Mümtaz Soysal'ın mirası ve Türk devlet bilimi

Soysal maalesef artık geçmişte kalmış; mirasçıları tarafından yeri doldurulamamış bir entelektüel ve politik özne olarak da görülebilir. Soysal, erken vefatı büyük bir kayıp oluşturan Bülent Tanör bir kenara konulursa bugün yaşadığımız dönem açısından Murat Sevinç, Ozan Ergül gibi çok sınırlı sayıda anayasa çalışanları olmasa geride temsilci bırakmamış bir güçlü geleneğin son ağıdı olarak görülebilir ki bunun benim gibi başka bir dünyadan bakanlar açısından bile ne büyük bir kayıp olduğunu ilan etmeden geçmemek gerekir.

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin*

Mümtaz Soysal, Türkiye'nin son dönem politik-hukuki süreçlerine yönelik aktif bir konum almasını engelleyen biraz uzunca bir hastalık sürecinin ardından 90 yaşında vefat etti. Türkiye tarihini, genellikle bugünden geriye doğru anlama çabasındaki popüler girişim sahipleri açısından Soysal'ın sesi biraz gerilerden geliyor olabilir. Fakat o Türkiye'nin yapısal sorunlarına dair geniş bir hukuki-politik düşünce külliyatı ile beraber bugünün neredeyse tüm popüler tartışmalarını da besleyen aktif bir politik tutum sahibi bir entelektüel-politikacı idi. Uzun hayatının toplamdaki politik ağırlığı sol Kemalizm ile tasnif edilebilir iken yer yer devrimci gençlik ile yakın ve sempatik ilişkileriyle devrimci kuşakların saygı duyduğu, 1960-70'li yılların toplumu kasıp kavuran politik iddiasına devrimci tarzda yakın duran, 1990'lardan itibaren ise ulusalcı solun diğer liberal sol ve devrimci-demokrat sola karşı temel gündemlerini belirleyen güçlü bir entelektüel olarak yaşamını ilerletti. Toplam hayatı bakımından varlığı hep teslim edilen nokta ise güçlü bir entelektüel olduğu, kavrayışı ve sunuşuyla bulunduğu her yeri derinleştiren bir etki gösterdiği gerçeğidir. Öyle ki entelektüel olarak Cumhuriyetin yetiştirdiği ve evrensel ciddiyette birkaç entelektüelden birisiydi. Nusret Hızır, Niyazi Berkes adlarının hemen yanına Mümtaz Soysal adını yazmakta bir sakınca olmadığı kanısındayım. Ve bir noktayı daha en başından vurgulayalım: Bir entelektüel olarak istisnasız olarak yaşamının her anında politik rol ve konumlara hazır olmuş ve etkinliğini geniş bir ideolojik ve politik sorumluluk hissi ile inşa etmiştir ki Cumhuriyetin yetiştirdiği ilk kuşağın böyle bir iddiası ve kendilerince sorumluluk duygusu olduğunu da kabul etmek gerekir. Ve son olarak tabii ki kıymetlimiz Sevgi Soysal'ı da onun zengin hayatının nadide bir incisi olarak selamlamadan geçebilmek mümkün mü?

Soysal'ın ömrünün bizzat varlığı; eylemleri ve düşünceleriyle Türkiye'nin toplumsal ve siyasal tarihinin tüm düğüm noktalarıyla iç içe geçmesi bizi tüm bu özetin ötesine geçerek daha kapsamlı bir anlama arayışına itmektedir kuşkusuz. Şimdi bunu yapmaya çalışacağız...

