Milliyetçilik lanetli mi, özgürlük ideolojisi mi?

Öncellikle ulus bağlamındaki tartışmalarda sorulması gereken sorulardan biri millet ya da milliyetçiliğe daha doğrusu milli kimlik kavramına neden gereksinim duyulduğudur. Ya da evrenselci akımların iddia ettiği gibi son iki yüzyılın bütün günahları milletlerin daha doğrusu milliyetçilerin hanesine mi yazılmalıdır?

Google Haberlere Abone ol

Sharo I. Garip* [email protected]

Son 200 yılda sosyal bilimlerde özellikle de sosyoloji ve siyaset biliminde ve bir ölçüde antropolojide en çok tartışılan konulardan biri millet ve milliyeçilik-etnisitedir. Nairn'in dediği gibi “Modern felsefenin esas konusu sanayileşme değil, milliyetçiliktir; buhar makinesi ve bilgisayar değil, ulustur.” (Nairn, 2015). Türkiye’de en çok da Kürtler arasında bu konudaki yaşanan kafa karışıklığının hem tarihsel hem de ideolojik nedenleri vardır. Örneğin Kürtler, bir yandan devletin gereksizliğini savunurken öte yandan egemen devletlerin arızalarını gidermekte çok hevesliler. Oysaki bütün maddi varlıklar gibi milletler de mekansız (yurtsuz), bir sosyal varlık olarak dilsiz, edebiyatsız hafızasız (soyut mekansız) yaşayamaz. Yurt, dil, hafıza gibi etkenler milletlerin varlık sebebidir ve ne bahşedilebilir ne de gasp edilebilirler. Nasıl ki evrensel hukuk; adalet temelinde, özellikle temel hak ve özgürlükler anlamında; ırk, din ve dil ayrımı yapmadan herkesi eşit bir hak sahibi kılıyorsa; kişinin içerisinde geliştiği/şekillendiği grup hakları konusunda da uluslararası hukuk düzeninin belirlemiş olduğu hak ve özgürlüklerden, bütün gruplar nicel büyüklüklerinden bağımsız olarak eşit düzeyde yararlanmalıdırlar. Bu çerçevede, etnisiteleri ya da ulusları, büyük cemiyetler-cemaatleri birer grup olarak tanımlarsak, bütün bu grupların söz konusu hak ve özgürlüklerden eşit düzeyde faydalanması gerektiğini de ifade etmiş oluruz. Bu bağlamda, nasıl insanların temel hak özgürlükleri, politik pazarlığın konusu edilemez, devredilemez ve de bölünemez ise grupların da benzer şekilde grup olmaktan doğan doğal hakları; örneğin din, dil, territorium (yurt) vs. hakları da aynı türden temel hak ve özgürlükler olup aynı kapsamda değerlendirilmelidir. Connor, 5 binden fazla değişik etnik grup varken bunlardan yüzde 10’ununa bile devlet olma hakkı tanınmadığını ifade etmektedir. Sorunun buradan kaynaklandığını ve çatışmaların sebebinin başkaldıran etnisitelerden değil, onları bu haktan mahrum edenlerden kaynaklandığını belirtmektedir. Egemen ulusların milliyetçiliği, evrensellik adı altında yaşanan etnik savaşların korkunç acılarının maliyetini, muğlak genel lanetli milliyetçiliğe atfederek bir yandan kendi suçlarını örtmeye çabalarken öte yandan ezilen ulusların sahneye çıkmasını engellerler. Ulusların, etnisitelerin çeşitliliği demokrasi ve kültürel çeşitlilik için bir zenginliktir; yok edilmesi değil korunması gerekir.

