Neden dans ederiz?
Son olarak, dans/hareket terapisi bir dans dersi değildir. Yürütücünün tavsiyelerde bulunduğu, diyet listeleriyle taçlandırdığı koçluk ya da kişisel antrenörlük de değildir. Son derece kişisel ve özel bir deneyim ve içsel bir yolculuktur.
Aytül Hasaltun* - [email protected]
Birlikte yaşıyoruz. Mecrada, köyde, kasabada, ilçede, şehirde, ülkede, bölgede, kıtada, dünyada, galakside ve evrende. Gücü tartışılmaz doğada, sivri dişlerimiz, öldürücü pençelerimiz, hızlı bedenlerimiz ve daha pek çok eksikliğimizle olduğu kadar, zaman ilerledikçe bozulan, yıpranan uzuvlarımız ve organlarımız var. Ve her alanda ürettiğimiz milyonlarca, bilemiyorum belki de milyarlarca “şey”leyiz. Arabalar, evler, giysiler… Bir teselli olacaksa her hayat/her can kırılgan. Her ne kadar aynı atmosferde nefes alsak da elbette pencere önündeki mor menekşeden oldukça farklıyız. Ölümle yaşam arasındaki salıncakta bazen inceden inceye, bazen de alabildiğine sallanıp duruyoruz. Ve dünyanın neresinde olursak olalım, bilinçaltı buz dağının altında kalan, koca, belirsiz ve bu haliyle ürkütücü bir alan ve dalış yapmak olası değil. Bunu ben demedim, 1856-1939 yılları arasında yaşamış olan psikanalizin kurucusu Avusturyalı nörolog Sigmund Freud demiş.*(1) Çocukluğumuzun süper kahramanlarına özgü yenilmezlik pelerinleri ve asaları da epey geride kaldığına göre artık sadede gelebiliriz. Şimdi söyleyeceklerim teselli değil gerçeğin ta kendisi; neyse ki oyuncak ayılarımız vardı da, karanlık gecelerin içinde kaybolmadan, yerimizi, yurdumuzu şaşırmadan bu günlere gelebildik. Bu satırları okuyan herkesi canı gönülden tebrik ediyorum. Fena, kötü, berbat, rezil bir iş çıkarmış olamazsınız.
Bu kadar kalabalıkta ya da ıssızlıkta, bu kadar aydınlıkta ya da karanlıkta, bu kadar bilginin ya da cehaletin ortasında sendelemeden, düşmeden yaşamak pek olası değil. Yirmili yaşların delişmenliğini epey uzakta bırakmış, otuzlu yaşlarını her şeye ve herkese yetişebilmek gayretiyle yoğun çalışarak geçirmiş biri olarak diyebileceğim kırklı yaşlarla birlikte başka türden bir kavrayışla dengeleniyor yaşam, merak etmeyin. Sakin kalmaya ve biraz dışarıdan görmeye çalışın yeter. Kendinize çok da yüklenmeyin zira denge sürekli tutabileceğimiz bir yerde değil. Öncelikle fiziki ve ruhsal yapımızın, varoluşumuz doğası gereği. Ama hemen vazgeçip, havlu atmak da pek olası değil. Şüphesiz yine varoluşun doğası gereği. Tek bir hücreden bu halinize geldiğinizi asla unutmanızı istemem. Fazla kişisel olacak belki ama ortaokul sıralarında, okuduğum ilk roman olan, Orhan Kemal’in Murtaza’sı*(2) “Gece yarısını geçiyordu” cümlesinin ardından şöyle devam eder; “Yan yatmış, bağdaş kumuş, çömelmiş ya da tam yuvarlanacakken bir yana tutunmuşa benzeyen harap evler kalabalığından ibaret mahallenin, birbirini kesen, çamur içindeki sokaklarından birinde…” Belki okuduğum ilk roman olduğu için, belki de çaresizliğin karşısında birlikteliğin gücünü ilk kez hissettiğim için, hayatım boyunca, anlamından asla bir şey kaybetmeyen ve en sevdiklerimden biri oldu bu cümle. Bu birbirine tutunma hali, en yıkılmış, bitmiş hissettiğim anlarda bıkmadan, usanmadan çıkıp geldi yanıma. Diyeceğim o ki; mesele bazen hatta çoğunlukla birbirimiz olsak da yine ayakta kalmamızı sağlayan en temel iki şey, öncelikle direncimiz sonra ise birbirimiziz. Onun için aşk, aile ya da dostlar gibi küçük örgütlenmeler, nefesimize nefes katan değerli dinlenme/dinleme alanlarıdır. Tabii ki o alanlar da sorunsuz değildir. Eşi ya da yakınlarının şiddetine uğrayan hatta can veren kadınlar ya da ihmalle büyümeye çalışan çocuklar hepimizin meselesi ve daha iyi yaşamak gibi bir hedefimiz varsa, gerçeklere gözlerimizi yumarak ya da “benim başıma gelmez” diyerek kolaylıkla arkamızda bırakabileceğimiz meseleler de değil üstelik. Almadan vermenin yaşatacağı “insan olma” hissi ise tarifsiz bana kalırsa.
