Metrobüs: Dispozitif ağında ölürken

Metrobüsün işleyişindeki aksaklıklar ve hayata karşı işlediği suçlar her ne kadar yerel yönetim tarafından hesaplanmamış olsa da, yaşamın olduğu gibi sürdürülebilirliğine karşı eşitsizlikleri ortaya çıkarmakta ve hiyerarşileri bozarak yeniden düzenleme fikrini akıllara sokmaktadır.

Google Haberlere Abone ol

Erdem Üngür*

Dispozitif terimi Foucault'dan başlayıp Deleuze, Agamben ve Zizek ile devam eden geniş bir özne/yönetim kuramının temelinde bulunmaktadır. Genel olarak “öznellik üreterek tabi kılan her araç” bir dispozitiftir diyebiliriz (1). Agamben’e (2012) göre dispozitif özneleştirme biçimleri üreten bir makinedir ve ancak bunun sayesinde bir yönetim makinesine dönüşür. Özneleştirmeyen bir dispozitif ise kaba kuvvete dönüşür.

Metrobüs yarattığı yeni akış potansiyelleriyle kent içindeki insanların yaşam alanlarını ve arsa değerlerini değiştirerek “ekonomik” bir değişim yaratırken aynı zamanda da bir dispozitif olarak yolcuların öznelliğini şekillendiriyor. Marx'dan referansla, insan metrobüste ayakta gitmeye çalışırken, vapurda çay eşliğinde yaptığı yolculuktan farklı düşünür. Bütün yer kapma ritüelleri, şoförle kurulan iletişim (biber gazı sıkma dahil) ve bilgilendirme ekranları yanında camdan bakan biri için düşünme sürecini etkileyen en önemli faktörlerden birisi de dış çevredir. Metrobüsle E-5'te giderken aslında İstanbul'un zamansal ve mekansal bir kesitini almış oluyoruz. Cumhuriyet öncesinden bugüne, İstanbul'un Boğaz ve Haliç ana suyollarını keserek geçerek farklı dönemlerine tanıklık ediyoruz. 1950'ye kadar olan zamandan kalan çok az sayıda ancak önemli yapıyı (Beylerbeyi Sarayı, Kamondo Mezarı, Bulgar Hastanesi, Darülaceze, Abide-i Hürriyet, [eski] Likör Fabrikası, [eski] Ali Sami Yen Stadı, İstanbul Kara Surları..), akabinde gelen sanayi ve gecekondu ağırlıklı dokuyu (Topkapı, Merter, Zeytinburnu..) ve en son eklenen sermaye/devlet yapılarını (Zorlu Center, Trump Towers, Torun Center, Çağlayan Adliyesi ve halen inşaatı devam eden sayısız konut kulesi) bir arada görebiliyoruz. Yolculuk sırasında arka arkaya gelen bu imajlar eklemlendikleri enformasyonla birlikte, kente dair bir hikaye oluşturmaya başlıyorlar. İşte her gün tekrar eden bu filmin İstanbul’a dair kurduğu hikaye, özneleşmemizin bir parçası. Tabii ki camdan dışarısını görebilecek kadar şanslıysak.

Öznellik biçimlendirici işlevine yoğunlaşırsak, bir makine olarak metrobüs ikili bir çalışma mantığına sahip: Bir yandan bizi isyana teşvik ederek yaşama yaklaştırmakta, öte yandan ise her canlının bir gün ölümü tadacağını hatırlatmaktadır (memento mori). Her gün bizi evden emip işe tüküren, işten emip eve geri tüküren, hayata dair inancını ve yaşama sevincini kaybetmiş balık istifi gözlerle dolu bu metal yığını başka bir dünyanın mümkün olması gerektiğini hatırlatır insana. En azından Vatan Şaşmaz’ın yaşadığı türden bir dünya olabilmelidir bu (2). Metrobüse binemezken ya da metrobüsten inemezken duyduğumuz öfkenin birdenbire kalabalıktan yerel yönetime ve oradan hükümete doğru akıp sınırlarını aşabildiğini hissetmek mümkündür. Burada, şu anda, başka koşullarda var olabilecek iken olamamanın sıkıntısı yaşamla aramızdaki bağların kopmadığını gösterir. Bu “uzlaşamama” durumu Ranciere’e göre politik bir özneleşmeye kapı aralamaktadır. Politika bir uzlaşma biçimini (konsensüs) değil, aksine mevcut düzendeki eşitsiz dağılımları bozan ve radikal eşitlik düzleminde yeniden örgütlemeyi talep eden bir uzlaşmamayı (disensüs) tarif eder. Metrobüsün işleyişindeki aksaklıklar ve hayata karşı işlediği suçlar her ne kadar yerel yönetim tarafından hesaplanmamış olsa da, yaşamın olduğu gibi sürdürülebilirliğine karşı eşitsizlikleri ortaya çıkarmakta ve hiyerarşileri bozarak yeniden düzenleme fikrini akıllara sokmaktadır.

.

Öte yandan, şehitliklerin ve mezarlıkların arasından geçen metrobüsün az sonra lastiğinin patlayacak olma ihtimalinin şaşırtıcı derecedeki yüksekliği, bütün gelecek planlarını ayağımızın altından çekip almakta. Gerçekten de metrobüs bir yandan arzularımızı harekete geçirip bizi geleceğe yöneltirken, öte yandan anın sonsuzluğunu ve anlamsızlığını da beraberinde taşıyor. İnsan merak ediyor, eğer ki vergilerimizi ödemek için çıktığımız bu zorlu yolculukta hayatımızı kaybedersek, Edirnekapı metrobüs durağına şehit olarak gömülebilir miyiz? (3)

Agamben’e bakarsak otoyollarda kasıtsız şekilde öldürülen insanların da “kutsal insan” olarak görülmesi gerekiyor. Birer kutsal insan olarak hepimizin yaşamları şiddete ve yıkıma açık durumdadır. İstatistiklere bakılacak olursa trafik kazasında yaşamını yitiren insanların sayısı, terör saldırısında ölenlerden çok daha fazla. Gazete haberlerinden derlediğim gayriresmi verilere göre 2008-2017 yılları arasında, sadece metrobüs hattında farklı sebeplerle gerçekleşen kazalarda yaklaşık 266 kişi yaralanmış ve 24 kişi hayatını kaybetmiş. Tabii ki bunlar sadece medyaya yansıyan rakamlar.