Yeryüzünün lanetlilerine bu konudaki tartışma zeminin bile yasaklanmış olması tekrar sorgulanmalıdır. Öncellikle ulus bağlamındaki tartışmalarda sorulması gereken sorulardan biri millet (1) ya da milliyetçiliğe daha doğrusu milli kimlik kavramına neden gereksinim duyulduğudur. Ya da evrenselci akımların iddia ettiği gibi son iki yüzyılın bütün günahları milletlerin daha doğrusu milliyetçilerin hanesine mi yazılmalıdır? Bir ideolojik propaganda, hatta bilimsel bir propaganda olarak, son zamanlarda ulus ve ulus devletin miadını doldurduğu tezleri ileri sürülmektedir. Oysa geçmişleri iki yüz yıldan daha eski bir olgu olduğu kabul edilen millet ve milliyetçiliklerin, olgunluk evrelerini yaşasalar da sahneyi kolay kolay terk edecekleri anlamına gelmeyecektir. Çünkü millet ve milliyetçilik olguları toplumların gelişiminde bir realiteye ve de bir evreye tekabül etmektedir. 20'nci yüzyılda dünya siyasal arenasından silinen çok az devlet varken yeni doğan devlet sayısı dört katına çıkmıştır. 21'inci yüzyılda da yeni doğan devlet sayısı düşüş göstermekle beraber, söz konusu süreç halen devam etmektedir (Jahn, 2015, pp. 13-31). Bu gerçekliğe rağmen, sürekli ulus devlet döneminin bittiği ifade edilerek, örnek olarak da Avrupa Birliği (AB) gösterilmektedir. Lakin, AB’nin başarılı olması durumunda bile Birlik içinde, imparatorluk döneminde kendini koruyan kavimsel kimlikler gibi uluslar da kendisini koruyarak bir tür yeni imparatorluklara evrilebilirler. Gelecek yüzyıllar içinde dünya politik sistemi arenasında insanların; şehir-devletler mi yoksa ulus devletler veyahut modern imparatorluklar şeklinde mi örgütleneceğini şimdiden öngörmek oldukça zordur. Fakat antik şehir devletlerinden günümüze kadar binlerce yıllık evrimsel gelişimle yakıcı bir şekilde süreklilik gösteren etnik ya da milli kimliklerin kolayca silinmeyeceğini öngörebiliriz.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki ulus, etnisite ve ulus-devlet kavramları birbirine çok yakın ve iç içe geçen kavramlardır. Bu nedenle de çoğu zaman tanım konusunda kargaşa yaşanabilmektedir. Buna rağmen ulusun oluşumunda teritoryum (toprak), kolektif hafıza-kolektif gelecek ve dil gibi determinantlar hemen hemen bütün teorisyenler için belirleyici faktörlerdir. Her şeyden önce ulus konusunda iki ana yaklaşım tarzına, ulusu inşa olarak görenlere ve ulusu oluşum olarak görenlere dikkat çekmek gerekmektedir. Bu makalede, ulusu “inşa” olarak ele alanlardan ziyade ulusun uzun süren bir sosyal evrim süreciyle, bir başka deyişle “oluşum” olduğu savunulmaktadır. “İnşa”dan bahsedildiği zaman inşa eden aktörlerden bahsedilmesi gerekir; genelde de inşa, toplumun seçkin gruplarının kurguladığı bir proje olarak görülür. Ayrıca belirtmek gerekir ki kimlikte inşa, oluşumdan daha kısa bir süreye tekabül etmektedir. Örneğin etnik ya da milli kimliklerin bazı unsurlarına bakıldığında; din, dil ya da yurt kimliklerinin, uzun yıllar içinde ama aynı zamanda karşılıklı etkileşime ve kabule dayanan kolektif üretimler olduğu ifade edilebilir. Yani belli bir seçkin zümrenin, tek taraflı olarak kısa bir zaman zarfında inşa ettiği olgular değildirler. Etnik kimlikler ve milli kimlikler Smith’in dediği gibi iç içe geçmiş bir örgüdür. Modernistlerin iddia ettiği gibi milli kimlikler son iki yüzyılda inşa edilmiş değildirler; aksine, moderniteye kadar devam eden, ama kökleri antikiteye, belki de izleri belirsiz şekilde çok daha gerilere de giden bir evrimsel süreci barındırırlar. Smith milleti: “…tarihi bir toprağı/ülkeyi, ortak mitleri ve tarihi belleği, kitlevi bir kamu kültürü, ortak bir ekonomiyi, ortak yasal hak ve görevleri paylaşan bir insan topluluğunun adı…” (Smith, 2014, p. 32) olarak tarif etmektedir. Bu tanımın içerdiği toprak, ortak yasa gibi bileşenleri diğer teorisyenlerin tanımlarında da bulmak mümkündür.

