Milli ve yerli linç ile söylem mecburiyeti
Kürtlerin özgürlüğüne dair haklarını görmezden gelip, dillerini dahi yasal bir güvenceye kavuşturmadan, kardeşlikten ve yoldaşlıktan bahis açmak en açık ifade ile sistematik olarak Kürtlerin aşağılanması, dilleri ve kültürleri ile ötekileştirilerek asimile edilmelerini istemek ya da buna seyirci kalmak demektir.
Hamid Omerî
Hakim olanın sorgulanmadan kabulünü istedikleri; diğeri, öbürü olarak tanımlanan öteki üzerindeki şiddet sarmalı, korunarak ve genişleyerek devam ediyor. Mevcut kültürün içinde dışlanmış olanlar, gücü elinde bulunduranların belirlediği tanımlamayla, canları istediğinde hatırladığı bir ‘araç’ formunda kalmakta, olabildiğince kendi özelliklerinden soyutlanarak varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. “Öteki” güç sahiplerinin izin verebildiği kadar öteki olabilmekte; gerektiğinde ve istenilen forma yakın bir renk alabildiğinde, ihtiyaçlara binaen “Benim kardeşim!” olma şerefi(!)ne nail olabilmektedir.
Söylem zorunluluğu ve söyletme, ‘andımız’ın ufkunu aşmada herhangi bir sakınca görmemektedir. Kürsüleri işgal edenlerin asabiyetleri, damarlarda dolaşan bir ‘andımız” mefkuresinin içselleştirilerek yaygınlaştırılmasına sebebiyet vermektedir. Savaş ya da kriz sonrası düzen çabası olarak değerlendirilemeyecek kadar ‘milli’ ve ‘yerli’ bir akıl tutulması dün olduğu gibi bugün de varlığını dayatarak sürdürmektedir. Bu bağlamda, toplumsal hayatın özgürlüğe ve aydınlanmaya kapı aralayan bir ilerlemeye niyetinin olduğunu, bu yaklaşımlar sürdüğü müddetçe söylemek güç.
Zira öteki olarak görülenlerin kendi kendilerini idare etmekten yoksun oldukları, buna selahiyetlerinin olmadığı düşünülmektedir. Pek muhtemeldir ki ırklar hiyerarşisinin artık kabul görmeyeceği düşünüldüğünden olsa gerek, daha yumuşak söylemlerle, öteki olanların kültürlerini, kimliklerini ve varlıklarını yitirmeleri zamana yayılarak sağlanmaya çalışılmaktadır. Adeta öjenizmin gölgesinde anlam bulan bir din kardeşliği/devrim yoldaşlığı büyüttükleri bir parçalanma korkusu ile öteki olanın kendi dili ile sokağa ve pazara, kendi kültür dinamikleriyle hayata karışmasına izin vermeme saikiyle sorumluluklarının gereğini yerine getirmektedir. Bu yönüyle Kürtlerin özgürlüklerine kavuşmalarının önüne bir set olarak konulan yoldaşlık ve ümmet kardeşliğini, oryantalist bakışın buralara yansımış şekli olarak görmek mümkündür.
Kürtlerin özgürlüğüne dair haklarını görmezden gelip, dillerini dahi yasal bir güvenceye kavuşturmadan, kardeşlikten ve yoldaşlıktan bahis açmak en açık ifade ile sistematik olarak Kürtlerin aşağılanması, dilleri ve kültürleri ile ötekileştirilerek asimile edilmelerini istemek ya da buna seyirci kalmak demektir.
Hakim olanın ya da ‘üst yapı’nın, Kürdün hakikatini görmesini engellemek için geliştirdiği; Kürdün dilinden, kültüründen, bayrağından uzaklaşmasını sağlamaya dönük maskesinin adı, yoldaşlık ve kardeşlik söylemidir. Devrim ve ümmet söyleminin içinde onu dile getirenler ve savunanlar açısından elbette hakikat barınabilir ancak ‘mutlak iyi’nin ve diğer yandan “Ümmetin devleti’nin teb’ası ve kurbanı olarak Kürdün ve özgürlüğünün seçildiğini de kabul etmek gerekir.
Bir büyük anlatıya gerek var mı emin değilim ancak “Bırakınız yapsınlar”cı ekonomik liberalist yaklaşımdan hayat bulan ve öteki üzerindeki tezahürünü son günlerdeki örnekle; kurumsallaşmış kolektif algı ile “Bırakınız linç etsinler”le taçlandıran, kendisini ümmetin temsilcisi sayan, ‘büyük kardeş’, zorbalığını sürdürmeye devam etmekte sakınca görmediğini sergilemekten çekinmemektedir. Bu bir inşa sürecidir ve elbette yeni değildir ancak her dönemin ruhuna uygun yeni bir söylemi ve dili vardır.
Kendi dili ile haklarından yoksunluğu kendisine bir cennet gibi müjdelenen Kürtler, bu muştuyu kabul etmediği her mekanda, her söylemde, neredeyse her eserde bir yok sayılma, bir ötekileştirilme ve bir linç güruhu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Yaşanan bilinçlidir ve son hadisede olduğu gibi koruma altındadır. Saldırıların, yakılmaların, imhaların normal karşılanmasının temel nedeni, gücü elinde bulunduran hakim zümrenin, gücü ve olanakları ile yaşanılanları normal ve ‘münferit’ göstermedeki ustalığı ve ısrarıdır. Düşünmeyi, tüketmeyi, konuşmayı, dili, söylemi şiddetle, linçle homojenleştirmeyi normalleştirmek kabul edilemez. Bunu demokratik teamüllerle açıklamaya çalışmak, halkın tepkisi diye yumuşatmak garabettir. Kurumsal algı ve yöntemlerle kronolojik ve sistematik hale dönüşen bu ve benzeri demokratik olmayan ‘milli ve yerli’ linçleri devletin koruma şemsiyesi ile sürdürülebilir bir politika haline getirmeye son verilmelidir.