Suriye’de barışa giden yol!
Türkiye, emperyalist çıkarlarının peşinde olan ABD ve Rusya’dan bağımsız, bütüncül bir Suriye politikası oluşturmalı ve Suriye’deki krizden kaynaklanan sorunları Suriye yönetimiyle müzakere etmelidir. Türkiye politikasını bölge dışı ülkelerin tercihlerine göre ayarlamamalı; ağırlığını barıştan, komşusundan yana koyarak oluşturmalı ve bunu hemen şimdi yapmalıdır.
Faruk Loğoğlu*
Türkiye’nin en öncelikli dış politika sınaması Suriye’ye barış ve istikrar getirecek adımlar atarak bu doğrultuda yeni ve güçlü bir ivme yaratılmasıdır. Nitekim, bu sınamaya tekrar dikkat çekmek ve aynı zamanda çözümler geliştirmek için CHP, 28 Eylül tarihinde İstanbul’da bir uluslararası Suriye Konferansı düzenledi. Konferans önemli bir girişimdi ve ses getirdi. Hep barış vurgulandı.
Şimdi tekrar soralım: Barış Türkiye için niçin önemlidir ve barışa nasıl ulaşılabilir? Bu iki sorunun doğru olarak yanıtlanması güvenlik ve esenliğimiz ve ülkemizi yönetenlerin kararlarında dikkate almaları bakımından hayati önem taşımaktadır.
Önce “neden” sorusunun yanıtını ilgili başlıklar altında aktaralım:
En uzun kara sınırına sahip komşumuz olarak bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğünü ve iç barışını koruyan bir Suriye’nin huzur, istikrar ve refahı, başta güvenliğimiz olmak üzere, ulusal çıkarlarımızın başat bir teminatıdır. Zira Suriye kanadıkça, Türkiye de kan kaybetmektedir. Son sekiz yıldır güvenliğimize yönelik tehditler ile siyasi, stratejik, ticari ve mali kayıplarımızın önlenmesi ve zaman içerisinde giderilmesinin yolu neticede barıştan geçmektedir.
Halen ülkemizde barınan dört milyonu aşkın Suriyeli sığınmacının insani koşullarda, hak ve hukuka uygun olarak, güvence içinde ve gönüllü olarak memleketlerine dönebilmelerinin sağlanmasının yolu da Suriye’nin barışa kavuşmasına bağlıdır. Güvenli bölgeler, Rusya ve ABD’yle anlaşmalar veya tek taraflı askeri tedbirlerle sığınmacıların geri dönüşlerinin kalıcı bir biçimde gerçekleştirilemeyeceği, böyle düzenlemelerin Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve siyasal birliğini tehlikeye düşüreceği ve bölgedeki gerilimleri tırmandıracağı açıktır.
YPG terörizmden vazgeçmedikçe Türkiye için olduğu kadar Suriye için de bir tehdittir. Şam yönetimi Birleşmiş Milletler nezdinde YPG’nin de içinde yer aldığı Suriye Demokratik Güçlerini eylemleri nedeniyle resmen şikâyet etmiştir. Dolayısıyla bu ve diğer diğer terör örgütlerine karşı mücadele etmek öncelikle Suriye devletinin görevi olmakla beraber, Adana Mutabakatı'na göre iki ülkenin ortak sorumlulukları da vardır. Öte yandan, nasıl ki PKK Kürt vatandaşlarımızı temsil etmiyorsa, PYD/YPG de Suriye Kürtlerini temsil etmemektedir. Suriye Kürtlerine bakış açımızın bu gerçekle uyumlu olması ve ülkenin geleceğinde onların da söz sahibi olmaları gerektiğini, barış sürecinde dışlanmalarının yanlış olacağını bilmemiz lazım. Talep edildiği ölçüde de gerek Suriye yönetimi, gerek Suriyeli Kürtlere sorunlarını ülkenin bütünlüğü ve birliği çerçevesinde çözmelerine yardımcı olmaya çalışmalıyız.
Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge oluşturulması, oranın- bu gidişle ve tek taraflı gerçekleşecek olursa- TSK tarafından kontrol edileceği, daha güneye kaydırılacak PYD unsurlarının da ABD’nin koruması altına girerek kalıcı bir statü kazanacak olmaları nedeniyle Suriye’nin bölünmesine giden yolun açılmasına hizmet eder. Oysa ülke topraklarının tamamında güvenliği sağlamak Suriye devletinin işi ve sorumluluğudur. Bunun için enerji ve girişimlerin çatışmaları daha da uzatıp öteleyecek güvenli bölge arayışları üzerinde değil, tüm Suriye topraklarında barışı sağlamak üzerinde odaklanması gerekir. Başka bir ifadeyle, Suriye’nin yeni savaş cephelerine değil, barışa giden yolları açacak olan yeni yaklaşımlara ihtiyacı vardır.
