Greta Thunberg’i anlamak
Otuz yıl boyunca sürdürülebilir kalkınmadan, gelecek kuşaklar için üzerindeki kaynaklarla birlikte yaşanır bir gezegen bırakmaktan bahsederken bu, salt bir etik sorumluluk olarak dile getiriliyordu. Diğer bir ifadeyle, kuşaklar arası adalet probleminin bir tarafı masada yoktu ve bizim yüzümüze hiçbir şey söylemiyordu. Greta’yla birlikte gelecek kuşaklar şimdiki kuşakların yüzüne doğrudan konuşmaya başladılar.
Ali K. Saysel*
Yazının başlığı aslında “Gretaları, Gelecek İçin Cumalar (Fridays for Future) Hareketi’ni anlamaya çalışmak” olmalıydı. Hep öyle değil midir? Bir tepki, huzursuzluk birikir; bu damıtılmış ifadesini öncü bir bireyin veya grubun dramatik bir eyleminde ve söyleminde bulur. Peşinden kitleleri sürükler ve gizil hoşnutsuzluğun gün yüzüne çıktığı, taleplerin formüle edildiği bir harekete dönüşür. Bir sonraki aşama bu talepleri hem dayatacak, hem de alternatif pratikler örgütleyecek toplumsal ayakların, buna hizmet edecek liderliklerin inşasıdır. Akış bu derece doğrusal olmasa da toplumsal hareketlerin büyümesi ve inşası bir ölçüde bu şablona uygun olarak gerçekleşir.
Greta Thunberg’den bahsederken de elbette onun ayırt edici kişilik özelliklerinin ötesine geçip temsil ettiği toplumsal hareketin söylemine ve niteliklerine odaklanmak gerekiyor. Aslında bu bir anlamda (biz Greta’yı hayranlıkla takip ederken) geç kalmış bir yazı; artık bilen biliyor: Greta 2018 sonbaharında, kendi tabiriyle “iklim krizi” karşısında yetişkinlerin sorumsuzluğunu protesto etmek üzere İsveç Parlamentosu önünde okul grevine başladığında 15 yaşındaydı. 2018 İklim Çerçeve Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nın (COP 24, Katoviçe) ardından okul grevi dünyaya yayıldı ve Gelecek İçin Cumalar olarak adlandırılan, cuma günleri tekrar eden okul grevleri başladı. Bunun Türkiye’de de yansımaları oldu. 11 yaşındaki Atlas Sarrafoğlu inisiyatif alarak arkadaşlarını Mart 2019’da okul grevine davet etti. Eylül 2019’da Kuzey Yarıküre’de okulların açılmasıyla birlikte grevler yeniden başladı. Birinci büyük grev 20 Eylül’de gerçekleşti ve şimdilerde yetişkinleri de içine alacak şekilde her hafta büyüyerek tekrar ediyor. (Yetişkinlerin katılımı destek niteliğinde, onlar grev yapıp işyerlerini durdurmuyorlar).
Bu bir yıl içerisinde Greta üst düzey pek çok toplantıya davet edildi, çok sayıda kürsü konuşması yaptı ve canlı yayın demeçleri verdi. Ancak geçen hafta (21-23 Eylül) yapılan BM İklim Zirvesi’nin ardından Gelecek İçin Cumalar’ı temsilen konuşan ve görüş bildiren çocuk ve gençlerin sayısı artmaya başladı. Greta’nın bu derece üst düzey ilgi görmesi, ve profesyonelce tasarlanmış iletişim araçlarıyla dünya gündemine taşınması kafa karışıklıkları yarattı. İsveç, Fransa, İngiliz Parlamentoları, COP24, Davos ... ABD Kongresi, BM İklim Zirvesi ve daha neler neler; ayrıca TED konuşması, Time, The Guardian manşetleri bunlardan sadece bazıları. Peki gerçekten ne oluyor? Greta niçin bu kadar ilgi görüyor?
