İşçisinin maaşı için açlık grevine yatan Başkan: Vedat Dalokay
İnsanı da, hizmet götürülen, hizmet veren, üreten olarak ayırmadı. Çünkü Vedat Dalokay biliyordu ki hizmeti alan ne kadar insansa hizmeti üreten de o kadar insandır ve “işçisi açken tok yatılmaz”. Bugün Dalokay’ın işçilerine destek vermek için üç günlük simgesel açlık grevine yattığı 29 Temmuz 1975’in 44'üncü yıldönümü.
Anadolu insanı, metaforun anlamını bilmez.
Bilmesi şart da değil!
Ancak öyle metaforlar yapar ki bir cilt dolusu kitabın anlatmak istediğini bir cümlede özetler.
Örneğin, “yiğit, biraz deli gerek” derler.
Güçlünün karşısına çıkmayı “delilik” olarak görürler ama “delilik” yapanı da içten içe sevmeyi insanlığın bir parçası olarak beller.
Ankara’nın 1973-1977 döneminin Belediye Başkanı Vedat Dalokay’ın tarihe geçmesine de bu “deliliği” neden olmuştu.
Pek çok deliliği vardı.
YİĞİT LAKAPSIZ OLMAZ!
Göbek yapmak için Genel Kurmay’ın bahçesine kepçe ile girmişti.
Hop oturup hop kalkan Genel Kurmay yetkililerini, “Kıbrıs’tan o kadar yer aldınız; 8 metrenin lafı mı olur” esprisiyle yumuşatmıştı.
Kendisine “Göbek Vedat” lakabı da, yaptığı o göbeklerle trafiği rahatlattığı için verilmişti.
Malum, “yiğit lakapsız olmaz!”
İşte o “biraz deli”, Vedat Dalokay, seçildiğinin ertesi yılı, yani 1975’de, iki ay üst üste, mayıs ve haziran aylarında işçilerin maaşını ödeyemez hale gelmişti.
Çünkü hükümet, Dalokay’ı (ve İstanbul, İzmir ve İzmit Belediye Başkanlarını) çalıştırmamak için kaynaktan kesinti yapma yoluna gitmişti.
Ecevit, Hükümetin bu tutumunu, o dönem halk açısından hassas bir kavram olan “ambargo”ya benzetmişti.
Ecevit, “Türk’ün Türk’e ambargosu”nu zulüm olarak yorumlamıştı.
BAŞBAKANI TOK, İŞÇİSİ AÇ ÜLKE OLMAZ!
İşte tam o günlerde, Vedat Dalokay, yolda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in arabasının geçtiğini görür.
Hemen kendisini arabanın önüne atar.
Demirel, mecburen durur.
Dalokay, meramını anlatır:
“Maliye Bakanlığının kesintisi nedeniyle 6 bin 500 işçimin maaşını iki aydır ödeyemiyorum.”
Demirel, istemeyerek de olsa ödeme sözü verir ama o söz bir türlü tutulmaz.
Dalokay, deli adam, işçisi aç kalacaksa o da kalacak; bunun için de üç günlük açlık grevine gideceğini duyurur.
Gerekçesini şöyle açıklar:
“Aylardır ücretlerini alamamış işçilerimiz ve çoluk çocuğu aç iken onların oylarıyla işbaşına gelmiş başkan da onların sıkıntısını ve derdini paylaşacaktır. İnsanlığın bir parçası olarak bağımsızlıkları için Vietnam’da, Afrika’da ve Pakistan’da sellere kapılmış insanlara nasıl yardıma koşmuşsak, sokağı süpüren aç insanın yanında da olmam gerekiyor benim. Onların açlığını, sıkıntısını ve sorunlarını paylaşacağım. (…) Başbakanı, başkanı tok, işçisi aç bir ülke olamaz. Simgesel de olsa bu amaçla açlık grevine gidiyorum...”
Açıklamayı yaptığının ertesi günü, yani 29 Temmuz 1975 günü, makam odasına attırdığı somyanın üzerinde açlık grevine başlar.
Dalokay’ın kararlılığı karşısında hükümet, geri adım atar ve açlık grevinin ikinci gününde işçilerin maaşlarını öder.
Dalokay ise verdiği sözün gereği olarak açlık grevini üçüncü günün sonunda bitirir.
NEREDE İNSAN VARSA DALOKAY ORADAYDI!
Dalokay’ın “deliliği”, elbette bu kadarla sınırlı değil!
Onu, yeri geldiğinde İmar İskan Bakanlığına gönderdiği, “binamızı boşaltın” yazısından, yeri geldiğinde “belediye binası satılıktır” eyleminden hatırlıyoruz.
Diktatör Franco’yu protesto için İspanya Elçiliğinin suyunu, elektriğini ve havagazını kesmesi ise unutulamaz.
Franco diktatörlüğü, dünya kamuoyunun protestolarını dikkate almayıp, beş İspanyol devrimci gencini idam ettiğinde, İspanya’nın Ankara Büyükelçiliği'ne ilettiği mektupta şöyle yazmıştı Dalokay:
“Ankara Belediye Başkanı olarak, Ankaralılar adına kendi ulusunun çocuklarını öldüren devlet yöneticilerini kınadığımı, cinayetlerin en çirkinine kurban giden beş İspanyol genci için tutulan yası vurgulamak ve Ankara halkının İspanya halkının acısını paylaştığını, özgürlük mücadelesini desteklediğini simgelemek amacıyla bir hafta süreyle İspanya Büyükelçiliği’nin hiçbir belediye hizmetinden yararlanamayacağını duyururum. Özgürlük uğruna hayatlarını kaybeden beş gencin anısına duyduğum saygıyla.”
Hiç kuşkusuz, belediyecilik denince “hizmet esastır.”
Hizmetin ne ile nasıl, ne zaman ve kime verileceği ise belediyeciliğin politikasını belirler. Dalokay’ın belediyecilik politikasının özünü insan oluşturmuştu.
Dalokay, Ankara’nın gündelik hayatını kolaylaştırmak için her şeyi yapmak için didinip durdu. Gecekondu sorunundan su sorununa, metrodan ucuz toplu taşıma kadar her şey ile ilgilendi.
Ama hepsinden çok “insan” ile ilgilendi.
İnsanı da, hizmet götürülen, hizmet veren, üreten olarak ayırmadı. Çünkü o biliyordu ki hizmeti alan ne kadar insansa hizmeti üreten de o kadar insandır ve “işçisi açken tok yatılmaz”.
Bugün Dalokay’ın işçilerine destek vermek için üç günlük simgesel açlık grevine yattığı 29 Temmuz 1975’in 44'üncü yıldönümü.
Boşuna denilmemiş:
“Geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni
Sinme tilki gölgesine, ko yesin arslan seni”
Yenilere örnek olması dileğiyle ve geçmişte örnek tavırlar sergilemiş Vedat Dalokay’ı saygıyla anıyorum.