Devletin yasallığının zemini olarak kadın cinayetleri
Kadın bedeni ile birlikte diğer bütün bedenlerin dokunulmazlığı devletin dokunulmazlığından daha önemlidir. Kadını tarihsel baskının nesnesi konumuna indirgeyen kapitalist (özel mülkiyet) rejimlerin politik olarak reddi, devleti de ataerkiyi de gereksiz hale getirecektir.
Eşref Avcı
“Afyonkarahisar’da hükümlü bulunduğu cezaevinden firar eden Ali Mıngır, Konya’nın Meram ilçesinde yaşayan eşi Birsen Mıngır’ın (48) evinin kapısına dayandı. Eşi kapıyı açmayınca da mutfak penceresinden evi ateşe verdi.
Yangın nedeniyle evden çıkmak zorunda kalan Birsen Mıngır, Ali Mıngır tarafından tüfekle vuruldu.
Komşuların haber vermesi üzerine gelen 112 Acil Servis ekiplerince Konya Numune Hastanesi’ne kaldırılan Birsen Mıngır kurtarılamadı.
Katil eş ise kayıplara karşıtı.
Evde çıkartılan yangın ise itfaiye tarafından söndürüldü.” (Gazete Duvar 03.09.2019)
Yukarıdaki olayın haber değeri ve yarattığı infial dikkate değer sınırlar içerisinde olmadı. Haber okununca ilk göze çarpan nasıl bir hınç ve düşmanlıktır ki, kadının içerisinde olduğu evi yakıp, yangın sonucu evden çıkacağını bilerek onu beklemek ve katletmek. Haberin diğer kadın cinayetlerinden niteliksel olarak hiçbir farkı yok ve haberin dikkate değer oluşunu o günkü duyarlılık göstergelerimiz belirliyor, sorun haberin yer alması veya dikkate değer olması kesinlikle değildir, diğerlerinden niteliksel farkı olmayan ve bu habere de konu olan kadın cinayetlerinin devletin anatomisini oluşturduğunu iddia edeceğiz. Katil ile maktulün buluşturulduğu zemin devletin birazdan yani cinayetten sonra ortaya çıkışını anlatır.
Devlet, (meşru değil) resmi şiddetin temsilcisi olma ayrıcalığını, yani şiddeti hemen eksiksiz uygulamayı bu tür olaylarda göstermez ve yine genellikle olay olur kolluk sonrasında sahneye adım atar. Birkaç gün önce Batman Otogarı'ndaki kolluk güçlerinin cinayeti anbean izlediği görüntüler hepimizin malumu. Katil yaptığının suç olduğunun farkında ancak suçun işlendiği zamanda kendi bireysel egemenlik haklarına hiçbir biçimde halel getirilmesini istememektedir. İşlenen cinayetin büyük egemen güç olarak devlet ile olan problemi cinayeti işleyenin kendisine koşulsuz biat etmesidir, yani teslim olmasıdır. Sonrası için herhangi bir problem söz konusu değildir.
Yukarıdaki haberlerde söz konusu olan, zanlının gelip devlete teslim olması ya da kolluğun zanlıyı yakalamasıdır. Devletin varlığının sürekliliği şiddet araçlarının kendisi dışında da kullanılmasına olanak tanımasıdır. Çeşitli saikler ile bireysel silahlanmanın önünün açılmasındaki gaye sistemin suç üzerinden yeniden üretilmesidir. Hukuk devleti buradan doğar, yasaların çizdiği sınırlar içerisinde yorum yapan yargıç kendi benliğini yasadan değil, suçtan (konu özelinde cinayetten) alır, katledilen, devletin “makbul vatandaşı” olma vasfını yitirmiştir, katil “makbul vatandaş” olmuştur. Yargılamaya konu olacak durum devletin cinayet üzerinden kendini temize çekmesidir. Ortada yasanın ihlali yoktur, yasanın kadının bedeni üzerinden veya çeşitli cinayetler üzerinden, imalatı söz konusudur. Suçun üretildiği bu zemine müdahale olanakları devlet eliyle izin verilmez, aynı kolluk gücü politik bir protestoya karşı aynı duyarsızlık içerisinde midir?
Gelin hep birlikte devletin politik muhalif için tutumuna bakalım, bunun için binlerce örnek olabilse de, yakın bir örnek yeterli sanırım; Kayyım atamalarının olduğu Van, Diyarbakır ve Mardin’de protesto gösterileri ve sonrasında yaşananlara baktığımızda devlet olağanüstü şiddetini olağan bir biçimde yerine getirmekteydi, lince varan kolluk şiddeti devletin tüm birimlerince “makul” gösterildi. Protesto anayasal bir "hak" olmasına karşın, iktidar için kayyım protestosu bir suçmuş gibi gösterildi/ gösterilmeye devam ediyor. Egemen devlet için politik protesto, “egemenlik hakkına” halel getirilmesi anlamına gelir. Türkiye gibi demokratik meşruiyet sorunu olan ülkeler açısından ise bu tam da “beka sorunudur.”