Malum artık her şey çok hızlı tükettiğimiz bir çağdayız. Sıkıldıysanız anlarım, başka bir akıldan bakmak isterseniz lütfen burayı tıklayın. Ama hız ve tüketim demişken, doğanın bir parçası olan “insan”ın yapısını büyük yıkıma uğratan eğilimler ve bu yıkım tablosundan çıkma yolculuğunu “birlikte düşünmeye davet ederek” başlatan harika bir kitabı yakın bir zamanda okudum. Onu da buraya iliştirmek isterim.* (3)
Yaşasın! Hâlâ buradasınız. İnsanlık için küçük, benim için oldukça büyük bir adım. Şaka yapmıyorum, yine bu çağda malum ‘Görünürlük’, Gargamel kadar “büyük” bir mesele. Ben de bu satırları çok severek ve faydasına çok inanarak yaptığım bir işi, daha çok kişinin haberdar olabilmesi için ve evet, bir anlamda da mesleği yapan kişi olarak kendi görünürlüğümü/bilinirliğimi arttırmak için yazıyorum.
Bilinçaltı, buz dağının altı demiştik ya, bedenlerimiz her anın kaydını tutar. Yani beden kayıt tutar. Bu harika bir kitabın ismi.Yazarı Bessel A. von der Kolk.*(4)Ve bedenimiz benliğimizin evi. Tıpkı bir kaplumbağa gibi nereye gidersek gidelim, evimizi de yanımızda götürüyoruz. Aleni ya da farkında olmadan yaşadığımız olumlu ya da olumsuz tüm deneyimlerde evin bir oda kapısı açılır/aralanır ya da kapanır. Ve sanat söz konusuysa hayat kısa sanat uzundur. Ve danstan bahsediyorsak malzemenin kendisi insandır. Sözün ötesine/öncesine inmek, diğer tüm disiplinlere - ki hepsi de ayrı ayrı kıymetli hiç tartışmasız- nazaran çok daha basit/kolay bir o kadar da radikaldir. Çünkü yine, arzu ettiğimiz deneyim her ne ise onu önce bedeninizde yaşarsınız. Hayatın/hayatınızın provasını hayallerinizle dolu, boş bir dans salonunda yaparsınız. Başrolünü Jack Nicholson’un oynadığı ve bir akıl hastanesinde geçenlerin konu edildiği 1975 yapımı Türkçe ismiyle Guguk Kuşu adlı filmde, televizyonda maç izlemesine izin verilmeyen hastaların, maç izliyormuş gibi yaptıkları anda yaşadıkları neşe ve canlılık takdire şayandır. Bilmem hatırlar mısınız?*(5) Yıpranmış, eskimiş, iş göremez hale gelmiş bağlarınız; sanatın neşe, hafiflik ve canlılık veren oyunculuğuyla tazelenir, büyür ve güçlenir. Dans/hareket terapisinin en ağır yaşantılarla dolu ruh sağlığı üzerinde çalışan hastane ve kliniklerde yapılıyor olması bundandır.*(5) Hatta dans/hareket terapisinin ilk kez 2. Dünya Savaşı sonrası, savaşıp pek çok ölüm görmüş, acı dolu, yorgun ve yaralı insanlığımızla yapılmış olması da bundandır. *(6)
“Neden dans?”, sorusunun cevabına gelince; henüz bir konservatuvar öğrencisi olduğum zamanlarda, İstanbullu pek çok dans sanatçısının yakından takip edebilme şansına nail olduğu, Dans Tiyatro’sunun kurucu annesi Pina Bausch’un sözleri gelir aklıma. “Dans et, dans et, yoksa kaybederiz…” der Pina Bausch*(7). Kendi cümlelerimi eklerim sonrasında. Korumak ya da unuttuklarımızı hatırlamak için de dans ederiz. Bir yerlerde, bir şekilde unuttuğumuz/unutturulduğumuz kendiliğimizi, doğamızı, doğamızın iyileştirici gücüne/gücüyle yeniden bağlanmak için yani aslında olduğumuz kişiyle bağ kurabilmek için. Gökyüzünün altında, yeryüzünün üstünde kendimiz olabilmek için. Gerçek güç için, kendini bilme gücüyle donanmak için…