Sosyal bilimler alanında millet ve milliyetçilik kavramlarının kimilerince lanetlendiği, kimilerince ise kutsandığı gözlemlenmektedir. Örneğin milliyetçiliği lanetleyenler; milliyetçiliğin halklar arasına nifak soktuğunu, etnisiteler ve kültürler arası kavgaya yol açtığını, “öteki” birey ve grupların özgürlüklerini kısıtladığını, tek bir insanlık ve evrensellik ülküsüne engel teşkil ettiğini iddia ederler ve bu gerekçelerle milliyetçiliği lanetlemişlerdir. Buna karşılık kutsayanlar ise; milliyetçiliğin azınlık kültürünü koruduğunu, kayıp tarih ve edebiyatı yaşattığını, kimlik krizini engellediğini, tiranlara karşı direnişin kaynağı olduğunu ve toplum ile toplumsal dayanışmayı meşrulaştırdığını söyleyerek milliyetçiliğe olumlu bir perspektif sunmuşlardır.

Halbuki milliyetçilikler arasında herhangi bir tasnif yapmadan, kaba bir genellemecilikle buradaki lehte ve aleyhte argümanları anlamak mümkün değildir. Bu kapsamda; öncelikle “egemen milliyetçilik” ve “ezilen / bastırılan milliyetçilik” şeklinde bir kategorileştirme yapılması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Örneğin, milliyetçiliğe dayanarak kendilerine ayrıcalıklı bir konum elde eden egemen ulusun milliyetçilerine bakıldığında daha çok milliyetçiliği lanetleyen argümanlar öne çıkarken, ezilen ulusun milliyetçileri açısından ise söz konusu tavrın doğru olmadığı değerlendirilebilir; çünkü halklar arasına nifak tohumları eken egemen (merkez) milliyetçiliktir. Egemen milliyetçilik, ezilen ulusun kültürünü ve kimliğini inkar ederek ya da onları asimile ve hatta elimine etmeye kalkışarak nifak çıkarmaktadır. Yani burada katledilenlerin veya asimile edilenlerin direnişini nifak çıkarmakla suçlamak yerinde bir tutum değildir. Milli kimliğin, diğer bireylerin kimliğini kısıtlayarak geliştiği doğru değildir; çünkü bireysel kimlik grup içinde şekillenir ve de bireyler grup kimliğini kolektif olarak üretirler. Ama milli kimliğin diğer (öteki) grupların kimliğini ve özgürlüklerini kısıtladığı kısmen doğrudur; çünkü egemen kimlikler genelde bunu yapma eğilimindedirler. Evrensellik ve tek insanlık ülküsüne engel teşkil ettikleri iddiası da egemen olan görüşlerin penceresinden bakılarak açıklanmaktadır. Ezilen milletlerin normları bu evrenselliğe dahil edilmeden, sadece egemenlerin ittifakıyla oluşturulmuş ve diğer ezilenlerin sırtında yükselerek dayatılan bir evrenselliktir. Ezilen milletler egemen olan evrensellik içinde ve insanlık ailesi içinde bir yer bulamamaktadır. Tam tersi iddia edilebilir; ezilen milletlerin kendilerine yapılan haksızlığa başkaldırarak evrensellik ve insanlık içinde bir yer bulmaya çalışmaları mevcut adaletsiz evrensellik ve insanlık ailesini ileriye taşımaktadır denilebilir. Milliyetçiliğin lehte olan argümanlarına bakıldığında, ezilen milliyetçiliklerin genellikle kendi tarih ve edebiyatlarının peşine düşerek tarihteki kendi kavimsel izlerini sürdüğü ve de kültürel artı-değerlerini sömürüden kurtarmaya çabaladığı gözlemlenmektedir. Özellikle bu romantik milliyetçi evrede çok yoğundur.

Tirana karşı bir etnisite, milliyetçilikle dayanışmasını çok hızlı bir şekilde arttırabilir. Ve bir ulusun ya da kavmin köleleştirilmesine karşı bir direniş ruhu geliştirir. Oysaki bütün bu lehte argümanlar ulusun bekçileri olan egemen milliyetçilik için genellikle geçerli değildir. Çünkü egemen milliyetçilik genellikle diğer kültürü inkar ederek ezilenin ortak hafızasını yok etmeye ya da kendi içinde eritmeye teşebbüs eder. Yani bir başka deyişle kimlik krizine, kültür talanına ve tahakkümüne yol açar.

