Reel politik olarak Kürtler 2: Ne oldu da IŞİD'e karşı destek başladı?
SDG'nin kendisine saldıran bir güç olarak IŞİD ile savaşmasının zorunluluğu bir yana, Kobane ablukası sırasında hemen bütün bahsi geçen reel politik aktörlerin, direnişin yenilgiye uğramasını ellerini ovuşturarak beklemeleri henüz unutulmuş değilken, ne oldu da IŞİD'e karşı savaşan Kürtlere destek başladı, sınırlar açıldı vs?
Eşref Avcı
Geçen yazımda belirttiğim reel politiğin ayartıcı dünyasının genel olarak ezilenlere yaşam hakkı tanımadığı aksine, ezilenlerin bu tür reel politik ittifakları geçici bir durum olarak telakki etmemelerinin, elde edilen kazanımları yok ettiğinin görülmesi gerektiğini ifade etmiştim. Ezilenler, deyim uygunsa stratejik olarak ezilen sınıflar ile, taktiksel olarak ise reel politik güçler adı altında çeşitli devlet ve de güçlerle ittifak kurmalıdırlar.
Geçen sürede reel politiğin güncel aktörlerinin farklı senaryolarının uygulama şansı bulduğu Suriye sahasında, Kürtler lehine kalıcı bir kazanım yaratmadığını üzülerek gözlemliyoruz. IŞİD ile olan savaşta 11 bin insan kaybının olması, bunun yanı sıra ABD ve diğer koalisyon güçlerinin, neredeyse kayıplarının olmaması aslında bize çok şey söylemektedir; savaşın bedelini ödeyen ama kazanımlarını yaşamayan Kürtler söz konusu denklemde sabit bir bileşen değil, konumu ve statüsü belirsiz, göreli değişken durumuna indirgenmiş aparat olarak görülmüştür. IŞİD ile birlikte evrimin belirli bir uğrağında takılı kalmış cihatçı, insanlık düşmanı yapıları üreten,besleyen ve yine özellikle burada IŞİD'i Kuzey Suriye halkları eliyle kontrol altına alan, reel politik güçler, bu savaşımda on binin üzerinde insanını yitiren halklara verdikleri tek paye "yiğit savaşçı" olduklarıdır. Trump gibi nobran biri ise "para" verdiğini utançtan azade karaktersizliğiyle belirtmiştir. Bu "yiğit savaşçı" halklar on binlerce insanını yine bu emperyalist-kapitalist rejimler eliyle kaybetmiştir, bu ne demektir, nasıl bir hissiyattır? "Boşuna mı öldüler" mi denmek istenmektedir.
Evet söylenen tam olarak budur.
2'nci Emperyalist Paylaşım savaşında Hitler denilen güruhu besleyen ve SSCB'ye saldırtan emperyalist-kapitalist akıl; nasıl ki, milyonlarca insanı Hitler eliyle yok ettiyse ve bu savaşta en çok da (27 milyon) SSCB halkları yok edildiyse aynı akıl bugün Kuzey Suriye halklarına aynı kaderi öngörmektedir.
ABD’nin veya Rusya’nın ya da diğer egemen sınıf temsilcilerinin ne yapmaya çalıştığı, üzerine okunmaya çalışılan göstergelerin içerisinde Kürtlere biçilen rol;" özerk yapının tasfiyesidir". IŞİD ile olan savaşımın çok da belirleyici önemde olmadığı son bir aylık Suriye İç Savaşı ile ilgili bilançoda çok net bir biçimde ortaya çıkmıştır. IŞİD ya da diğer cihatçı örgütlerin varlığı, egemen sınıfları göreli olarak tehdit etmekte iken, Kürtler özelinde Kuzey Suriye ezilen halklarının "özerk yönetim modeli" yakın görünür tehdit haline gelmiştir. Geçen yazımda da belirtmiş olduğum gibi 17 Eylül tarihli Astana Zirvesi’nin sonuç bildirgesinde “Suriye’de gayrimeşru öz yönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişim reddedildi.” kararı okların özerk yönetime çevrileceğini ayan beyan ortaya çıkarmıştı.
Egemen sınıflar için ulus devletin ya da özerk yapıların kapitalizmi besleyen, büyüten her türlü modeli makbuldür ancak kapitalizmi sorgulayan her türlü model ise onun düşmanıdır. Bu anlamda Suriye'de yaşatılan özerk yönetim modelinin egemen sınıflar için neden tehlikeli hale geldiği önemlidir. Bu modelin muhasebesini yapmanın yeri bu makalenin sınırlarını aşacaktır. Ancak özerk yönetim modeli bir ölçüde mevcut düzenin ekonomik siyasal ve ideolojik temellerine karşı, alternatif nitelikleri ile yaşam hakkı bulmuştu. Çeşitli komünal deneyimler, ekolojik üretim modelleri vs. projektörlerin buraya çevrilmesi için yeterli idi. Eleştirel yanları kuşkusuz söz konusu edilse de, kapitalizmin varlığına tehdit olabilecek olanakları barındırdığı için "tehlikeli" bulunmuştur.
