halkı tanıyan bir insansın. Ne gerek var böyle değişiyorsun. Olduğun gibi görün. Bir zamanlar sen de benim gibiydin.
Aracılar halk dilinde yeni bir aktör değil elbette. Artan fiyatlardan işportacıları, kabzımalları ya da tüccarları ve memurları suçlama hali halkın görünmeyen yapısal bir sistemden ziyade kendilerine en yakın olanı, kendilerine benzeyeni, erişilebilir olanı ve bazen de kendi yerini aldığını düşündükleri insanları hedef almaları anlamına geliyor. Aracılardan yani o bildik, tanıdık ya da tanıdığın tanıdığı olan insanlardan bahsetmek kişinin toplumsal sorunları kavradığı izlenimi yaratırken, işlerin düzelebileceğine dair bir güven hissi de veriyor olabilir. Ancak bugün, ‘Cumhurbaşkanı’nın etrafındakiler’ ya da ‘dış güçler’ gibi iyice muğlaklaşan ve kendilerine büyük güçler atfedilen muhayyel aktörler de bu düşmanların arasına katıldı. Güçleri ve kime yakın oldukları değişse de aracıların ortak özelliği normalde doğru işlemesi gereken sisteme köstek olmalarıdır. Dolayısıyla bir kategori olarak aracılardan düşmanlaştırarak dem vurma halinin, bu aktörlerin daha üst bir merci tarafından alt edilmeleri beklentisiyle, sisteme olan güvenin tesisini mümkün kıldığı söylenebilir. Öte yandan, söz konusu kategorinin tam olarak kime, nasıl bir işe, göreve ve sorumluluğa işaret ettiğinin belirsizliği ve değişkenliği güven kadar güvensizlik de yaratmakta.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde ifadesini bulan Yeni Türkiye’de ortaya çıkan yeni aracıların paradoksal bir konumu daha var. Söz konusu aktörlere çok fazla güç atfedilse de onların kimler olduğuna dair muğlaklık, bedel ödemeden kıyasıya eleştirilebilir olmalarını da mümkün kılıyor. Başka bir deyişle, aracılar hem ekonomiyi, siyaseti ve gündelik yaşamımızı bozabilecek kadar güçlüler hem de çok daha güçlü bir konumda olan Cumhurbaşkanı tarafından her an azledilecek kadar da güçsüzler.
Özetle, bir kategori olarak aracılar siyasal güç dağılımı ve toplumsal ilişkileri hem yapısal hem de gündelik düzeyde şekillendirmeyi sürdürmekte. Ne var ki, milletvekilleri, bakanlar, müsteşarlar, hakimler gibi kurumsal aracılar önemsizleşirken, Cumhurbaşkan’nın etrafındaki ‘etkili kişiler’ siyasetin, ekonominin ve yargının belirleyici aktörleri olarak sivrilmekteler. Bu kişilerin duruma göre değişmesi, kimin gerçekten güçlü olduğu sorusunu yapısal bir mesele olmaktan çıkarıp, kişiselleştirmektedir.
Anlaşılan o ki aracılar, eski Türkiye’de de işlevsel olan bir söylem parçacığı olarak, yeni Türkiye’nin gündelik hayatının anlaşılmasında önemli rol oynamaya devam edecek. Hem söylemsel hem de yapısal düzlemde önemli dönüşümler gösteren bir aktör olarak bu aracılar, yeni sistemin işleyişinde ortaya çıkan çelişkilerin göstergesi olarak okunabilir. Aracılara atfedilen bu işlev, alt ve alt-orta sınıf AK Partililer nezdinde toplumsal yapının çok da değişmediği, eski Türkiye ile yeni Türkiye arasında çok da fark olmadığı duygusunu yaratma potansiyeline sahip. Bu duygunun siyasi ve toplumsal olarak neleri mümkün kılacağını izleyerek göreceğiz.
*Dissensus disiplinlerarası araştırmalar yürüten bir kolektiftir. Dissensus ürettiği bilginin aynı anda pek çok yöne aktığının farkında olan bir grup antropolog, ekonomist, siyaset bilimci, sosyolog ve tarihçiden oluşur. Muhalif olma anlamındaki dissent ile uzlaşı anlamındaki consensus kelimelerinin birleşiminden oluşan Dissensus belirsizlik ve çelişkilerin çoğalttığı imkanları görme yollarını arar. Gündelik hayatı şekillendiren duygu, deneyim, davranış ve düşüncelerin çokluğuna nüfuz ederek görmenin, anlamanın ve söz üretmenin yeni biçimlerinin peşindedir.