Ulusu bir olgu olarak değil de milliyetçilerin (bazen de burjuvazinin) bir kurgusu olarak görenlerin sayısı da azımsanmayacak kadar çoktur (Hobsbawm & Ranger, 2006) Gellner (Milliyetçiliğe Bakmak, 2016). Bu teze iki nedenden dolayı itiraz edilebilir. İlki bir mantık argümanıdır; ulus ile milliyetçiler arasındaki ilişki balık ile balıkçılar arasındaki ilişkiye benzetilebilir; yani balık olmasaydı balıkçılık olmayacaktı! İkincisi ise Hroch’un Avrupa’daki uyanan milletler üzerine yaptığı çok geniş karşılaştırmalı ampirik araştırmasının bize gösterdiği; ulus/mili kimliğin doğuşuna, değişik evrelerde çok çeşitli toplumsal tabakaların iştirak ettiği gerçeğidir (Hroch m. , 2011).

Anderson ve Gellner, ulusu seçkinlerin bir projesi olarak görmektedirler. Örneğin, Anderson’un meçhul asker örneği dini cemaatler gibi ulusun bir tahayyül yoluyla inşa edilen cemaat olduğunu ileri sürmektedir (Anderson, 1991, pp. 20-23). Modernitenin gelişmesi ile okuma yazma ve de basın yayın yoluyla ortak kültür ve duygunun cemaatvari geliştiğini söylemektedirler ve bunu kullanılan standart dil içinde ileri sürmektedirler. Gellner ve Anderson Türkiye’yi kendi teorileri için özellikle örneklerinde dile getirirler. Lakin, son yüzyılda Kürtçe yazma hakkı ellerinden alınan Kürt ulusu sözlü edebiyatla millet kimliğini çok güçlü devam ettirmektir. Ayrıca modernistler Latinceye rağmen Almanca, Fransızca ya da İspanyolcanın tarih sahnesinden neden silinmediğini nasıl açıklayacaklar! Oysaki Anderson ve Gellner’in ulusu, seçkinler tarafından kurgulanmış bir modernite projesinin çok istisnai durumlarını açıklayabilir. Örneğin Türkiye’deki ulus konsepti bir seçkin projesidir ve Türk etnisitesinin dışındaki bütün diğer halkları bir tahayyül ile Türk saymışlardır.

Smith’in dediği gibi etnik kimlik ile milli kimlik arasında organik bağ vardır. Dolayısıyla bu etnik kimlikler üstünde yükselen ulus modelleri çok daha istikrarlıdırlar ve sosyolojik olarak bereketlidir. (Smith, 2014, p. 73) Etnik evveliyatı olmayan milletler ABD, Avustralya veya Arjantin bu istisna durumlara örnek teşkil edebilir. Fakat bu istisnai durumlar dünyadaki toplumların, etnisitelerin ya da ulusların büyük bir bölümünün evrimsel gelişimini temsil edemeyecek durumdadır. Dolayısıyla genel geçer kabul edilebilecek bilimsel araştırmaların sonuçları açısından baz alınması gereken anormallikler değil meşru tarihsel gelişmelerdir.

Etnik/milli kimlikler aile gibi temel (basic) kimliklerdir yani bizim seçimimize bağlı değildirler. Dolayısıyla bu kimlikler ne kolay kolay oluşur ne de kolay kolay kaybolurlar. Ama herhangi bir futbol takımını ya da bir siyasi partiye üye olmak gibi seçime bağlı durumlarda gruba ait olmak kadar çıkmak da kolaydır (Garip, 2012). Makro düzeyde bakıldığında, toplulukların neden milli kimliğe önem verdiklerini bir ölçüde o milletlerin millet tanımındaki kriterlerden çıkarsamalarla anlaşılabilir.

Yurdun (Ortak Yurt) romantikleştirilmesinin gerisinde yatan teritoryum yaşam alanı olduğu gerçeğidir. Deyim yerindeyse bu romantizm ütopik bir güzelleme değil yaşamın mekanına adanmış bir şiirdir. Öncellikle fiziki olarak yeraltı yerüstü zenginlikleriyle bireylere ve topluluğa yaşama alanı sağlar. Ayrıca ortak kültürün (istisnalar) dışında oluştuğu mekandır.

