Sol nasıl güçlenir?
Sermayenin ve devletin elli yılı aşkın süredir sosyalist hareketleri yok etme planının olduğu ve bu planın kararlı bir biçimde uygulandığı açık bir gerçek. Bununla birlikte, sosyalistlerin bizzat kendilerine verdikleri zararları inkar etmek de mümkün değil.
Kadir Serkan Selçuk
1965’ten 1980’e kadar geçen 15 yıl, Türkiye’de sosyalizm mücadelesinin en yoğunlaştığı dönem oldu. 1961 anayasasının getirdiği özgürlükler, sosyalist bir partinin kurularak siyaset sahnesine çıkmasını sağladı. Bununla birlikte, başta Vietnam Savaşı olmak üzere dünyada yaşanan gelişmeler Türkiye’de sosyalizme olan ilginin daha da artmasına yol açtı. Türkiye İşçi Partisi, 1965 seçimlerinde Meclis’e gönderdiği yalnızca 14 milletvekiliyle Adalet Partisi iktidarının karşısına dikildi ve hükümeti neredeyse çalışamaz hale getirdi. İşçiler, 15-16 Haziran 1970’te İstanbul’u tabiri caizse işgal ederek gücünü gösterdi. Gençlik, üniversitelerden başlayarak dalga dalga yurda yayıldı ve sesini gittikçe daha geniş kitlelere duyurmayı başardı. Fatsa’da belediye seçimlerini ilk defa sosyalist bir aday kazandı ve bu küçük ilçede halkla birlikte daha önce görülmemiş bir yönetim anlayışı sergilendi.
Sosyalizmin yükselişine egemen güçlerin tepkisi ise sert oldu. Ordu, solu yok etmek ve Türkiye’yi emperyalizmin yörüngesinde tutmak adına 12 Mart ve 12 Eylül’de kışlasından çıkmak zorunda kaldı.
12 Mart muhtırasının ana sebebinin, sosyalist hareketin üzerinden tıpkı bir silindir gibi geçmek olduğu bugün herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in solla yeterince mücadele edemediğini düşünen ordu, durumdan vazife çıkararak göreve soyundu ve sert tedbirlerle sosyalist hareketi baştan ayağa yok etmeye çalıştı. TİP kapatıldı, henüz 20’li yaşlarında olan üç genç darağacına gönderildi, bir bölümü de Kızıldere’de, Nurhak’ta acımasızca katledildi. Çok sayıda sosyalist işçi, aydın, öğrenci zindanlara atıldı, devletin işkence tezgahlarından geçirildi.
12 Mart süreci, ne kadar sert geçerse geçsin beklenen amacına ulaşamadı. Askerin kışlasına çekilmesinin ardından 1974 yılında çıkarılan afla cezaevlerinden çıkan sosyalistler, 70’li yılların ikinci yarısında güçlü bir biçimde tekrar mücadeleye atıldılar. Yükselen ivme, ordunun 12 Eylül 1980’de ipleri tekrar eline almasına sebep oldu. 12 Mart’ta olduğundan çok daha şiddetli bir hareketle karşı karşıya kalan sosyalistler, bu sürecin ardından geçen uzun yıllar boyunca bir daha bellerini doğrultamadılar.
Bugün, her biri mutlaka ama mutlaka geçmişteki örgütlerin birinden kopup gelmiş olan irili ufaklı onlarca, belki de yüzlerce sosyalist yapılanma mevcut. Bu parçalanmanın kökeni geçmiş yıllara dayanıyor. 60’lı yıllarda Türkiye solunda başlayan bölünme hastalığı bugün şiddetli bir biçimde etkisini sürdürüyor.
Sermayenin ve devletin elli yılı aşkın süredir sosyalist hareketleri yok etme planının olduğu ve bu planın kararlı bir biçimde uygulandığı açık bir gerçek. Bununla birlikte, sosyalistlerin bizzat kendilerine verdikleri zararları inkar etmek de mümkün değil.
Bugün var olan yüzlerce sosyalist yapılanmaya rağmen, solun Türkiye siyasetindeki etkisi sıfıra yakınsa, bunun asıl sebebi sosyalist örgütlerin geçmiş yıllarda düştükleri hatalardır. Asıl üzücü olansa, bugün hiçbir örgütün geçmişinin hesabını yapmak istememesidir. Oysa özeleştiri mekanizması harekete geçirilebilse, belki de başka hiçbir şey yapmaya gerek kalmadan büyük bir adım atılmış olacak ve geleceğe daha güvenli bakılabilecektir.