Hasankeyf için son fırsat
Ilısu Barajı ve HES’i su tutarsa 12 bin yıllık tarihiyle Hasankeyf kent merkezi, Dicle vadisi boyunca yer alan 199 yerleşim yeri, en az 300 höyük, en az 100 tanesi endemik tür ve soyu tükenme tehlike altında olan milyonlarca canlı, milyonlarca insanın hafızası ve anıları ile daha tespit edilmemiş/edilememiş pek çok şeyi sular altında bırakacak.
Ali Ergül
Son iki aylık süreçte Hasankeyf ve Dicle Vadisi’nde yıkım hızlanırken yıkıma karşı mücadelede de bir yükseliş var. Hükümet yetkilileri 10 Haziran 2019’da Ilısu Barajı’nın su tutacağını açıklamışlardı. Buna karşılık Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Ekoloji Birliği ulusal ve uluslararası alanda farklı etkinlikler organize ederek Hasankeyf’i muhalif kesimlerin gündemine taşımakta belli bir noktaya geldiler. Fakat bütün muhalefetin Dicle Nehri ve vadisine aynı ilgiyi gösterdiğini söylemek pek mümkün değil. Yapılanlar ve yapılmayanlar göz önüne alındığında bazı demokratik kurumların da aslında ilgili olmadığını, buna karşılık pozisyonları gereği ilgiliymiş gibi görünmek zorunda kaldığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Dicle Nehri üzerinde yapılacak Ilısu Barajı ve Hidro Elektrik Santrali (HES) projesi, etüt çalışmaları 1954’te başlatılan bir “stratejik devlet projesi” olarak adlandırılabilir. Bu projeye, günümüze yaklaştıkça, sulama kısmı Cizre Barajı aracılığıyla da eklendi. Yıllarca herkesin seyrettiği süreç, 1988 yılında, söz konusu ilçenin Belediye Başkanı Şehmuz Kartal’ın başlattığı mücadele ile başka bir yöne evrildi. Başlangıçtaki Hasankeyf merkezi vurgusu, yavaş yavaş vadi ve nehir boyutları da kazandı. Böylece mücadelede tarih gibi ekoloji de konuşulmaya başlandı. Beklenen sosyal yıkım ise halen sınırlı düzeyde gündemde.
Yine de tarihi yapılar bağlamı Hasankeyf ilçe merkezinin ötesine pek geçmiş değil. Ilısu Barajı ile sular altında bırakılmak istenen alanda en az 300 höyüğün olduğu öngörüsü yeterli yankıyı yaratamadı. Biyolojik çeşitlilik araştırmaları 400 kilometrekarelik alanın sadece %5’inde yapıldı. Fırat Nehri havzasından kaçan canlıların sığınma alanı olan Dicle nehri ve vadisi sembolik ve politik söylem dışında pek dile getirilmedi.
O zaman mevcut tabloyu söylemeli: Ilısu Barajı ve HES’i su tutarsa 12 bin yıllık tarihiyle Hasankeyf kent merkezi, Dicle vadisi boyunca yer alan 199 yerleşim yeri, en az 300 höyük, en az 100 tanesi endemik tür ve soyu tükenme tehlike altında olan milyonlarca canlı, milyonlarca insanın hafızası ve anıları ile daha tespit edilmemiş/edilememiş pek çok şeyi sular altında bırakacak. Türkiye gibi bir ülkenin kısa tarihine baktığımızda bütün bu kaybedeceklerimizin devlet aklı bakımından bir anlamının olmadığını söylemek mümkün. Peki ya bu topraklarda yaşayan insanlar için bir önem arz ediyor mu? Yeni bir yaşam iddiası olan siyasi parti ve demokratik örgütler için bir karşılığı var mı? Otuz yılı geçen mücadele tarihine baktığımızda bu meseleyi gerçek anlamda dert edenlerin sayısının fazla olmadığını söylemek zorundayız. Yine de bir avuç insanın direnci, 1991 yılında çıkan “Ilısu Barajı bir yıl sonra su tutacak ve Hasankeyf sular altında kalacak” haberi ve başlığını her yıl attırmalarını sağladı.
STK’lar, meslek odaları, sendikalar, siyasi partiler vd. hiçbir zaman özeleştiri yapma ihtiyacı duymadılar. Yaşam mücadelesi yürütücüleri mücadeleyi yükselttiğinde şöyle bir uğrayıp alanı hızlıca terk ettiler. Görmedikleri bir şey vardı: Eğer Hasankeyf ve Dicle Vadisi sular altında kalırsa kaybeden bizatihi kendileri olacaktı!
Hasankeyf ve Dicle Vadisi’ndeki yıkım ve tahribata karşı mücadele son iki ayda tekrar yükselince bugüne kadar bir tane bile dava açma girişiminde bulunmayan Batman Barosu, bütün barolara çağrı yaptı. 1 Temmuz günü 17 baro Hasankeyf’te toplandı. Okunan basın açıklamasında önemli ayrıntılar vardı. Baraj kodunun düşürülmesi talebinde bulunan barolar, şunu dile getiriyorlardı: “Hasankeyf gerisinde kalan kamulaştırılan alanların ıslah yolu ile park, mesire ve orman alanlarına dönüştürülmesi ayrı bir seçenek olarak düşünülebilir. Böylece bu bozkır yeşil bir havzaya da dönüşür!” 300 höyüğün, milyonlarca canlının bir kıymeti yoktu çünkü. Piknik alanı yapmak daha önemliydi barolar için. Bu açıklamada 100’ün üzerinde endemik tür ve soyu tükenecek hayvanlarla ilgili tek bir cümle yoktu. Eğer bu gerçeğe bir vurgu yapılsaydı, Türkiye’nin imzaladığı BM sözleşmelerinde barajların yapılış koşullarında açıkça yazılan maddeler için baroların asli görevini yapıp dava açması gerekecekti. Neyse ki destekçi konumundaki İzmir, Aydın ve Bursa baro başkanları bu konuyla ilgili dava çalışmaları yapacaklarını açıkladılar. Barolar örneğinde de olduğu gibi birçok kurum ve kuruluş bir basın açıklaması ile bütün sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünüyor. Bu inanç ile bir daha ki Hasankeyf ve Dicle Vadisi gündemine kadar kendi alanında rahatça faaliyetleri yürütüyor.
