Kılıçdaroğlu Doktrini ve boşlukları
Yapılan son anketlerde Kılıçdaroğlu gelecek seçimlerde Cumhurbaşkanlığı için akla en son gelen isimlerden birisi olarak yer alıyor. Bunu doktrinin içinde Kılıçdaroğlu’nun farklı bir yapı kurduğu şeklinde açıklayabilirsiniz ama bir ana muhalefet partisinin genel başkanının cumhurbaşkanlığı için potansiyel bir aday olarak öne çıkmaması durumunda onun siyasi hayatta ne gibi bir rolü olduğu topluma açıklanmalıdır.
Harun Güney Akgül*
Bilindiği gibi 31 Mart yerel seçimlerinin ardından CHP’nin özellikle büyükşehir belediyelerindeki göstermiş olduğu başarı medyada ve siyasi kulislerde uzun süre konuşuldu. CHP adına gelecek seçimler için umut ifade eden bu kısmi seçim zaferini Kılıçdaroğlu’na atfetmek isteyen parti kurmayları “Kılıçdaroğlu Doktirini” adını verdikleri olgu ile Genel Başkanlarının bu zaferde gerçek pay sahibini olduğunu belirterek, Kılıçdaroğlu’nu onore etmek istediler. Burada hemen kısa bir dipnot verelim; Rahmetli Ecevit bugünleri de görmüş olacak ki 1960 yılında Ulus gazetesine ‘Devrimcilik ve Doktrin’ başlıklı yazısında CHP’nin doktrinlerden kaçınmasını ve devrimcilik ilkesi ile hareket etmesini ayrıntılı bir şekilde açıklamıştır.
Kılıçdaroğlu tarafından doktrinin içeriğini oluşturan politikalar içerisinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi kritik bir rol oynuyor. Bu görüşe göre, İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi sonucu MHP seçmeni ile yakınlaşma sağlanmış ve İYİ Parti tabanıyla bu sayede ilk temas kurulmuştur. Halbuki İYİ Parti'nin kuruluşuna yol açan sebepler tamamen farklı etmenlere dayanıyor. Üstelik MHP seçmeni ile kurulan temasın sonucunda CHP’nin MHP’den oy devşirmesi diye bir durum da söz konusu değil. Pek çok siyasi uzman ve CHP’li seçmen tarafından hâlâ CHP tarihinde en büyük hatalardan ve utançlarından biri olarak gösterilen İhsanoğlu’nun adaylık sürecini, son yerel seçimlerdeki CHP’nin başarısı ile bağlamlandırmak, fütursuzca bir analizdir. Öte yandan son cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nun son ana kadar ortak aday olarak Abdullah Gül’ün isminde ısrar etmesine rağmen Meral Akşener’in bu isteği kabul etmemesi sonucu partili bir aday göstermek zorunda kaldığı bugün saklanan bir sır değil. Eğer Abdullah Gül adaylığında bu seçim kaybedilseydi, CHP seçmeninin yerel seçimlere nasıl bir psikoloji ile gireceğini tahmin etmesi zor olmasa gerek. Muharrem İnce’nin adaylık sürecinde bazı hataları olmasına rağmen parti tabanına nasıl umut aşıladığını gördük. Bu umuttur ki parti tabanını ve seçmenini yerel seçimler süresince diri ve çalışkan tutmuştur.
Bu doktrini ortaya atanların diğer bir dayanağı yerel seçimler süresince İYİ Parti ile oluşturulan koalisyon ortaklığı: Seçimlere ittifaklar doğrultusunda gitme fikri AKP tarafından ortaya çıkarıldı; yani oyun kurucu AKP, ortağı ise MHP. CHP’nin İYİ Parti ile koalisyon kurması en bilinen ve kolay yoldu. Kılıçdaroğlu eğer bu ittifakın içerisine HDP’yi de dahil edebilseydi o zaman zoru başarmış olurdu. Kaldı ki HDP yerel seçimler süresince CHP’nin başarısı için tek yanlı inisiyatif kullanarak yapmış olduğu strateji sonucu CHP’nin bu kısmi zaferinde önemli bir rol oynarken bu doktrini ortaya atanların bu etmeni değerlendirme dışı bırakmalarının bir açıklaması olması gerek. Bugün AKP’nin keyfi uygulamalarıyla HDP’li belediyelere atanan kayyumlara karşı Kılıçdaroğlu’nun sesini yükseltmemesi veya alt perdeden karşı koyması bu doktrin ile nasıl açıklanabilir! Kayyumlar ile birlikte demokrasiye olan güvenlerini yitiren bölge halkının CHP bugün yanında olmayacaksa ne zaman yanında olacak!!
