Dicle ve Fırat Salonu’ndan notlar

Yayınevleri, matbaalardan aldıkları yeni kitaplarıyla okurlarının karşısına çıkmışlardı. Doğrusu okurlardan daha heyecanlı olduklarını söylemek hiç de abartılı sayılmaz. Şiir, öykü, roman, inceleme ve diğer türlerde kaleme alınmış eserler, okurların parmaklarını ve gözlerini üzerlerinde hissetmek için sayfalarını neredeyse kendileri çevireceklerdi.

Google Haberlere Abone ol

Hamid Omerî

Diyarbekir Surları’nın gölgesinde minderlerin üzerinde yaşanan semaver keyfinin ardından bir okur olarak Tüyap’ın düzenlemiş olduğu 7'nci Diyarbakır Kitap Fuarı’na gitmek üzere yola çıktım. Piradehderî (On gözlü köprü) üzerinde hüzünlü adamların neşeleriyle bir caz havasına dönüşen davul zurna sesleri, Dicle'nin yakarışına karışıp Kurdistan’ın hayat damarı olduğunu kanıtlarcasına Hewsel’in yanı başından Kırklar Dağı’nın eteklerinde serin serin akıyordu o sıra.

Mardin Kapısı’ndan Xançepek’e doğru kıvrılan yoldan gitmek mümkün değildi çünkü mekan, Abdullah Aren Çelik ve Mustafa Orman’ın fuarın en güzel söyleşilerinden biri olan “Toplumsal Belleğin İnşası ve Edebiyatın Önemi”nde değindikleri gibi, hatırlayabilme ve unutabilmenin sanıldığı kadar kolay olmadığını tekrar tekrar hissettiriyordu. “Herkesin görmek istediği Toledo” hutbesinin, mekanın belleğini ‘soylulaştırma’ çabasıyla kazıyamayacağını, en azından şimdilik sesler, uğultular yeterince kanıtlıyordu. Fırat Salonu’nda Aren’in dediği gibi, mekanı mekanda yaşanılanlarla birlikte bir şekilde edebiyata taşımak gerekiyordu. Abdullah Aren Çelik, haklıydı. Sur’un Toledo değil Xançepek olduğunu oraya dokunabilenler yazmalıydı her şeyden ve herkesten önce.

Dağ Kapı’dan Elazığ Caddesi’ne vardıktan sonra hiç sapmadan ve İstanbul’daki Tüyap’ın en büyük zorluklarından biri olan trafik derdini yaşamadan dostlarla birlikte kısa bir sürede fuar alanına vardık. Ufkun Öte Yanı’ndan sonra yeni eseri için ‘suyunu ve kahvesini hazırlayan’ sevgili İrem Uzunhasanoğlu’nun içtenliği, sohbeti ve Diyarbekir'i daha da güzelleştiriyordu. Uzunhasanoğlu, İthaki standında kendisini bekleyen okurlarıyla buluşacaktı. Gazete Duvar yazarı Ali Fikri Işık, Avesta Yayınları'ndan çıkan Amedspor Kaos ve Direniş kitabını imzalayacak ve akşama doğru da Dicle Salonu’nda modern Kürt edebiyatının öykü damarına güçlü dokunuşlar yapmasına rağmen kıymeti yeterince anlaşılamayan Enwer Karahan moderatörlüğündeki söyleşisi gerçekleşecekti.

.

Fuar alanına giriş hiç bu kadar kolay olmamıştı. Kapıdaki nazik karşılama, edebiyatın sıcaklığını hemen hissettirdi. İnanılmaz bir ilgi vardı. Koridorlar canlı, salonlar doluydu. Okur, uzun zamandır göremediği ya da ilk defa karşılaşma imkanı bulduğu yazarlarla sohbet etme imkanı buluyor ve edindiği kitapları için imza alıyordu. Bu yönüyle Diyarbakır Kitap Fuarı, nefes de alınabilen bir festival ve panayıra dönüşmüştü. Fuarın her şeyden önce bir iletişim aracı olduğunu anlatması bakımından yeterince tanık ve tanıklık vardı.

Fuar girişinde edindiğim etkinlik takviminden yararlanarak katılabileceğim söyleşi ve programları belirledim. Lis Yayınevi'nin düzenlediği “Osman Sebrî ve Kürtçe Modern Öykü Kuruculuğu” katıldığım ilk etkinlik oldu. Dilawer Zeraq ve Sîdar Jîr, Kurmancî gerçekleştirdikleri söyleşilerinde, Dicle Salonu’nu dolduran okurlarıyla kurdukları harika etkileşimle dilin imkanlarını da masaya yatırdılar.

Yayınevleri, matbaalardan aldıkları yeni kitaplarıyla okurlarının karşısına çıkmışlardı. Doğrusu okurlardan daha heyecanlı olduklarını söylemek hiç de abartılı sayılmaz. Şiir, öykü, roman, inceleme ve diğer türlerde kaleme alınmış eserler, okurların parmaklarını ve gözlerini üzerlerinde hissetmek için sayfalarını neredeyse kendileri çevireceklerdi.

Fuar sayesinde uzun zamandır göremediğim dostları görme imkanı buldum. Yeni dostlar edindim. Zaman olmadığı için çok istememe rağmen imzasına ve söyleşisine katılamadığım tanışlarım ve arkadaşlarım oldu. Avesta Yayınları'nın düzenlediği “Genç Yazarlar Konuşuyor” da Ömer Faruk Baran, Şêxo Fîlîk ve İnan Eroğlu’nu dinleyememek beni hüzünlendirdi. Telafi için İnan Eroğlu’nun yeni çıkan “Têbîniyek”ine (nedense Haşiye diye çevirmek istedim ) sığınmaya çalıştım ve doğrusu İstanbul dönüşünde bu sığınmanın Kürt edebiyatı adına beni ferahlattığını söyleyebilirim.