Bunun için pek çok neden ileri sürülebilir. On altı yaşında bir çocuğun, belki yaşadığı Asperger Sendromu'nu bir avantaja dönüştürerek, son derece içten, odaklı ve iyi ifadelerle iklim krizinden dem vurması, bu çıkışı bir projenin enstrümanı olarak değil özerk bir şekilde yaptığına insanları inandırabilmesi, fotojenik olması, İsveç gibi varsıl ve liberal bir toplumun üyesi olması ve bu itibarla önüne bazı kapıların kolay açılması, sorular karşısında kendisine politik bir ayar vermeden açık sözlü ve kısa cevaplar üretebilmesi. Böylelikle bir ilgi odağı oluştuktan sonra, ürettiği yazılı ve görsel mesajların pekiştirici bir döngüyle (onu görmek istemeyenlerin dahi ihmal edemeyeceği şekilde) birçok mecraya yayılması. Hepsi birer faktör olmakla birlikte, onu sevenler kadar ondan nefret edenlerin de üzerinden malzeme üretebileceği değişkenler bunlar.
Greta’nın “yükselişini”, Gelecek için Cumalar Hareketi'nin gösterdiği şekilde, iklim mücadelesi için bir fırsat olarak görmek mümkün. Küresel nizamın bir kısmı tarafından bu derece olumlu karşılanmasının nedeni, mevut uluslararası bir konsensüse hitap ediyor olmasıdır. Bu konsensüsün politik ayağı olarak UNFCCC Paris İklim Anlaşması’na (2015), bilimsel ayağı olarak da IPCC’nin 2019 başında yayımladığı 1.5 Derecelik Küresel Isınma Raporu’na işaret edebiliriz. Zira konuşmalarında Greta, sürekli olarak Paris Anlaşması’nın 1.5 derece hedefinin yerine getirilmesi için yapılması gerekenlere, ve bu anlaşmaya referansla iklim adaleti sorununa değiniyor. İkinci olarak da, 1.5 derece hedefini yakalamak için IPCC tarafından ortaya konan karbon bütçelerine ve karbon azaltım oranlarına vurgu yapıyor. Bu hedeflerle bilimsel gerçekler ve eylem arasındaki boşluğa işaret ederek küresel sistemi ikiyüzlülükle suçluyor. Paris İklim Anlaşması şimdi zayıf görünen küresel liberalizmin iklim sorunu karşısındaki uzlaşı çabasını temsil etmekte, tasarımdan uygulamaya kadar sırada bekleyen yüzlerce teknik buluş ve yeni yönetim fikrinin sunduğu imkanlardan, yükselen alternatif enerji, enerji verimliliği ve “sıfır atık” sektörleri ve çevrimsel ekonomilerden beslenmektedir. Küresel ekonomik durgunluğun nasıl aşılması gerektiği noktasında da yeni ekonomilerin politik temsilcileriyle başta büyük petrol devleri olmak üzere kömür ve diğer fosil lobisi arasında bir çatışma vardır. Paris İklim Anlaşması halihazırda, yeni ekonomik sektörlerin temsilcisi olması gereken küresel liberalizmin (örneğin Avrupa ve Kuzey Amerika’daki Yeni Yeşil Düzencilerin) politik gücüyle orantısız bir şekilde çok ileri iklim hedefleri benimsediği için, hedeflerle uygulama arasında grotesk bir uçurum yaşanmaktadır. (Ayda dört kilo vermek hedefiyle diyet uygulayan bir obezin hamburgerle beslenmesi gibi).
IPCC 1.5 Derece Raporu da politiktir. Raporun temel aldığı bilim düzmece veya raporun değerlendirmesi tarafgir olduğu için değil, bizatihi “acaba ısınmayı 1.5 derecede tutmak mümkün mü?” sorusunun sorulması, ve buna dönük tüm değerlendirme sürecinin örgütlenmesi politik bir karar olduğu için öyledir. IPCC 1.5 Derece Raporu iklim aktivistlerinin büyük ölçüde “biz bu oyunu kaybettik”, iklim araştırmacılarının da “artık azaltım meselelerinden ziyade uyum problemlerine odaklanalım” dediği noktada, Paris İklim Anlaşması’nın talebiyle devreye girmiş ve köprüden önce son bir çıkışın olduğunu dünya aleme hatırlatmıştır. Greta konuşmalarında bu son çıkışa işaret etmektedir.