Bu anlamda, emperyalist-kapitalist güçlerin statükocu aklı, çok kısa süre öncesine kadar tehlike olarak İdlip'teki cihatçı örgütler ve IŞİD iken, bir anda bütün okların gelip Kuzey Suriye Federasyonu üzerine yönlendirilmesinin başka bir sebebi olmalıydı. Kaldı ki, AKP rejiminin kanlı bıçaklı olduğu Esad rejimi ile bir biçimde temasa girdiği böyle bir zemin, belirttiğim minvalde düşünülmeyi hak ediyor. Kısa süre önce SDG'yi terörist ilan eden Esad'ın durumdan vazife çıkararak sınır boylarına askerlerini yerleştirmesi, bu ilgiyi hak edecek denli durumların yaşandığını gösterir.
Reel politik güçlerin ideolojik duruşu ile cihatçı ideolojilerin duruşu arasında niteliksel bir fark yoktur. Her iki gücün varoluş gerekçesi, kapitalizmin olağan döngüsünün sürdürülmesidir. Her iki gücün söz konusu ezilenler olduğunda alacağı tavır neredeyse aynıdır. Ve daha önemlisi emperyalist--kapitalist ülkelerin IŞİD veya diğer cihatçı örgütlerin kullandığı yöntemleri, kullanmadığını nasıl düşünebiliriz ki? Bilakis tam da uyguladıkları yöntemler bire bir aynıdır. Hatta olanakları daha çok olduğu oranda bütün reel politik devletler işkencenin, katliamın, soykırımın en alasını bütün tarihsel kesitlerde uygulamışlardır. Rusya'nın, İran'ın, Suriye'nin , İsrail'in, Türkiye'nin veya Amerika'nın dahası aklımıza gelen neredeyse bütün devletlerin tarihi cihatçıların uygulamalarından çok daha fazlasıyla doludur. SDG'nin kendisine saldıran bir güç olarak IŞİD ile savaşmasının zorunluluğu bir yana, Kobane ablukası sırasında hemen bütün bahsi geçen reel politik aktörlerin, direnişin yenilgiye uğramasını ellerini ovuşturarak beklemeleri henüz unutulmuş değilken, ne oldu da IŞİD'e karşı savaşan Kürtlere destek başladı, sınırlar açıldı vs?
IŞİD ile savaşan SDG'nin bir anda "IŞİD Karşıtı Koalisyona" dahil edilmesinin alametifarikası "IŞİD'in kontrolden çıkmasıdır". IŞİD ya da diğer cihatçı güçlerin görevi; Suriye iç savaşının körüklenmesi, istikrarsızlığın hakim hale getirilmesi idi, ödülleri ise; Suriye topraklarını halklar için yaşanmaz hale getirirken kendileri için dünyevi cennetin yaratılması yani köleciliğin, kadının tümüyle aşağılanmasının, pornografik şiddet uygulamalarının sınırsızlığı. Bu sınırsız cihatçı cennet halklar için cehennemdi tabii ki, ve IŞİD'in zayıflatılmasının kapıları da bu cehennemde aralanmış oldu. SDG'nin gücünü pekiştirmesi ve zirvesine varması IŞİD'in kontrolünün sağlanmasına paralel yürüdü.
Kontrol süreci gerçekleştikten sonra sıranın kendisine geleceğini düşünse bile önlemini alamayan bir durumla karşı karşıya kalan SDG, sürekli olarak geri adımlar dizisi sergilemek durumunda kalmıştır. SDG'nin sınırın 32 km. gerisine çekilmesinin askeri olarak elindeki konvansiyonel silah gücü dikkate alındığında tek bir anlamı vardır, bütüne parçanın feda edilmesi gerçeği. Daha önceki Afrin sürecinde kaybedilen parça bütün ilişkisinin, bütün lehine kazanımı anlayışı idi. Fakat egemen sınıflar için parça bütünün kazanılmasının gereğidir. Konjonktürel olanaklar uygunken, parça savunulamamış ve parça egemenlere bırakılmıştır. Egemenlere bırakılan parça içerisinde halkların yaşadığı bütündür. Kısa süre öncesine kadar AKP'nin tasfiyesi konuşuluyorken bugün Kürtlerin ve beraberinde Suriye halklarının kazanımlarının tasfiyesinin konuşuluyor olması üzerinde hayli düşünülmesi gereken bir durumdur. Bitirirken Lenin'den bir hatırlatma yapalım; "Ayrı yürü, birlikte vur; çıkarlarının farklılığını gizleme; müttefikini düşman gibi kolla".