KÖKENLER VE GENÇLİK

Soysal 1929'da Zonguldak'ta doğdu. Galatasaray Lisesi'nin ardından köklü bir politik geleneğin taşıyıcısı olan Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Sonradan fark derslerini de vererek Hukuk Fakültesi diplomasına da sahip oldu. Çocukluk ve ilk gençliğinin politik karakterin şekillenmesi bakımından önemli ve hatta belirleyici olduğu kanaatindeyim. Karl Mannheim, ortak bir toplumsal zamanın inşası ve müşterek toplumsal ve kültürel eğilimler oluşturmak bakımından “kuşak” kategorisinin sosyal bilim analizlerinde anlamlı olduğu tezini ileri sürmüştü. Fakat Türkiye'deki araştırmalarda maalesef kuşakların ve özellikle de bu 48 kuşağının kültürel ve politik tarihi yeterince yazılmamıştır. Şurası açıktır ki Türkiye gençlik hareketi tarihinin kuşaklar üzerinden anlaşılmasına dönük bir gelenek vardır. Fakat bir 19. yüzyıl siyaset kategorisi olarak "gençlik hareketi" Türkiye için nispeten yenidir ve 68 kuşağı ve sonrası gerçek bir gençlik hareketi zuhur ederken önceki genç kuşaklar ise esas olarak düzenin misyoner hareketleri olarak ortaya çıkmışlardır. Soysal’ın gençliği bu anlamıyla “gençlik hareketi” dönemlerine denk düşmez. Onun içinde bulunduğu genç insanlar kuşağı esas olarak merkez siyasetin çevreye dağıtılması ve aydınlanma misyonunun tamamlanması üzerine kurulu bir politik sorumluluk dünyasına sahip olmuştur. Soysal henüz yeterince işlenmemiş ve kültürel ve toplumsal temellerine yeterince inilmemiş 48 kuşağının bir üyesidir. 38'liler cumhuriyet ile yetişenler ve Cumhuriyet-Osmanlı geçişinin her tür homurtusunu duymuş bir kuşaktı. 48’liler ise cumhuriyetin çocuklarıdır ve ilk çocukluklarından aldıkları duygu ile kendilerini Cumhuriyetin kesin zaferi ile sorumlu hissediyorlardı. Bu kuşak aynı zamanda cumhuriyet kuşağının ilk büyük bölünmesinin de yaşandığı bir sahayı oluşturuyordu. Aynı kuşaktan Coşkun Kırca sağ bir Atatürkçülük peşinde koşarken o sol Kemalizmin düşünce derinliğini kurguluyordu. Bu kuşağın Atatürkçü gençliği 1940’lardaki özellikle Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Nihat Atsız, Peyami Safa, Behice Boran, Muzaffer Şerif gibi entelektüellerin yarattığı gündemler içinde kendilerine sağ ve sol konumlar edinme alışkanlığından itibaren ayrışma süreçlerine girmişlerdir ve 1950-60’lara doğru devlet merkezi 1940-50'lerde gençlik içinde şekillenen bu iki ayrı merkez geleneğin kapıştığı alan haline gelmiştir. Soysal bu genç kuşağın sağ ve solunda değil merkez solunda kalmıştır. Fakat onun gençlik geçmişi 1968’lilerin gençlik hareketine abilik yapacak bir yakınlığa da taşınmıştır...

ENTELEKTÜEL VE POLİTİK HAZIRLIKLAR

Mümtaz Soysal, politik gerçekliği normatif tarzda kavramsallaştıran, devrim ile kanunu özdeş birimler haline getiren Türk devlet biliminin içine doğmuştur. Bu geleneğin anayasa hukuku anlayışını ders kitabına dönüştüren birkaç önemli isimden bahsetmek gerekir. İlki Vasfi Raşit Sevig'dir ki ilk ciddi anayasa hukuku kitabını yazan kişidir. İkinci kişi ise Hıfzı Veldet Velidedeoğlu'dur. Her ikisi de esas olarak “kanuncu”, pozitivist bir teknik hukukçuluk ile cumhuriyet ideolojisini toparlayan; hukuk bilgisi teknik boyutları aşamayan, kalan bütün boşlukları Kemalist ideoloji ile doldurmaya gayret eden hukukçu entelektüellerdi. Buna karşılık Mümtaz Soysal 1960'ların heyecan verici entelektüel tartışmalarının hem bilgisi hem de teorik konumunu yüklenerek karşılayabilecek bir derinliğe sahip olmuştur. Türk devlet bilimi, 1960'larda hem Marksizm hem de Amerikan sosyal bilimin teori ve pratiklerinin istilasına uğramışken ciddi bir entelektüel kriz yaşamış, Türk devlet biliminin tüm düşünsel taşıyıcıları temel tartışma gündemlerinin dışında kalmışlardı. Soysal bu boşluğu Kemalist tezleri Marksizmin kavramsal araçları ile yeniden inşa etme yoluna giderek doldurmaya çalıştı. Özellikle Amerikan sosyal bilim eğilimlerine karşı kendi entelektüel ve politik eğilimini kurmaya başlamıştı. Amerikan sosyal bilim yöntemi 1950’lerde Ali Fuat Başgil ve Av. Burhan Apaydın gibi isimler ve kısmen de Siyasi İlimler Cemiyeti üzerinden derinleşmeye başlamış, 1960’larda ise Ergün Özbudun üzerinden Lizt, Leslie Lipson gibi isimler Türkiye politika tartışmalarının külliyatına eklenmişti. Soysal bunlara karşı geleneksel anayasa hukuku anlayışını Marksizmin teorik araçları ile yeniden kurarak karşılık vermeye hazırlanıyordu. Dinamik Anayasa Anlayışı ile Anayasaya Giriş kitapları işte buradan; bu hazırlıklardan doğdu...

Bu çalışmaları aynı zamanda politik karşılığını da bulmuştur ve Soysal 1961 anayasasının hazırlanması sürecinde kurucu meclisin bir kanadı olan “Temsilciler Meclisi”nde CHP üyesi olarak bulunmuş, anayasal tartışmalara ve anayasa metnine önemli katkılar da yapmıştır.