Ortak hafıza, tarih ve dil grubun süreklilik içinde devraldığı kolektif üretimin bir mirasıdır. Örneğin dil üzerinde ortak tarih ve hafıza kodlanmıştır. Bütün bu gelenekler tarihsel miras etnisite/ulus için paha biçilmez bir bilgi ve kültür sermayesidir. Ayrıca grubun ortak ruhu da grubu ve bireylerini dış tehlikelere karşı bir koruma görevi görür.

Sonuç olarak denilebilir ki, her ulusun devlet olmak hakkı saklı kalmak koşuluyla, belki devlet olmazsa olmaz koşul değildir milletler için. Ama olmazsa olmaz koşul, kendilerini koruyacak ve devam ettirecek özyönetim kurumlarına mutlaka sahip olmalarıdır. Örneğin en başta ABD’de olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinde Flamanlar, Katalanlar, İskoçlar ya da Kürtler (Irak) çokuluslu federal veya özerk birimler içinde bir arada yaşayabilmenin örneklerini sunmaktadırlar. Ulus modelin ekonomik gelişimin önünü açtığı ve efektif demokrasiye katkı sunduğu unutulmamalı. Dolayısıyla milliyetçilik köreltilmeye çalışılan milli bilinci diriltmek ve billurlaştırma açısından önemli bir işleve sahiptir. Etnik/milli bilinci körelmiş grupların özgüvenleri zayıftır; başkasının bilinç bahçesinde tutsak alınmışlardır. Esasen güçlü bir milliyetçilik ezilen ulusların kendi kaderini tayin konusunda kansız bir çözüm için iki nedenden ötürü etkili bir yol olduğu söylenebilir:

- Bilinç etkisi: Güçlü bir milliyetçilik ulusal bilinci artırıp hak elde etme konusunda hedefe ulaşmayı kolaylaştırır

- Caydırıcılık etkisi: Kitleselleşmiş ulusal hareketin rakipleriyle pazarlık gücü yüksek olduğu gibi karşı tarafın şiddet yoluyla bastırma girişimine karşı da bir caydırıcılık etkisine sahiptir.

Köleleştirilmiş milletlerin milliyetçiliği bir tür ezilenlerin dayanışması sayılmalıdır. Bu yüzden milliyetçilik ezilen ulusun elinde ciddi bir özgürlük ideolojisi ve direnme aracıdır. Nitekim ezilen sınıfların, işçilerin köylülerin ya da kadınların dayanışması işçi sınıfı ya da kadın milliyetçiliği sayılabilir. Fakat egemen ulusların düşünürlerinin çok büyük bir bölümü ulus içindeki bu dayanışmayı överken etnik dayanışmayı ise lanetler çünkü kendi ulus bütünlüklerine yöneltilmiş bir tehdit olarak görürler.

Kaynakçalar

Anderson, B. (1991). Hayali Cemaatler. (I. Savaşır, Trans.) İstanbul, Türkiye: Metis.

Connor, W. (1994). Ethno Nationalism. Princeton.

Garip, S. I. (2012). Ethnische Konflikte im Vergleich:Baskenland-Kurdistan. Berlin, Almanya: Lit Verlag.

Gellner, E. (2016). Milliyetçiliğe Bakmak. (N. Soyarik, & Ö. Saltuk, Trans.) İstanbul, Türkiye: İletişim.

Hobsbawm, E. J., & Ranger, T. (2006). Geleneğin İcadi. (M. M. Şahin, Trans.) İstanbul, Türkiye: Agora Kitaplığı.

Hroch, m. (2011). Avrupa'da Milli Uyanış (1 ed.). (A. Özdemir , Trans.) İstanbul, Türkiye: İletisim.

Hroch, M. (1985). Das Erwachen kleiner Nationen als Problem der komparativen sozialgeschichtlichen

Jahn, E. (2015). Politische Streitfragen (Vol. weltpolitische Herausforderungen). Wiesbaden, Almanya: Springer.

Mcdonald, M. (1986). Collective Rights and Tyranny. University of Ottowa Quarterly , 56, 115-120.

Nairn, T. (2015). Milliyetçiliğin Yüzleri (1 ed.). (S. Kırdar, & M. Ratip, Trans.) İstanbul, Türkiye.

Smith, A. D. (2014). Milli Kimlik (7 ed.). (B. S. Şener, Trans.) İstanbul, Türkiye: İletişim.

(1)  Millet ve ulus kavramları bu makalede eş anlamlı olarak kullanılacaktır.

*Dr., Köln Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Bölümü