Bir başka söz, bir Afrika atasözü “Yürümeyi ve koşmayı bilen herkes dans edebilir” der. Koşmak ne kelime artık zar zor yürüyebilen hatta koltuğuna mahkum yaşlılarla ve beden algısı çok zayıf ve bedensel becerisi oldukça sınırlı şizofreni hastalarıyla çalışmış biri olarak, müziği duyan, ritmi hisseden ya da boş bir dans salonuna girebilecek kadar merakı ve hevesi olan herkesle dans/hareket terapisinin çalışılabileceğini düşünenlerdenim.
Son olarak ömürlerimiz uzuyor ama hastalıkla/hastalıklarla daha çok mücadele ediyoruz. Ve bugünlerde hastalıkların kökeninin bedenin somatik tepkisi olduğu konusunda pek çok hekim hemfikir. Başınız ağrıdığında ilacınızı içmelisiniz elbette ama “bu bir tepkiyse etkinliği nerede?” diye düşünmenizi çok isterim. Çünkü bu soruyu düşünmediğiniz her durumda daha büyük bir tepkinin gelme olasılığı epey yüksek. Yaşam/bedenlerimiz bizi en iyi halimizle hayatta tutmaya programlı çünkü. Siz çözümsüzlükte direndiğiniz sürece, ısrarcı olacağından hiç şüpheniz olmasın. İşte tam da bu noktada, bir değişimin gerekliliği ayan beyan ortadaysa, sürecinize tanık olan, Sizi gören bir terapist, tüm ilgisi ve şefkatiyle, sadece sizin için yarattığı güvenli ortamda “orada” ve “o an”da hazır ve nazır olacaktır. Buz gibi dondurucu sularda yüzme donanımına, beceri ve kararlılığına sahip, ehil bir terapist, şükran dolu bir yolun taşlarını beraberce dizdiğiniz, Sizi asla yargılamayan, Sizi asla olmadığınız birine dönüştürmeye çalışmayan ikinci bir gözünüz hatta ikinci bir bedeniniz olacaktır.
Son olarak, dans/hareket terapisi bir dans dersi değildir. Yürütücünün tavsiyelerde bulunduğu, diyet listeleriyle taçlandırdığı koçluk ya da kişisel antrenörlük de değildir. Son derece kişisel ve özel bir deneyim ve içsel bir yolculuktur.
Birleşik Krallık Dans ve Hareket Psikoterapisi Kurumu’nun (ADMT, UK) tanımına göre dans terapisi; hareketlerin ve dansın psikoterapötik uygulaması ile bireyin kişisel, duygusal, fiziksel, sosyal gelişimini ve farkındalığını yaratıcı bir süreç çerçevesinde sanatla deneyimlemesidir.*(8)
*Çağdaş Dans Sanatçısı, Dans/Hareket Terapisi Uygulayıcısı ve Yazar
aytulhasaltun.wordpress.com
(1) Topografik Zihin Modeli Kuramı/ Sigmund Freud
(2) Murtaza -Orhan Kemal/Roman (İlk basım 1952) Everest Yayınları
(3) Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto, Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı- Fikret Başkaya (İlk basım 2016) Yordam Kitap
(4) Nobel Kitabevi The Body Keeps the Score/ Bessel A. von der Kolk,
(Arka kapak yazısından) Ne yazık ki şimdiki psikiyatri anlayışı, yakınmalarınızı anlatmanız ve hekimin de bu yakınmaları düzeltecek bir ilaç önermesi üzerine kurulu. Ancak “Hiç bir ilaç, kötü geçmiş bir çocukluğu düzeltmiyor”. Anne-babanızın veya eşinizin size nasıl davrandığı, nasıl bir ailede büyüdüğünüz, anne-babanızın birbirlerine sevgi dolu ya da düşmanca davranışları, bireysel, ailesel, hatta toplumsal travmaların üzerinizdeki izleri ne yazık ki hiç konuşulmuyor.
