Ne 'israf'ı kardeşim düpedüz soygun düzeni

Bugün pek çok belediyede park ve bahçeler yapım ve bakım işleri, asfalt ve kaldırım işleri, sağlık hizmet alanı, okullara fiziki destek hizmetleri, halkla ilişkiler/sosyal medya ve tanıtım hizmetleri elinde yeterli ve nitelikte personel ve ekipman olmasına karşın dışarıdan hizmet alımı ile gerçekleştirilmektedir. Nedeni ise tahmin edilebileceği üzere çok “duygusal”dır.

Google Haberlere Abone ol

Mahmut Üstün

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu Yenikapı’da “ihtiyaç fazlası” makam ve hizmet araçlarını sergileyince ortalık fena kızıştı. Bir taraf bunların ihtiyaç fazlası araçlar olmadığını ve yapılanın bir şov olduğunu dile getirirken diğer tarafta yapılanın “büyük bir israfın sergilenmesi” olduğunu iddia etti. Aslına bakarsanız bu sergide bize yalnızca belediyelerde kurulu soygun düzeninin küçük bir kısmı yansıtıldı. Gerçek şu ki belediyeler çok uzun bir süredir adeta organize bir “yolsuzluk/soygun” şebekesi gibi çalışır hale gelmiş durumda. Ve yine aslına bakarsanız ortada gizli saklı fazla bir durum da yok. Zira bu “hırsızlık/yolsuzluk” işleyişi siyaseten bilinmekte ve desteklenmekte… Hatta bu işin hukuki alt yapısı bile adım adım oluşturulmuş durumda… Yani yasallaştırılmış bir soygun tablosu var önümüzde… Daha da vahimini söyleyelim: tersi, yani dürüst, kamu çıkarını öne alan bir belediyecilik yapmak ise hem siyaseten hem hukuken epeyce zorlaştırılmış durumda.

Yenikapı “soygun sergisi”nin önemi sergilenen arabaların sayısı ve markalarından önce satın almakla kiralamak arasında kiralamak lehine önemli bir maliyet farkı yokken niye kiralanmak yoluna gidildiği, yakıt tablolarının niye olağanüstü kabarık olduğu ve niçin hep aynı firma(lar)dan kiralandığı gibi sorularda saklı… Malum olduğu üzere aynı günlerde Kırşehir Belediyesi de aynı konuda bir açıklama yapmış ve daha önceki dönemde kiralanan arabaların maliyetinin aynı arabaları satın almaktan bir hayli yüksek olduğunu belgeleriyle açıklamıştı. Ortaya serilen tablo bu organize işlerin çok ama çok küçük bir bölümü ve bu tablo “israf”la nitelenebilir bir tablo da değil. Olayı adıyla çağıracak olursak bu bir “soygun” düzenidir.

DÜZEN NASIL ÇALIŞIYOR?

Belediyelerde bu “kirli işler” en temelde ihaleler aracılığıyla hayata geçiriliyor. İhale yasası bu kirli işlerin daha sorunsuz ve hızlı hayata geçirilmesi için onlarca kez değiştirildi. Bu mekanizma aracılığıyla belediyenin kendi imkân ve personeliyle rahatlıkla yapabileceği işler özel sektöre yaptırılıyor. Belediye’de bir liraya yapılabilecek iş özel sektör tarafından beş liraya yapılıyor. Ama durun! Bu işin beş liraya yaptırıldığını zannetmeyin. Hiç öyle değil… Bu işler yalnızca belli firmalara ve özel sektör ortalamasının da iki üç katına yaptırılıyor. Yani belediyeler kendi personeliyle bir liraya mal olacak bir işi ihale ile 10-15 liraya yaptırıyor. Belediye ihalelerini alan firmaları inceleyince ihalelerini alan firmaların hep aynı olduğunu görürsünüz. Yani ihalelerin çoğu adrese teslim ihaleler. Böylece bazı yandaş firmalar semirtilirken kamu kaynakları da ihaleyi veren ve alanlar tarafından adete yağmalanıyor; “cukka”lanıyor!

'İNŞAAT YA RESULLULLAH'

Belediyeler özellikle büyük kentlerde kentin su, elektrik, ısınma, ulaşım, çevre vb. en temel sorunlarını bile çözememişken, yani öncelikle bu sorunların çözümüne ayrılması gereken kaynaklar yandaş firmaların uğraşı alanına, kapasitesine göre saptanan alanlara aktarılıyor. Tabii en baş sırayı son dönemin gözdesi inşaat işleri alıyor! Altyapı sorunlarını çözemediği için her yıl sel gibi felaketlerle karşılaşan, bu felaketlerde çok büyük ekonomik zararlarla yüz yüze kalan kentlerimizde maşallah her taraf pıtrak gibi yükselen inşaatlarla dolu. Ve üstelik bu durum da bir başarı sayılıyor. “Ne kadar beton o kadar başarılı belediye!”