SOSYALİST TARTIŞMALAR VE KEMALİZMİN GÜNCELLENMESİ

1960’larla beraber Kemalist atılımların sosyalist bir geleceğe bağlanacağına dair yaygın bir sol eğilim vardı ve Soysal bu tartışmalara bigane kalmadı. Giderek yükselen bu tartışmada tarihsel devrimcilik hattı kendisini döneme ve koşullara bağlı olarak önce Kemalist burjuva devrimi ve devamında ise sosyalizme dönük politik devrimcilik olarak şekilleniyordu. Bu yaklaşım Kemalizm ve Marksizmi “zamanı gelmiş fikirler” olarak yan yana sıralıyor ve aydınlanmacı tarihsel anlayışı solun genelinde belirginleştiriyordu. Böylece tarihsel koşullara uygun devrimcilik Kemalist mirasın üzerinde yükselmeyi gerektiriyordu. Aydınlanmacı ilerlemecilik o dönemin en güçlü eğilimlerini oluşturuyordu. Soysal, Kemalizmi sosyalizm imkanına bağlayan ama bunu Kemalizm lehine kuran başta gelen bir düşünürdü. O bu yaklaşımını pratiği ile de gösterdi. Soysal devrimci gençliğin yükselişini selamlayan ve bunun bedelini ödeyenlerin de başında gelmiştir. Anayasaya Giriş kitabına verilen 6 yıl 8 aylık ağır hapis ve birkaç aylık Kuşadası sürgün cezası gerçekte kitaba değildir. Soysal’ın entelektüel gücü ve nüfuzunu devrimci gençlikten yana kullanmasına yöneliktir.

KEMALİZME MEYDAN OKUMALAR

Sosyal Dinamik Anayasa Anlayışı, Anayasaya Giriş, Anayasanın Anlamı gibi kitaplarını bir esas olarak sosyal bilimin geniş imkanları ile kurarken aynı zamanda zamanın ruhuna yönelik entelektüel müdahalelerde bulunuyordu. Aydınlanmacı, tarihsel ilerlemeci anlayış politikayı daima tarihsel gereklilik ile belirlemeyi gerektiriyordu. Kemalizm 1980-90'ların yeni politik ortamında liberal ve sosyalist sola karşı hala ilerici bir hattı temsil ediyordu onun için ve Kemalizmi toplumsal hareketlerin içinde yeniden kurmaya çabalayan Soysal bu kez 1990'ların ortamında devletin içinde inşa etme uğraşına girdi. Sosyal bu anlayışına karşı iki büyük eleştiri ile karşılaştı. Devrimci sol yenilmiş ve onun eleştirileri artık gündemin dışında kalmıştı. Fakat liberal sol ile Kürt hareketinin eleştirileri giderek yükselmeye başlıyordu. Soysal kendi antitezini nihayet 1990’larda buldu ve aynı dönemlerde onun sol liberal, sol demokrat ve devrimci demokratlarla olan politik mesafesi de açılmıştı. Soysal ile aynı hukukçuluk geleneğinden gelen Levent Köker iki farklı siyaset kitabıyla tarihselciliğe yönelik karşı teorik ayrımları kurmaya başladığında bir yandan Kürt hareketi diğer yanda da liberal sol ve devrimci sol ayrımlar da asli politik gündeme dönüşmüşlerdi. Soysal bu ayrımda ulusalcı solun içine düştü ve ulusalcı solun teorik ve politik hattını güçlü biçimde kuranların başında geldi. Böylece 1990’lı yılların politik gelişmeleriyle birlikte, Türkiye solu, ulusal sol (ulusalcılık) ile solun diğer kanatları arasındaki ayrımların belirginleşmesi sonucunu doğurdu...

Ondan sonraki süreç halen de içinde olduğumuz ve bir sorun ve çözüm olarak henüz karşılıklarını bulamayan geniş bir meseleler yığınından ibaret görünüyor. Soysal Türkiye'nin bu en karmaşık ve çok katmanlı siyasal ve hukuksal sorunlarının tam ortasında hayatı terk ederken geride oldukça önemli bir miras bıraktı: Sıkı çalışma, disiplin, düşünsel ısrar, entelektüel derinlik ve müzakere gücü... İçinde olduğumuz sorunları anlamak ve çözümler bulmak bakımından oldukça değerli bir miras...

Buna karşılık, Soysal maalesef artık geçmişte kalmış; mirasçıları tarafından yeri doldurulamamış bir entelektüel ve politik özne olarak da görülebilir. Soysal, erken vefatı büyük bir kayıp oluşturan Bülent Tanör bir kenara konulursa bugün yaşadığımız dönem açısından Murat Sevinç, Ozan Ergül gibi çok sınırlı sayıda anayasa çalışanları olmasa geride temsilci bırakmamış bir güçlü geleneğin son ağıdı olarak görülebilir ki bunun benim gibi başka bir dünyadan bakanlar açısından bile ne büyük bir kayıp olduğunu ilan etmeden geçmemek gerekir. Kemalizm, bugün kalabalıkların uğultusu ve seçkinlerin çiğliğinin yükseldiği bir alan haline gelirken Soysal'ın boşluğu daha da açık hale geliyor...

Ne diyelim? Ruhu şad olsun...


* Demokrat Yargı Eşbaşkanı