Her ne kadar Fatih Bucak gibi tartışmalı bir ismin adaylığı üzerinde de Kılıçdaroğlu’nun ısrar etmesine rağmen yerel seçimler öncesinde doğru adayların belirlenmesinde Genel Başkan'ın oynadığı rol doktrinin diğer önemli dayanağını oluşturmaktadır. Ancak aday belirleme süresince ön seçimden kaçınılması ve parti meclisinde çıkan tartışmalarda Kılıçdaroğlu’nun tartışmadan uzak sert bir tavır takınması gelecekte parti içi demokrasi konusunda CHP'yi sıkıntıya sokacaktır.
Doktrinin görmezden geldiği bir diğer nokta da dokunulmazlıkların kaldırılması sürecinde Kılıçdaroğlu’nun takındığı tavırdır. Türkiye demokrasisinde derin bir yara bırakan ve etkilerini hâlâ hissettiğimiz bu yanlış politikanın hesabını vermeden doktrinin Adalet Yürüyüşü'nü Kılıçdaroğlu’nun başarı hanesine yazma girişimini ancak siyasi arka planı bilmeyenler için bir kandırmacadan ibaret olabilir. Kaldı ki AKP’nin iç politikada kendini kurtarmak için oluşturduğu karanlık dış politika dehlizinde Kılıçdaroğlu’nun yeni bir politik yol ortaya koyamaması, üstelik bunu AKP’nin başından sonuna kadar yanlışlar ile dolu Suriye politikası karşısında yapamaması, CHP'nin diğer bir problemi olarak ortaya çıkıyor. Barış Pınarı Harekatı'na dair kapsamlı bir değerlendirme yapmadan Kılıçdaroğlu’nun tezkereye evet demesi AKP’nin yaptığı yanlışlara CHP’yi de ortak etmek etmekten başka bir anlam ifade etmemiştir. Üstelik parti içinde "Tezkereye milliyetçi seçmeni kaybetmemek için evet dedik", "tezkereye evet ile, AKP’nin bu harekatı propaganda aracı olarak kullanmasını engelledik" gibi beylik açıklamalar ancak Kılıçdaroğlu’nun ilkesiz politikalarının bir kanıtı olarak sunulabilinir. Oysa iyi bir lider inandığı doğrular çerçevesinde halkı bu doğruların etrafında toplayabilen lidere denir. Seçmeni kaybetme doğrultusunda bile bile yanlışlar yapan lider zaman ile oportünizm hastalığına yakalanır.
Yerel seçimlerin üzerinden yedi aylık bir süre geçti. Yapılan son anketlerde Kılıçdaroğlu gelecek seçimlerde Cumhurbaşkanlığı için akla en son gelen isimlerden birisi olarak yer alıyor. Bunu doktrinin içinde Kılıçdaroğlu’nun farklı bir yapı kurduğu şeklinde açıklayabilirsiniz ama bir ana muhalefet partisinin genel başkanının cumhurbaşkanlığı için potansiyel bir aday olarak öne çıkmaması durumunda onun siyasi hayatta ne gibi bir rolü olduğu topluma açıklanmalıdır. Ekrem İmamoğlu’nun özellikle Süleyman Soylu tarafından sürekli hedef alınması CHP Genel Başkanı'nın bu siyasi iddiasızlığından da kaynaklanıyor. Bugün CHP’nin gelecek seçim stratejisini iki temel üzerine inşa ettiği görülüyor: Birincisi CHP’li belediyelerin göstermiş olacağı yüksek performans ikincisi ise Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu gibi eski AKP’li isimlerin kurması olası yeni partiler. Özellikle CHP’li belediyelerin kolektif yapılar içerisinde yeni kamusal alanlar oluşturarak, AKP iktidarının 17 senedir yapamadıklarını yapmaya çalışarak halkın sorunlarına çözüm üretmesi halinde, CHP’nin gelecek için umut olması söz konusudur. Bu umudu CHP’li belediyelerin sırtına yükleyip AKP’nin parçalanmasını beklemekten başka programı olmayan Kılıçdaroğlu ve Genel Merkez'in ilk etapta yaklaşan il ve ilçe kongrelerinde CHP’li üyelerden nasıl bir tepki alacağı hep beraber göreceğiz.
*Doktora öğrencisi, Wroclaw Üniversitesi Siyaset Bilimi