23 Temmuz’da bir sosyal medya sayfası tarafından paylaşılan bir fotoğrafla Ilısu Barajı ve HES’in kapağının kapatıldığını öğrendik. Su yükseliyor, canlılar yükselen suda boğulmaya başlıyordu. Yıllardır dile getirilen korku senaryosu gerçekleşmeye başlamıştı. Ama bir tehlike yoktu birçok kişi için, çünkü sular daha Hasankeyf’e ulaşmamıştı!
Oysa daha üç gün önce Hasankeyf yanıyordu. O gün bir elin parmağı kadar kurum bir şeyler yapmaya çalışırken birçok kişi ve kurum sessizliğini koruyordu. Ajanslar Hasankeyf’e ve yangın alanına muhabir gönderme zahmetinde bile bulunmuyordu. Batman’da bulunan Kurumlar hemen 20 km ötedeki ilçeye gitmeyi bile düşünmüyordu. Yangın kendiliğinden söndükten sonra AKP’li Hasankeyf Belediye Başkanı “tarihi yapılar zarar görmedi” diye açıklama yapacak, DSİ ise itfaiye araçlarının ulaşması mümkün olmayan ve havadan da hiçbir müdahalenin yapılmadığı Hasankeyf yangını için “müdahalemiz sonucunda yangın söndürülmüştür” diyecekti. Bu açıklamaları yangın kendiliğinden söndükten saatler sonra yapacaklardı. Çünkü Twiter’da HasankeyfYanıyor TT olmuş, 1. sıraya yükselmişti.
Yangından sadece 2 gün sonra Hasankeyf’e bir heyet gönderilecekti. Ama o heyet yangın için değildi. Yeni yerleşkedeki bir evin içi temizlenmiş, dökülen duvarlar sıva ve boyayla kapatılmış, Hasankeyfliler o evin etrafında toplatılmış, “bakın sizin yeni evleriniz böyle sorunsuz, hadi taşının” denilecekti. Heyet yoldayken de Ilısu Barajının kapağı kapatılıyordu. Yapay baraj gölünde su yükselmeye başlanacaktı. Ama bundan doğrudan etkilenecek köylere bilgi bile verilmeyecekti. Suyun yükselişinden habersiz çocuklar o suya girip boğulsalar, hemen oraya bir uyarı tabelası konulacaktı elbette!
Muhalif kanatta bulunan kurumların tamamı için Hasankeyf, kurumların bir kısmı için ise Dicle Vadisi kırmızı çizgidir. Ama bu kırmızı çizgiler çoktan geçildi. Dicle Vadisi’nde bu iki devasa suç işlendi. Buna karşın mücadele bayrağını yere hiç düşürmeyenler de var. Onlar için Hasankeyf ve Dicle Vadisi bir bütün. Bir kelebeği kurtarmanın yaşamı kurmak için ilk adım olduğunu düşünüyorlar. Bunun için sürekli mücadeleyi yükseltmek için caba gösteriyorlar. Bir kişi bile kalsalar Hasankeyf’te yüzlerce kişinin katıldığı basın açıklamaları organize ediyorlar. Türkiye ve Dünyanın birçok kentinde insanları yan yana getiriyorlar. Tam da bu yüzden 1991 yılında çıkan haberin başlığını her yıl attırıyorlar: “Ilısu Barajı su tutacak ve Hasankeyf sular altında kalacak”
1954’ten günümüze kadar süren baraj ısrarı bize bu barajın bir hükümet veya iktidar projesi olmadığını açık bir şekilde gösteriyor. Ilısu Barajı ve HES’inin projesi bir devlet projesi olduğu bilgisinden hareketle bütünlükçü bir mücadele yürütmek gerekiyor. Devlet bu barajla birçok amacını uygulamış olacak. Elbette ki bütünlükçü samimi bir mücadele olmadığı sürece.
Belirsizlikler yaratarak, sindirerek ve her şey bitti algısını yaratmak istiyorlar, ama “Hasankeyf İçin Geç Değil” diyenler hâlâ var. Evet, her şeye rağmen Hasankeyf ve Dicle Vadisi için hâlâ geç değil. Yıkım %1 iken %99’luk kısım yaşıyor. Bu açıdan yeni bir yaşamı kurma iddiası ve ideali olanların Dicle Vadisi'ne dokunarak, vadiden ve yıkıma maruz kalmış tarihi alanlardan ve varlıklardan özür dileyerek mücadeleyi büyütmesi gerekiyor. Mücadele yaygınlaştırılırsa, meslek odaları, akademiler, sendikalar, STK’lar ve siyasi partiler asli görevlerini yerine getirirse, yani Hasankeyf ve Dicle Vadisi için mücadele yürütürse birkaç ay sonra baraj gövdesini nasıl kullanalım, orayı nasıl değerlendirebiliriz gibi bir gündemimiz olabilir!