Fay hattı üzerinde siyaset: Muhalefetin Türkiye hayali ve Kürtler
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonraki süreçte temelleri atılan AKP-MHP iktidarının, o günden beri istikrarlı bir biçimde uyguladığı HDP’nin kriminalizasyonu, belki de ilk kez 31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle büyük bir darbe aldı. HDP, Türkiye’de her şeye rağmen sivil siyasette ısrarlı oldukça siyaset alanı genişledi. Siyaset alanı genişledikçe de Türkiye siyasetinde HDP’ye daha büyük bir yer açıldı. Bu gerçek anlaşılmadan, 31 Mart ve 23 Haziran’ı anlayamayız.
Edgar Şar*
31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle Türkiye bir nefes almıştı. AKP kaybedip CHP kazandığı için değil, Türkiye’de sorunların siyaset ile çözülebileceği umudu yıllardır ilk kez bu kadar güçlendiği için... Toplum seçim ile ülkenin kaderini etkileyebildiğini, hatta bu kaderi değiştirebildiğini gördükçe, siyasi alan genişler. Siyasi alan genişledikçe, Türkiye’nin temel sorunlarının önemli bir bölümünün birer “beka” sorunu değil, siyaset sorunu olduğu ve bunların çözümünün de ancak siyaset kanalıyla bulunabileceği anlaşılır. Önce 31 Mart ve ardından 23 Haziran’da Türkiye bu yola girdi. Hepimiz nefes aldık.
İçinde yaşadığımız koşullarda siyasi alanın genişlemesi ancak “olmaz” denilenin olmasıyla mümkün hale gelebilmişti. Muhalefet bloğunun her bir üyesinin alışılagelmişin ötesinde bir stratejik akılla davranması, siyasetin toplum tarafından uzun zamandır ilk kez top sıfır toplamlı bir kazan-kaybet oyunu gibi algılanmamasına imkan sağladı. Demokratikleşme süreçlerini inceleyen sosyal bilimlerin deyimiyle muhalefet, “demokrasi oyunu”nun nasıl oynanması gerektiğini nihayet öğrenmişti. İlginç bir süreçti. Öyle ki HDP ve İYİ Parti’nin seçmenleriyle, partilerine net bir mesaj vermek isteyen bir kısım AKP seçmeni büyükşehirlerde tek bir aday üzerinde uzlaştı. Ve bu adaylar CHP’nin adaylarıydı. Evet, her açıdan ezberler bozulmuştu.
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusuna başlattığı operasyonla birlikte ise bir dönüş yaşanıyor. Bu dönüş, siyasi alanın tekrar ve hızla daralmaya başladığı ve ezberlerimize vakit kaybetmeden geri döndüğümüz bir dönemi de beraberinde getirdi. Muhalefetin, operasyona itirazlarını yükseltmeden destek vermesiyle birlikte artık gün geçmiyor ki, HDP’lilerin, Kürtlerin, muhalefet bloğundan geri dönülemez bir şekilde koptuğuna yönelik analiz ve gözlemlerle karşılaşmayalım.
Evet, bu yaklaşımın doğru olduğuna dair birçok sebep ve hatta veri var elimizde. Hali hazırda oldukça heterojen olan muhalefet bloğunun, “birlikte hareket etme” stratejisini asgari ilkesel ortaklıklarla seçim olmayan döneme taşıması elbette zordu. Fakat yine de CHP, evet ile hayır; siyah ile beyaz arasında bir seçenek bulabilirdi. Eğer bu yapılabilseydi siyasi alanın genişlemesiyle sonuçlanan süreç aynı hızla devam ederdi. Fakat muhalefet bloğunun üyelerini, pragmatik birlikteliklerinin ötesinde birbirinden ayıran fay hatları üzerinde siyaset yapmak kolay değil. Özellikle mevcut CHP yönetiminin bu alandaki karnesi çok zayıf.
7 Haziran 2015 seçimlerinden sonraki süreçte temelleri atılan AKP-MHP iktidarının, o günden beri istikrarlı bir biçimde uyguladığı HDP’nin kriminalizasyonu, belki de ilk kez 31 Mart ve 23 Haziran seçimleriyle büyük bir darbe aldı. HDP, Türkiye’de her şeye rağmen sivil siyasette ısrarlı oldukça siyaset alanı genişledi. Siyaset alanı genişledikçe de Türkiye siyasetinde HDP’ye daha büyük bir yer açıldı. Bu gerçek anlaşılmadan, 31 Mart ve 23 Haziran’ı anlayamayız.