İsterseniz oturup belediye meclis kararlarını inceleyin; büyük çoğunluğu imar değişikliğiyle, özellikle de bazı yeşil alanların, sosyal tesis alanlarının ve tarım alanlarının imara açılmasına ve imara açılan bölgelerde ise yapı yoğunluğu artırılmasına yönelik kararlarla dolu… Buna ek olarak bir de belediye arsalarının devir ve satışlarını inceleyin… Kime, ne amaçla ve kaça devredilmiş ve sonraki akıbetleri ne olmuş bu arsaların? Oysa bir belediyenin elindeki arsa stokları ne kadar fazlaysa hem kentin planlı gelişmesini sağlama olanakları hem de belediye hizmetlerini en düşük maliyetle hayata geçirme olanakları o kadar yüksek demektir. Ama ne yazık ki bugünkü tabloya baktığımızda belediyelerin arsa stoklarının neredeyse sıfırlanmış olduğunu görürüz. Düşünün ki deprem vb. doğal afetlerde halkın toplanma alanları olarak saptanan arsa ve boş alanlar bile imara açılıp birilerine peşkeş çekilmiş bir haldedir büyük kentler…

KAYNAKLAR HALKA DEĞİL ZENGİNE, ÇALIŞANA DEĞİL TAŞERONA!

Ve işin en trajik komik tarafı da bütün bu yağma düzeninin siyaseten ve kanunen adeta teşvik edilmekte ve koruma altına alınmakta oluşudur. Ama haksızlık etmeyelim siyaseten ve hukuken “kamu çıkarının korunmasında” çok özel hassasiyet gösterilen alanlar da vardır! Örneğin ve çok yakınlarda hep birlikte yakinen tanık olduğumuz gibi bir belediye başkanı ulaşım, su gibi hizmetlerin fiyatını indirdiğinde kıyamet kopmaktadır… Hele bir de ücretsiz vermeye kalksın “kamuyu zarar uğratmak” suçundan yargılanmakta ve hapis cezaları alabilmektedir. Ya da örneğin bir belediye başkanı “millet zaten vergi veriyor bir de asfalt katılım payı adı altında ek bir vergilendirme yapmak adaletsizdir, bu nedenle belediye olarak asfalt katılım payı almayacağız” derse, bu durumda da siyasi ve hukuki mekanizmalar hemen harekete geçer ve belediye başkanı kanuna aykırı davranmak ve kamuyu zarar uğratmaktan mahkeme önüne çıkarılır. Çünkü gerçekten de kanunlarımız bu konularda belediye başkanlarının elini bağlamıştır. Belediyeler asfalt katılım payı almak zorundadır. Örnek çok… Belediye olarak sağlık alanında istediğiniz gibi ucuz ve kapsamlı hizmet üretemezsiniz; yasaktır! Kreş vb. hizmetleri ücretsiz veremezsiniz, yasaktır… Kendi hizmetlerinizi kendi kaynaklarınızla ve personelinizle üretmek için gerekli sayıda ve nitelikte personel istihdam edeceğim diyemezsiniz, norm kadro diye bir şey vardır, yasaktır! vb. vb.

YA 'BANKAMATİKÇİLER' SORUNU?

Bütün bu tablo ortadayken, bütün gürültünün “bankamatik çalışanları” üzerine kopması, bu konuda tüm tarafların çok kolay anlaşırken ve/fakat asıl ve büyük soygun üzerine ancak ağız ucuyla ve nadiren konuşulması çok manidardır. Oysa burada tek soygun sayılmayacak husus işçiye verilen paradır. Eğer işçi çalışmıyor ya da çalıştırılmıyorsa bu tümüyle işverenin bir sorumluluğudur. Diğer açıdan da bu büyük soygunun bir türevi olarak ortaya çıkan bir yan sonuçtur. Zira belediyeler bu soygun sisteminin bir parçası olarak gerekli hizmet kompartımanları ve personelleri olduğu halde hizmeti taşeron firmalar aracılığıyla yapmayı yeğlemektedir. Bugün pek çok belediyede park ve bahçeler yapım ve bakım işleri, asfalt ve kaldırım işleri, sağlık hizmet alanı, okullara fiziki destek hizmetleri, halkla ilişkiler/sosyal medya ve tanıtım hizmetleri vb. elinde yeter sayıda ve nitelikte personel ve ekipman olmasına karşın bu personeller eliyle değil dışarıdan hizmet alımı yoluyla gerçekleştirilmektedir. Bu tercihin nedeni ise tahmin edilebileceği üzere çok “duygusal”dır.

Burada resmetmeye çalıştığımız tablo ne yazık ki istisnalar hariç hemen tüm belediyeleri kapsar boyuttadır. Ama şunun da altını çizmek gerekir ki AKP belediyeleri bu konuda diğer belediyelerden açık ara öndedir. Zira örneğin muhalif bazı belediye başkanları ideolojik ve ahlaki duruş nedeniyle bu çarka katılmamak için azami dikkat gösterirken, çoğu muhalif belediyeler de üzerlerindeki yoğun denetim nedeniyle bu konularda çok daha dikkatli dayanmak mecburiyetinde hissetmekteler kendilerini. Buna rağmen muhalif belediyelerin pek çoğunun da bu “neo liberal hizmet” anlayışının etkisi altında bulunduklarını söylemeliyiz.

Neo liberal soygun belediyeciliğine karşı kamu çıkarını öne alan toplum için belediyecilik anlayışı hâkim kılınmadıkça, bu konularda AKP belediyelerine yapılan eleştiriler de tam manada karşılığını bulamayacaktır.