Mikrofonda duyamadıklarımızın özeti
Bir sözleşme tiyatrosu süreci daha noktalandı. Sendikal hak ve özgürlüklerin ağır bir baskı altında olduğu, grev erteleme kararlarının rutinleştiği bir ortamda ekonomik krizin ağır faturasını işsizlik ve yoksullaşma olarak ödeyen emek kesimi için bu sözleşme bir umut, bir çıkış yolu olabilirdi.
Mustafa Paçal
12 Ağustos 2019 Pazartesi günü Gazete Duvar'da çıkan yazımda şöyle yazmıştım; "200 bin kamu işçisi adına hükümetle sürdürülen toplu iş sözleşmesi çıkmaza girmiş durumda Türk-İş Başkanı Ergün Atalay, 'Hükümetin vermiş olduğu ilk altı ay yüzde 6,ikinci altı ay için yüzde 4 ücret artışı, iki yıl önce verilen zammın bile gerisinde' diyerek. 'Bayrama kadar anlaşamazsak işçilerin yapacağı eylemlerin yanında olacağız ve gerekirse greve çıkacağız' dedi. Tabii Türk-İş ve Hak-İş için işin bir zorluk tarafı da bugüne kadar 'gelene ağam, gidene paşam' eyvallahcılığının şimdi bir işe yaramadığı ortaya çıkmış olmasıdır. Şimdi karşılarında TÜİK’in bile açıkladığı enflasyonu vermeyen ve üstelik kıdem tazminatlarına göz dikmiş bir iktidar var ve arkalarında 'Haklarımıza sahip çıkın' diyen işçiler var. Ya iktidarın dümen suyunda gitmeye devam edecekler ya da üyesi işçilerin isteklerine göre davranacaklar. İşleri zor bekleyip göreceğiz."
Ve göreceğimizi gördük.
Türk-İş Başkanı Ergün Atalay önündeki mikrofonu kapattığı halde diğer açık olan mikrofonlara yakalandı.
Ve, "Uzasa işi karıştıracağız, en azından işi kapattık böyle" deyiverdi. Aslında bu sözler hem kapalı kapılar arkasında sendikacıların ne dolaplar çevirdiğini yansıtıyor ve hem de Türk-İş’in yıllardan beri yapmış olduğu 'sarı sendikacılığın' özetini oluşturuyor.
Her dönem siyasi iktidarlar için yedek lastik işlevi gören Türk-İş, bu dönemde benzer bir tavır alıyordu. Halbuki daha bir hafta önce Çalışma Bakanı'ndan hükümetin karşı tekliflerini aldıktan sonra yaptığı açıklamada "Bu teklif kabul edilemez iki yıl önceki ücret artışının bile gerisinde" diyerek eylemse eylem, grevse grev minvalinde çıkışta bulunmuştu.
Bu arada Atalay, görüşmesinden sonra Hak-İş Başkanı da bakanla görüşmüş karşı teklifleri almıştı. Hak-İş’e verilen teklif Türk-İş’e göre bir puan daha iyiydi. Bu ziyaret bugün ortaya konulan tiyatronun bir parçası gibi duruyor. Nasıl mı?
Kamuda 200 bin işçinin 170 bini Türk-İş’e üye sendikaların üyesi, geri kalanlar ise Hak-İş ve diğer sendikalara üye işçilerden oluşuyor. Haliyle Hak-İş, Türk-İş’ten daha fazla ücret zammı almamalıydı. Öyle de oldu. Hükümetin Hak-İş’e vermiş olduğu yüzde 7’lik ilk altı ay ücret zammı Türk-İş için yüzde 8 olarak verildi.
Bu zam aynı zamanda sürmekte olan Kamu Çalışanları Sözleşmesi için de bir ölçü oldu. Hali hazırda 3 milyon 200 bin memur, 2 milyon memur emeklisini ilgilendiren bu toplu iş sözleşmesi içinde hükümetin Türk-İş ile yaptığı anlaşma belirleyici oldu. İşin toplumsal boyutuna bakacak olursa bu anlaşmayla kamuda işçi, memur 3,5 milyon çalışanın aileleriyle birlikte baktığımızda ise ortalama 15 milyon insanın sosyo-ekonomik kaderini etkileyen bir anlaşmadan bahsediyoruz.