Şimdi ise yapılması gereken siyasi alanın tekrar genişlemesi için çabalamak. Siyasi partiler başta olmak üzere, Türkiye’nin sorunlarının siyaset ile çözülebileceğine inanan, bunu isteyen herkes yaratıcı ve yapıcı olarak buna destek olmalı. Bu noktada Kürtlerin, Türkiye’nin demokratlarından geri dönüşü olmaksızın ayrıldığı şeklinde yorumlanabilecek tezlerin hem faydasız ve daha da önemlisi yanlış olduğunu düşünüyorum.
Faydasız, çünkü çok erken bir zamanda, duygusal olarak yapılan bu yorumlar, sivil siyasete ve muhalefet bloğuna eklemlendikleri oranda Türkiye’de siyaset alanını genişleten Kürtleri, bu alandan uzaklaştırıyor. Çok daha önemlisi yanlış, çünkü bu tez belki de en çok bu dönemde dikkat edilmesi gereken bir gerçeği yok sayıyor: Bu ülkede Kürtlerin kaderi, Türkiye’nin kaderidir. Türkiye’nin geleceği de Kürtlerin geleceğidir. Bu gerçeğin, barış içinde bir arada yaşama özlem duyanlarla birlikte, samimi bir biçimde Türkiye’nin bölünmesinden korkan toplumsal kesimleri birleştirebilecek bir bakış açısı sunması gerektiğini düşünüyorum.
Bu yazıyı Diyarbakır’dan İstanbul’a dönüş yolunda yazıyorum. Orada, halkta daha önce de sık gözlemlediğim bir takım duygular bu sefer daha fazla dikkatimi çekti: kızgınlık, çaresizlik, umutsuzluk... Bu duyguları Diyarbakır’da ya da İstanbul’da yaşayan Kürtlerde, bugüne kadar farklı zamanlarda, farklı yoğunluklarla gördüm. Fakat duygusal kopuşun en çok yaşandığı zamanlarda dahi Türkiye’den ayrılma isteğinin Kürtler tarafından bir seçenek olarak düşünüldüğünü görmedim. Romantizmi bir kenara bıraktığınızda dahi Türkiye ve Kürtler et ile tırnak gibidir.
Dolayısıyla, iktidar marifetiyle ve muhalefet maharetsizliğiyle örülen duvarları kalınlaştırmanın faydası ve bir gerçekliği yok. Kürtler ve HDP, Türkiye ile olan ayrılmaz bağlarını ancak bu ülkenin demokratik itirazlarını yükseltebilen kesimleriyle güçlendirebilir. Bu kesimler ise ancak Kürtlerin desteğiyle sonuç alabilen bir muhalefet bloğu olmayı sürdürebilir.
CHP, muhalefet partilerini birbirinden ayıran fay hatlarına sürekli takılıp düşerken, HDP’ye oy verenleri kazanmak gibi bir kaygısı olmayan bir muhalefet partisi görüntüsü çizen İYİ Parti’nin bu konuda işi daha kolay görünüyor olabilir. Bu gibi “hassas” konularda Türkiye’deki kutuplaşmaya sıkışmayacağını sıkça dile getiren bir partinin, en azından bir vatandaşın Kürtçe konuştuğu için darp edilmesi olayına söyleyecek bir sözü olmaz mı? Irkçı, etnik temelli olmayan milliyetçilik bu mudur? Türkiye’nin bir arada yaşamı güçlendirecek, bölünme korkularını yok edecek bir gelecek hayalinin kurulabilmesi, bu gibi durumlarda asgari ilkelerle tavır almayı gerektirmiyor mu?
Bu çerçevede Kürtler ve Türkiye demokratları, onları ayıran fay hatları üzerinde siyaset yapmayı öğrenirken, asıl ağırlığı onları birleştiren asgari ilkelere ve gelecek hayaline vermeli. Tıpkı 31 Mart ve 23 Haziran’da olduğu gibi...
* Siyaset Bilimci, Boğaziçi Üniversitesi Doktora Araştırmacısı