Fakat Greta ve Cumalar Hareketi'nin sistem tarafından ağırlanmasını kolaylaştıran faktörler kadar, onların kattığı muazzam yeniliğe ve onlara şüpheyle yaklaşılmasına neden olan faktörlere de bakmak gerekir. Elbette en büyük yenilik, o bilmediğimiz, görmediğimiz gelecek kuşakların sahaya inmesidir. Otuz yıl boyunca sürdürülebilir kalkınmadan, gelecek kuşaklar için üzerindeki kaynaklarla birlikte yaşanır bir gezegen bırakmaktan bahsederken bu, salt bir etik sorumluluk olarak dile getiriliyordu. Diğer bir ifadeyle, kuşaklar arası adalet probleminin bir tarafı masada yoktu ve bizim yüzümüze hiçbir şey söylemiyordu. Greta’yla birlikte gelecek kuşaklar şimdiki kuşakların yüzüne doğrudan konuşmaya başladılar. Gelecek kuşakların yokluğunda iklim değişikliği yarın, sorunlar iyice dayanılmaz hale geldiğinde çözümlenmesi gereken bir problemdi. İklim biliminin, bugünkü eylemlerimizin yakın gelecekteki sonuçları hakkındaki tüm uyarılarına rağmen anaakım politik söylem ve yükselen popülizm sadece bugün, en yakınımızdaki çıkarlara işaret ediyor, bu da bugün ve gelecek arasında muazzam bir değer uçurumu yaratıyordu. Gelecek İçin Cumalar bugün ve gelecek arasındaki bu değer uçurumunu yok etmeye aday oldu. “Yarın bugündür, iklim için her ne yapılacaksa burada, derhal ve bugün yapılmalıdır” dedi.
2 Ağustos tarihinde New York Times’da yayımlanan Christopher Cladwell imzalı bir yazı, çocukların bilim tarafından doğrulanan haklı aciliyet vurgusu karşısında, inceltilmiş sağ kanat cehalet ve demagojiyi temsil ediyor: Diyor ki Cladwell, “demokrasi çoğu zaman beklemek ve görmektir, sabır demokrasinin en yüce değeridir. İklim değişikliği ciddi bir meseledir, ama ‘bekleyemeyiz’ demek, çok daha büyük problemlere davetiye çıkarmaktır”. İşte çocukların “hemen şimdi” ve yetişkinlerin “bekleyip görelim” yaklaşımları arasındaki bu gerilimin, aynı zamanda çok sert bir politik çatışmanın zayıf görünen sureti olduğunu söylemeliyiz.
Yeniliğin getirdiği ve yukarıdaki gerilimle de ilişkilendirilebilecek ikinci bir çatışma noktası ise değerlerle çok daha doğrudan ilintili. Gelecek İçin Cumalar buyurganlıkla, “politika önermemekle” eleştiriliyor. Egemen iklim söylemi bugüne kadar hep yararcı değerlendirmeler üzerine kuruldu. Petrolü güneşle ikame etmenin maliyeti nedir, iklim hasarlarının maliyeti nedir, bugün kaç liradır, yarın kaç lira olacaktır gibi doğrudan paraya tercüme edilen bir değer dili kullandı. Adına “iklim politikaları” denilen şey bu değerlendirmeler üzerine kurulurken (bunun hiç yapılmaması gerektiğini savunmuyorum) gelecek kuşaklar ve doğa bunun içinde kendisine anlamlı bir yer bulamadı ve istismar edildi. Gelecek İçin Cumalar ve yükselen diğer iklim hareketleri acil eylem vurgusu yaparken bu egemen değer dilini bir tarafa bırakıp ahlaki bir çağrıda bulunuyor. “Yaptığınız yanlış, ahlaki olarak kabul edilemez, değişmelisiniz” diyor. Bunun sadece fosil yakıt sektörünün devlerine, büyük şirketlere, politikacılara değil, mesajı duyan ve anlayan herkese bir çağrı anlamına geldiğini unutmamak gerekiyor.
Bu yenilikler Gelecek İçin Cumalar’ın medeniyetimiz tarafından hoş bir şekilde ağırlanmasını zora sokacak olan faktörler ki, bunun çıktılarını Greta üzerinde yürütülen karalama kampanyalarında da görüyoruz. “Peki ne yapmalıyız?” sorusu üzerine epey söz üretilebilir. Ama öncelikle mesajı almalı ve anlamaya çalışmalıyız; bunun için de elden geldiğince araştırmacı olmalıyız. Yükselen bir nehrin kıyısında kamp kurup, karanlıkta ıslık çalmamalıyız.
*Prof. Dr. , Boğaziçi Üniversitesi Çevre Bilimleri Enstitüsü