Artık biliyoruz ki beynimiz ve bedenimiz karşılıklı etkileşimler üzerinde şekilleniyor. Bu etkileşimlerin değerlendirilmediği bir tanı ve tedavi anlayışı her zaman eksik kalacaktır. Sıklıkla, “Öyle düşünmemelisin… Düşünce şeklin yanlış!” diyen terapistlerle karşılaşıyorum. “Oltaya yakalanmış bir balığın davranışlarını gören arkadaşları, onun çıldırdığını düşünebilir”. Ama balığın yaptığı sadece hayatını kurtarmaya çalışmaktır. İnsanları yaşadıkları ya da yetiştikleri ortamlardan ayrı değerlendiremeyiz, oltayı göremezseniz bu davranışları anlamak ve anlamlandırmak da mümkün olmayacaktır.
Hekimlik, çaresizliğe tahammül etmenizi gerektirir. İnsanlar hastalanır, yaşlanır ve ölürler. Henüz çözümünü bilmiyoruz. Yapabildiğimiz çoğu zaman acıları azaltmak, acı çeken insanların yanında olmak, ölümü geciktirmeye çalışmak, çoğu zaman da çaresizce beklemek… Acı kaçınılmazdır. Yaşam hepimiz için neşe sağlık ve mutluluk kadar, az ya da çok ıstırap ve kayıpla dolu. Kimimiz bunlarla çok erken, çok savunmasızken ve üst üste karşılaşırız, kimimiz daha geç. Bunca yıl sonra psikiyatrinin en önemli görevlerinden birinin bu acı ve kayıplarla baş etmede insanlara yardımcı olmak, yeniden toparlanıp, geçmişlerinin etkisinden kurtulup mümkünse daha güçlü bir şekilde yaşamlarına devam etmelerini sağlamak olduğunu düşünüyoruz.
“Beden Kayıt Tutar” var olan psikiyatri anlayışının tıkanmışlığına bir umut ışığı yakıyor, nörobilimdeki gelişmeler sayesinde ruhsal ve hatta bedensel hastalıklarımızın kökeninin daha farklı anlaşılmasını, taşların yerine oturmasını açık, kanıta dayalı ve anlaşılır bir şekilde sunuyor. Yirmi birinci yüzyılın getirdiği yeni terapi yöntemlerini tanıtarak etkili başa çıkmanın nasıl olabileceğinin yollarını gösteriyor. Bunu yaparken, gerçek öykülerle insanın zekâsına, dayanıklılığına, baş etme ve iyileşme gücüne bir kez daha hayran bırakıyor. Büyük zaferlerin büyük yıkımlardan doğması gibi, en çok acıyan yerimizi korumamız gibi travmadan iyileşmenin muhteşem sonuçlarını gösteriyor. Pek çok kez yaşadıkları travmaları, hayatlarının kaynağı yapan hatta bunun ötesine geçip başkaları aynı acıyı yaşamasın diye mücadele eden insanlar tanıdık. Bu kitapta da okuyacağınız yaşamlar gibi…
(5) One Flew Over the Cuckoo's Nest (Guguk Kuşu)Yönetmen Milos Forman Yapım Yılı 1975
6) İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi, Özel Fransız Lape Hastanesi, Amerikan Hastanesi, günümüzde sağlık ekibine dans/hareket ve sanat terapisi uzmanlarını katan hastanelerden bazıları.
(7) Ben ve Beden Arasında Dokunan Ağ: Dans/Hareket Terapisi Dr. Zeynep Çatay
(8) Pina, Modern dans koreografi ve Tanztheater akımının öncülerinden Pina Bausch hakkında yapılmış bir 2011 Alman üç boyutlu belgesel filmidir.
(9) Association for Dance Movement Therapy UK – ADMTUK, http://www.admt.org.uk/whatis.html