Ayrıca, güvenli bölge için BM Güvenlik Konseyi'nin bir kararı yoktur. Suriye yönetiminin de talep ve rızası bulunmamaktadır. Hatta Şam, tek taraflı bir operasyonu “işgal” olarak nitelendireceğini açıklamıştır. ABD de karşıdır. YPG direnmeye kalkışabilir. Rusya dahi bu konuda uyarıda bulunmuştur. Bu itibarla Fırat’ın doğusuna operasyon seçeneğinin yeni baştan serinkanlılıkla değerlendirilmesi gerekir.
Yine güvenli bölgeye “yaklaşık 2 milyon sığınmacının” topluca yerleştirilmesi düşüncesinin ise uluslararası hukuka, Suriye’nin egemenlik haklarına ve sığınmacıların da insan haklarına aykırı yönleri olduğunu unutmayalım. Sığınmacıların nasıl, nerelere dönüp yerleşecekleri Suriye halkının ve devletinin işidir.
İdlib Suriye toprağıdır. Oradan Türkiye’ye yeni bir göç dalgasının önlenmesinin ve cihatçı ve diğer terörist unsurların sızmasının engellenmesinin ilk şartı İdlib’in Suriye devletinin kontrolüne geçmesidir. Bu geçişin Türkiye’nin çıkar ve beklentilerine uygun olarak gerçekleşmesi için Şam yönetimiyle ayrıntılı bir mutabakata varılması gerekir.
Türkiye’nin desteklediği silahlı ve silahsız muhalif unsurlar ile tüm teröristlerin akıbetlerinin insan haklarına ve uluslararası hukuka göre belirlenmesi için uluslararası işbirliği çerçevesinde bu konuda birinci derecede sorumluluk taşıyan Suriye yönetimiyle masaya oturmak şarttır. Eğer çatışmalar sonrasında Suriye huzur ve istikrara kavuşacaksa, muhalif unsurlar ile tecrit edilen teröristler sorununun da kalıcı olarak çözülmesi lazımdır.
Sınır illerimizin güvenliği, toplumsal barış ve huzuru ile transit taşımacılık dahil, ticari çıkarları bakımından Suriye’yle ilişkilerimizin düzeltilmesi gerekmektedir.
Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz kaynaklarına erişim ve pazarlama bakımından Türkiye’nin en kolay ve verimli işbirliği yapabileceği ülke Suriye’dir. Bu bağlamda bir anlaşma Türkiye ve KKTC’nin bölgedeki çıkarlarının geleceği bakımından önemli bir kazanım olacaktır.
Sürekli çatışmalara sahne olan bölgede huzur sağlamak ve dış müdahaleleri etkisiz kılmak için bölgesel sahiplenme ve işbirliğine ağırlık verilmelidir. AGİT benzeri bir kurumsallaşma için CHP tarafından başlatılan girişim bölgede destek görmekte ve ivme kazanmaktadır. Bu bağlamda Suriye stratejik öneme sahiptir.
Suriye politikamız ABD ve Rusya’nın tercih ve telkinlerine göre değil, ulusal çıkarlarımıza ve kendi ilke ve önceliklerimize göre belirlenmelidir. Washington ve Moskova’nın Şam üzerindeki etkisini azaltmanın yolu bölgede Ankara’nın değer ve etkisini yükseltmekten geçer.
Türkiye’nin barışa giden yolda yürümesi gereğinin nedenlerini sıralamaya çalıştık. Şimdi “nasıl” sorusunun yanıtını vermemiz gerekiyor. Sözü uzatmaya gerek yok. Yöntem: Görüşme, müzakere ve diplomasidir. Öncelik Türkiye’nin Suriye’yle ilişkilerinin onarılması, düzeltilmesidir. Bu arada Şam yönetiminin muhalifler için ilan ettiği af ile SDG konusunda BM’ye terörist faaliyetleri nedeniyle şikâyetini içeren mesajları Türkiye’yle ortak çıkarların bulunduğunun açık göstergeleridir. Son dönemde atılan adımlara bakarak Şam’ın da bir Türkiye açılımına ihtiyaç duymakta olduğunu söylemek mümkündür.
Sonuçta, Türkiye, kendi emperyalist çıkarlarının peşinde olan ABD ve Rusya’dan bağımsız, bütüncül bir Suriye politikası oluşturmalı ve Suriye’deki krizden kaynaklanan sorunları doğrudan Suriye yönetimiyle müzakere etmelidir. Türkiye politikasını bölge dışı ülkelerin tercihlerine göre ayarlamamalı; ağırlığını barıştan, komşusundan yana koyarak oluşturmalı ve bunu hemen şimdi yapmalıdır.
*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili