‘Geç de olsa’ gel(e)meyen adalet ve ‘Davacı’

Davalarda, özellikle iş davalarında,“işçiyi korumak” adına mümkün olan en kısa sürede yargılama yapılması gerektiğine dair yasada hüküm bulunsa da yargılamalar oldukça uzuyor. Bu duruma çözüm adına birçok yenilik getirilmeye çalışıldı. Son dönemin en favori uygulaması arabuluculuk. Arabuluculuk ile davalara kısa sürede çözüm getirileceği savunulsa da kazın ayağının öyle olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Yargıyı piyasalaştırmanın bir ayağı ile davalarda daha zayıf durumda olanın haklarının kısmi olarak elinden alındığı bir mekanizma arabuluculuk.

Google Haberlere Abone ol

Gamze Yentür

Kemal Sunal ve Savaş Yurttaş’ın başrollerinde oynadığı ‘Davacı’ filmi 1986 yılında çekildi. Avukat Cenap Güven’in ‘Bir Mahkeme Öyküsü’ adlı hikayesi Umur Bugay tarafından sinemaya uyarlandı. Filmin yönetmeni, Yeşilçam’ın önemli isimlerinden Zeki Ökten. Filmin çekildiği dönem, Yeşilçam’da dönüşümlerin yaşandığı darbe sonrasına denk düşüyor. Darbe ile birlikte toplumsal konulu filmler yerini; erotik, arabesk ve darbe sonrası hayal kırıklığına uğrayan insanları konu alan yılgınlık ve pişmanlık anlatan filmlere bıraktı.

Nitelikli işlerin çok azaldığı o dönemde ‘Davacı’ filmi önemli bir iş olarak aradan sıyrılıyor. ‘Güldürürken düşündüren’ filmlerin güzel örneklerinden biri. Teması net olan‘Davacı’, oyuncu kadrosu açısından da oldukça zengin. Sonraki dönemlerde isimlerini daha çok duyacağımız oyuncular gerek yan karakterlerde gerekse figürasyonda karşımıza çıkıyor.

Sahi nedir beni 1986 yılı yapımı bir film üzerine yazmaya iten? Belki onlarca kere televizyondan izlediğimiz, kahkahalarla güldüğümüz bu filmde ne var? Teması net bir film demiştim girişte. Yazının konusu tam da bu tema. Film,‘80’li yıllardaki yargı sistemini trajikomik bir biçimde ele alıyor. “O günden bugüne yargı sisteminde değişen bir şey var mı”, “varsa cidden ne bunlar” diye düşündürtmeden geçmiyor film. Çocukken eğlenerek izlediğim bu filmi, hukukçu adayı olduğum bugünlerde izlediğimde, beni sorgulamaya ve akabinde yazmaya iten onlarca olay var. Yargı sisteminin işleyişini bilmeyenler için “yok artık” dedirten, ancak bilenlerin “abartı yok aşağı yukarı böyle” diyecekleri bir anlatımı var. Merkeze yargılamayı koyan, olayları bunun etrafında kuran bir film.

HUKUK İŞİ KARDEŞİM BU, HER ŞEYİN BİR USULÜ VAR

Köyde yan yana evlerde yaşayan iki komşunun, birinin hayvan sürüsünün diğerinin bahçesine dadanması üzerine karşı karşıya gelip kavga etmeleri ile film başlar. İşi inada bindiren köylüler soluğu mahkemede alırlar. Birbirlerini pişman etmek için, döneminde çok popüler olan arzuhalcilerin “yedi sülalesinden şikayetçi ol ki hiçbiri tanıklık yapamasın”sözü ile gaza gelerek, birbirleri ve aileleri hakkında davacı olurlar. Bu sebeple 4 tane dava açılmış olur. Mahkeme günleri gelir çatar. Aileler kalabalık köylü aileleridir. İfadeye topluca gitmek zorunda kalırlar, ayda birkaç defa köyden kasabaya taşınırlar. Yeme içme, yol masrafları derken epey bir para harcarlar. Mahkemenin 2 yıl boyunca kayda değer hiçbir şey yapmaması aileleri zor durumda bırakır. Öyle ya hiçbiri itiraz da edemez. Ne de olsa mahkeme “yücedir.” Bir dizi hukuksuzluk sonunda, bir de mübaşirin akıl vermesi sonucunda avukatlar davaya dahil olur. Avukatların meseleyi çözeceği sanılırken her şey iyice arapsaçına döner ve dava 7 yıl sürer. Avukat ile Yunus karakterinin filmdeki diyaloğu yazıyı özetler nitelikte.

Yunus (Kemal Sunal): Ben bu masrafa dayanamayacağım, mahvoldum. Bir kolayı yok mu?

Avukat: Kolayı olur mu? Hukuk işi kardeşim bu, her şeyin bir usulü var.

Cidden hukuk hayatı bu kadar zorlaştıran bir şey mi, yoksa varlık sebebi ifade edildiği gibi sorunları daha kolay çözen ve düzeni tesis eden bir araç mı?

Filmin en çarpıcı sahneleri keşif süreci sahneleri. Aslında birçok şeyi gözler önüne seren sahneler. Hakim uzun zaman sonra keşfe geleceğini bildirir. Keşfe geleceği için köyde ciddi hazırlıklar yapılır. “Adalet mülkün/devletin temelidir.” Adaleti de mahkeme ve onun başkanı hakim sağlar, kolay mıdır onu hatalı bulmak! Bu mümkün değildir; ne dese, ne yapsa haklıdır. Keşif ekibini bekleyen köylülerin durumu da aslında toplumun hakim ve bürokrasi karşısında yaşadığı ezilmişliğin ve sinmişliğin çıplak bir göstergesidir.

Mahkeme heyeti, 8 defa keşfe geleceğini bildirir ama gelmez. 9.'da gelir. Ansızın gelen hakim iyi ağırlanmadığını düşünerek ilk önce büyük tepki gösterir. Ne de olsa kendisi “yüce mahkemenin ve devletin temsilcisi”dir. Sekiz kere işinin çıkıp gelmemesi sorun değildir, o hakimdir sonuçta. Üstelik tehdit edip gider. Bir dahaki gelişinde davul zurna ile karşılanır. Yer içer ve keyiflenir. Sonra keşif yapar. Bu kez hakim değişir, hop tekrar keşif derken dava biter bu kez temyiz süreci derken dava iyice uzar gider. Kimse köylülerin durumunu düşünmez elbette. Oldukça fazla para harcayan köylüler artık bu cendereden kurtulmak için çare aramaya başlar. Ama dava bir kere açılmıştır ve mahkemenin de bitirmeye niyeti yoktur. Bu kez mahkeme bir taraf, davacı ve davalılar karşı taraf haline gelir. Öyle ki, bu süreçte iki aile dayanışma içine bile girer.

GEÇ GELEN ADALET, ADALET MİDİR? 

Bize hep “adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır” diyerek adalete olan inancımızın artması öğretildi. Ama öyle olaylar yaşayıp gördük ki ‘geç gelen adaletin de adalet olmadığını’ öğrendik. Türkiye’de yargı hep ağır aksak yürüdü. Belli adımlar atılsa da hep yüzeysel ve olumsuz sonuçlandı. Günümüz yargı sisteminde açılan davayı sürdürmek bir kenara, dava açmak için bile paraya ihtiyacınız var. Bırakın avukat tutmayı, dava ile ilgili avukata danışmak bile paralı. Gittikçe artan dava masrafları, celselerin yılda bir ya da iki kere yapılması hâlâ devam eden, hatta birçok insanı dava açmaktan vazgeçiren bir süreç. Açtığınız dava bir alacak davası ise bazen alacağınızın üzerinde dava masrafı ödemek ile karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Bu durumda dava açmak, hakkını aramak tali bir iş haline geliyor. Tam da burada gittikçe piyasalaşan hukukun, sermayenin çıkarlarına daha iyi hizmet bir yargılama pratiğine büründüğünü daha net görür hale geliyoruz.