Devletin resmi şiddetinin toplumun bütün kesimlerine uygulandığı bir gerçek olsa da, politik protestolarda devletin kendini konumlandırdığı yer “düşman hukuku” ile nitelendirilebilir. “Düşman hukuku”, “egemenlik hakkı” için sınır durumudur. Bu sınırın ihlal edilmesi devletin olağanüstü şiddetinin olağan bir biçimde uygulanmasının gerekçesidir. Tam da burada politik protesto devletin sınırını çizmesi anlamında varoluş gerekçesidir. Ancak bunun iç varoluş için bir sınır olmadığı aksine iç varoluşun dizaynı için gerekçelendirilmiş bir sınır olduğu görülür. Kürt sorunu bu yanıyla günümüz politik protestosunun devlet açısından önemli bir uğrağıdır. Bu uğrak üzerinden devlet fiili varlığını tahkim etmekle birlikte, diğer bütün toplumsal sorunlara karşı “izleyici” konumlu bir tutum geliştirmektedir. Kürt sorunu temel başat sorunlardan biridir, sorunların tamamı değildir. Devlet şiddetinin en yoğun hissedildiği alan olmasından dolayı toplumsal sorunların Kürt sorunu bağlamıyla dolaysız bir bağı da söz konusudur.
Bu soruna taraf olan her kimse devletin olağan şiddetinin muhatabıdır. Diğer yandan bu soruna bulaşmamış gündelik rutinin gereklerine uygun hareket eden, ancak devletin “egemenlik hakkının” insan bedeni üzerinde konumlandığı bütün iktidarların alanına müdahale eden her kim ise egemen devlet şiddetinin dolaylı muhatabıdır. Bu fark devletin suçu özendirmesinin olanağıdır da. Bütün cinayetler, tecavüzler vs. bu denli yoğun bir biçimde önümüze gelebiliyorsa politik protesto hakkının devlet eliyle gasp edilmesindendir. Politik protesto hakkının yokluğu diğerlerinin varlığının nedenidir. Dolayısıyla kadın cinayetinden bahsediliyorsa bu egemen devlet şiddetinin kendisini konumlandırdığı temel varoluş gerekçesi olan siyasal sorunların çözümsüzlüğündendir.
Kendini cinayet üzerinden var eden egemen devlet ile kendini politik protesto hakkının gasbı üzerinden var eden devlet aynı devlettir. Birinci durumda fiili uygulayan devlete biat eder, ikinci durumda ise fiili uygulayan devlete itiraz eder. Yine birinci durumda devlet egemenlik hakkını “yasanın içerisinde” kalarak ama yasanın oluşumuna pratik olanak sağlayarak destek verirken, ikinci durumda egemenlik hakkı “yasa dışında” kalarak üretilmektedir. Buradan devletin yasa dışı olduğunun göstergesi politik protesto hakkına olağanüstü şiddet ile karşılık vermesidir. Dolayısıyla yasanın (ya da devletin) hayat bulduğu yerde, cinayet bir gereklilik halini alır.
İş cinayetleri gibi kadın cinayetleri de, sistem tarafından olağan halde ki, sistematik cinayetlerdir. Rejimin kolluk güçleri için egemenlerin “beka” sorununa önem atfedip, bu tür cinayetleri görmezden gelme cinayeti işleyenin sistem açısından “makbul vatandaş” olduğunun tescilidir. Bu türden suçların artış göstermesinin ardındaki gerçek, siyasal olanın siyasal alandan dışlanmasıdır. Siyasal olanın “yasa dışı” ilan edildiği böylesi dönemlerde, devlet yasal olan cinayet zemini üzerinden toplumu çürütmeye devam edecektir.
Toplumun çürümesi; konu özelinde kadın cinayetlerine sebebiyet veren kültürel kodların yoğun bir biçimde yeniden üretilerek varlığını sürdürmesi, bununla birlikte politik karşı çıkışların salt kadına şiddetten şiddetin kendisine döndürülmesi gereklidir. Şiddetin üretildiği zemin kuşkusuz kapitalist sistemin içerdiği ideolojik, politik, kültürel rejimlerdir.
Kadın bedeni ile birlikte diğer bütün bedenlerin dokunulmazlığı devletin dokunulmazlığından daha önemlidir. Kadını tarihsel baskının nesnesi konumuna indirgeyen kapitalist (özel mülkiyet) rejimlerin politik olarak reddi, devleti de ataerkiyi de gereksiz hale getirecektir. Politik programa sahip olan bütün hareketlerin temel referansı bu ret üzerine kurulmalıdır. Kapitalist (özel mülkiyet) rejimleri reddetmeyen hiçbir politik yapı/hareket bu tür cinayetlerin önünü alamaz.