Peki bu anlaşmanın atılan bu imzaların bir de detayına kısaca bir bakalım. Yani hükümetten işçiler adına ne istendi ve neyin altına imza atıldı biraz buna bakalım.
Türk-İş hükümete 3 bin 500 TL’nin altında kalan ücretleri önce 3 bin 500 TL’ye çekilmesi ve üzerine 300 TL seyanen ücret zammı ilave edildikten sonra birinci altı ay için yüzde 15, ikinci, üçüncü ve dördüncü altı aylar için gerçekleşmiş enflasyon oranının üzerine artı 3 puan daha ilave zam talep eden teklif verdi. Hükümetle atılan imzalar sonrası ne oldu peki?
Ücretlere 150 TL zam yapıldıktan sonra ilk altı ay yüzde 8 diğer altı aylar içinse yüzde 3 artı enflasyon farkı ile sözleşme imzalanmış oldu. Şimdi ne istedik ve ne aldık diye baktığımızda; Örnek olarak 3 bin 200 TL brüt ücreti olan bir kamu işçisin yeni ücreti yapılan anlaşmayla 3 bin 200+150=3 bin 350 TL x yüzde 0.8= 3bin 618.TL oldu. Artış yüzde 13 olarak gerçekleşti.
Peki Türk-İş’in teklifi kabul edilseydi bu ücret ne kadar olacaktı şimdi ona bakalım; 3 bin 200TL ücret önce 3 bin 500TL’ye çekilecek ve üzerine 300 TL zam yapılacak, yani 3 bin 200 TL olan taban ücret bu artışlarla 3 bin 800 TL’ye getirilmiş olacaktı. Bir de üzerine yüzde 15’lik ilk altı ay ücret zammını ilave ettiğimizde bu ücret 4 bin 370 TL olacaktı. Artış yüzde 36,5 olacaktı. Varılan anlaşmayla bu işçinin 752 TL kaybı oldu. Bir diğer ifadeyle anlaşmayla ücreti 418 TL artan işçi Türk-İş teklifine sahip çıksaydı bu artış 1 bin 170 TL olacaktı. Bu işçinin iki kattan fazla ücret kaybı var.
Bu ücret artışı TÜİK 2019-Temmuz enflasyon oranlarını (yüzde 19.91) bile karşılamıyor. Tabii TÜİK'in enflasyon oranlarına inanan kimse kaldıysa...
Bu sözleşmeyle hükümet kamuda hem işçi ve memur ücretlerini '66'ya bağladığı gibi 2020 yılı Ocak ayında yürürlüğe girecek olan yeni asgari ücret artışı için de herkese fikir vermiş oldu.
Diğer yandan Türk-İş bu sözleşmede masaya getirdiği ancak avucunu yaladığı bir başka konuda, haksızlığa uğrayan, kadroya alınmayan Tarım Bakanlığı geçici işçileri ile 2020 yılının sonuna kadar yüzde 4+4 ücret zammı almaya mahkum edilen taşerondan kadroya geçen işçilerin dramıydı.
Bu iki konuda da sadece nasihat dinlediler. Sonuçta bir sözleşme tiyatrosu süreci daha noktalandı. Sendikal hak ve özgürlüklerin ağır bir baskı altında olduğu, grev erteleme kararlarının rutinleştiği bir ortamda ekonomik krizin ağır faturasını işsizlik ve yoksullaşma olarak ödeyen emek kesimi için bu sözleşme bir umut, bir çıkış yolu olabilirdi. Krizin yaratan hükümetin işçilerin,memurların çalışırken yoksullaşması anlamına gelecek bu ücret dayatmasına karşı çıkılmalıydı. Tabi bir umudumuz bu söylediklerimiz açısından yoktu ama umutsuzda yaşanmıyordu.