Davalarda, özellikle iş davalarında,“işçiyi korumak” adına mümkün olan en kısa sürede yargılama yapılması gerektiğine dair yasada hüküm bulunsa da yargılamalar oldukça uzuyor. Bu duruma çözüm adına birçok yenilik getirilmeye çalışıldı. Son dönemin en favori uygulaması arabuluculuk. Arabuluculuk ile davalara kısa sürede çözüm getirileceği savunulsa da kazın ayağının öyle olmadığı kısa zamanda anlaşıldı. Yargıyı piyasalaştırmanın bir ayağı ile davalarda daha zayıf durumda olanın haklarının kısmi olarak elinden alındığı bir mekanizma arabuluculuk. Özellikle iş ve boşanma davaları açısından durum tam da böyle.

Yine ceza dosyalarında, yargılama sürecinde özellikle yargılama yapılan mevcut dosyadan tutuklu bulunan varsa süreci çabuklaştırmak esas iken bunun yerine daha çok uzatıldığına şahit olduk/oluyoruz.

HAZIRLIĞI BİTMEYEN İDDİANAMELER, BELİRLEN(E)MEYEN DURUŞMA GÜNLERİ 

Yıllardır Yargıtay’da sonuç bekleyen onlarca dosya var. Buna çözüm olarak adına istinaf dediğimiz bölge adliye mahkemeleri getirildi. Orada da çeşitli sorunlar hemen baş gösterdi. Öyle ya sorun temelde olunca ne yapsanız işleyiş düzelmiyor. Son yargı paketiyle, kanun kapsamında belli dosyalara tekrar Yargıtay yolu açıldı. Bunun en spesifik örneği Cumhuriyet gazetesi davasında oldu. Beş yıla kadar ceza alan sanıklara Yargıtay yolu kapalı olduğu için; İstinafa başvuran bir kısım sanık dosyadan ceza alıp hapishaneye girdi. Girenler “örgüte yardım ve yataklık”tan ceza aldı.“Örgüt yöneticisi” olduğu iddia edilenler beş yıldan fazla ceza aldıkları için dosyayı Yargıtay’a taşıdılar. Yargıtay’da işler İstinafta oldu kadar hızlı ilerlemediği için Yargıtay’a başvuranlar tutuklanmayıp sonucu bekledi. Kanuna göre “Örgüt yöneticisi” olduğu iddia edilenler dışarıda dolaşırken, “örgüte yardım yataklık yaptığı” iddia edilenler tutukluydu. Böyle olunca ortaya koca bir mantık hatası çıktı. Hatta Yargıtay’ın hem esastan hem de usulden dosyayı bozacağına kesin gözüyle bakılıyordu. İstinafta cezası onaylananlar boşuna ceza yatmış oldular. (Verilen ceza beş yıl altındaysa istinafa, beş yıl ve üstü ise Yargıtay’a temyize gönderilir) Toplumsal birçok davada onlarca zaman aşımına uğrayan dosya var. Öyle ki bu bir yöntem olarak kullanılmaya yani zaman aşımı ile dosyalar düşürülmeye başlandı. Örneğin, 2 Temmuz Madımak, Pamukova hızlı tren davası gibi davalar yıllarca sürdü. Elbette hızla yürüyen ve sonuçlanan davalar da var. Ama bunlar işçi sınıfının ve muhaliflerin hakkını aradığı davalar değil. Orada gücü olanın yargılamayı rahatça hızlandırdığı veya sonuçlandırdığı dosyalar.

NEDEN İYİYE DEĞİL DE OLUMSUZA GİDİYORUZ? 

Bunun gibi onlarca örnek sayabiliriz elbette... 1986’dan 2019’a değişen nedir? Yazıda bu soruya cevap aradım bir bakıma ve cevap olabilecek bir dizi örnek sıraladım. Asıl soru, neden iyiye değil de olumsuza gidiyoruz, bunun sebebi ne? Hepimiz onlarca tespit yapıyoruz. Bu sorunun yanıtı daha çetrefilli ve uzun, dolayısıyla başka bir yazıya bırakmak en doğrusu.