.

2008-2014 yılları arasında meydana gelen 67 civarındaki olayın 24 tanesi aracın yoldan çıkması, 10 tanesi aracın bariyere çarpması, dokuz tanesi metrobüslerin çarpışması, yedi tanesi aracın yayaya çarpması, altı tanesi arıza, dört tanesi kavga, üç tanesi yangın, iki tanesi metrobüs inşaatı kazası ve iki tanesi intihar vakası. Tabii ki gündelik (tekme/tokat/küfür) kavgalar bu listeye giremiyor. Ancak listedekiler silahla vurmaktan döner bıçağıyla saldırmaya ve biber gazı sıkmaya kadar farklı teknikler içeriyor.

Metrobüsün anavatanı Kolombiya’da da peronlar dolup taşıyor ve insanlar yollara dökülüyor. Ancak Türkiye’deki benzeri yaralanma/ölüm olayı gerçekleşmemesine rağmen Bogotá’da 2006 ve 2012 yıllarında büyük protestolar gerçekleşti. Bunlardan ilki sistemin dışında çalışan otobüs sürücülerinin getirilen sınırlamalara ve ücret politikalarına karşı başlattıkları grev. Grev sonucunda taraflar arasında anlaşma sağlanmasına rağmen metrobüs yolcuları sistemi yetersizliğinden ötürü protesto etmeye devam ettiler. 2012 yılındaki yüksek fiyat (1$) ve aşırı kalabalık nedeniyle öğrencilerin başlattığı protestolar sonucundaysa 11 kişi yaralanıyor ve yarım milyon dolarlık zarar oluşuyor. Ama Türkiye’deki ortamda güçlü bir grev ya da protesto beklemek artık çılgınlık gibi gözüküyor.

Yakın zamana kadar insanların plastik mermilerle gözlerinin çıkarıldığı, sokak ortasında dayak atılarak öldürüldüğü, gaz fişeğiyle kafataslarının parçalandığı, çöp bidonuna atılarak ya da bodrumlarda yakıldığı, cesetlerin sokak ortasında çürümeye bırakıldığı bir ülkeden bahsediyoruz. Palayla yoldan geçen kadınlara saldıranlar, dolmuşta kadın tekmeleyenler, parti binalarını taşlayanlar gündelik yaşamın gerçekleri.

Meclis binasına F-16 savaş uçağıyla bomba atılan, zırhlı araçların insanların evine dalıp çocukları ezdiği, SİHA’ların mangal yapan insanları öldürdüğü bu coğrafyada şiddet ve ölüm gündelik yaşamın o kadar içine işledi ki, metrobüs de bu ölüm politikasının bir aracına ve/veya sahnesine dönüştü. Birbirinden nefret edecek derecede insanların kutuplaştırıldığı bir dönemde, metrobüs bütün farklılıkların bir arada bulunma mecburiyetinin aynı zamanda hem temsili hem de fiziksel mekanı.

Kendiliğinden yanmaya başlayan bir metrobüs ise, toplumsal biraradalığın artık mümkün olmadığına ve kamusal alanın yok oluşuna dair bir uyarı olabilir. Belki de metrobüs artık bu kadar çok ölümü bünyesinde taşıyamayacak hale geldi (4).

Sonuç olarak metrobüs her zaman ölebileceğimizin ve farklı bir dünyanın mümkün olması gerektiğinin aynı anda bilincine vardığımız politik bir mekan sunuyor bize.

(1) Zizek ise politika sonrası dönemde biyopolitik dispozitiflerin artık yeni bir öznellik üretmediğini, aksine öznenin içini boşaltarak salt yaşamı (bare life/bios) yönettiğini belirtmektedir.

(2) Cinayete kurban gitmeden önce metrobüste kimsenin bulamadığı bir konforla seyahat ettiği reklam filminden bahsediyorum.

(3) Edirnekapı Şehitliği, Balkan Savaşı ile Birinci Dünya Savaşı ve özellikle Çanakkale Savaşları'nda yaralanarak tedavi olmak için İstanbul hastanelerine getirilen ve burada yaşamını yitiren Müslüman askerlerin çoğunlukta bulunduğu bir mezarlıktır. Türkçülük akımının öncülerinden Yusuf Akçura ile İstiklal Marşı şairi Mehmed Akif Ersoy gibi ünlülerin mezarları da burada bulunmaktadır. Son olarak 15 Temmuz Şehitliği de bu alan içerisine kurulmuştur.

(4) Metrobüs güzergahı sadece üzerinde gerçekleşen kazalardan ötürü bir ölüm yolu değil. İçinden geçtiği şehitlik ve civarındaki anıt mezarlar dolayısıyla da değil. Torun Center’daki iş cinayetinden, Okmeydanı’nda Berkin Elvan’ın vurulmasına, Çağlayan Adliyesi’nde öldürülen bütün insanlardan Yenibosna Adli Tıp kurumuna getirilen cesetlere kadar gerçekten de ölümle dolu bir mekansal belleğe sahip.

Agamben, G. (2012) Dispozitif Nedir?/Dost, Monokl.

*Dr., Mimar