Çevrimiçi Kürt siyaseti
Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ile Kürt siyaseti, gerek söylemde, gerek mecliste, gerek meydanlarda çevrimdışı bırakılmıştır. Sistemin ve iktidarın hukuki normları askıda bırakarak geliştirdiği bir dışlama ve dışta tutma girişimidir bu.
Hamid Omerî
Dilin imkanlarını kavrayamadan, bir toplanma çadırına ve konuşma kültürüne sahip olmadan kültür ve millet bekçiliğine soyunmak, siyaseti bir çarpıtma aracına dönüştürebilmektedir. Güçlü bir arzu ile başlayan siyasi oluşumların belli bir süre sonra hayatiyet sorunlarıyla yüzyüze gelmesi, masa, mutfak ve çadır diye ifade edebileceğimiz konuşma, dinleme ve ortaklaşma kültürlerini yadsımaları ve belirlenimlerinin yanlışlığıyla ilgilidir. Dilin, ayrılıklar sonrası evrildiği sertlik, her şeyden önce konuş(a)mama, susturulma ile gerçekleşen duygusal şiddetin yoğunluğuyla değerlendirilebilir.
Normal şartlarda dile gelen ile verili olan arasındaki yarığın bu denli açılmasının, toplumsalı ve siyaseti sekteye uğratacak şiddette politik depremlere yol açması beklenir. Beklenen ile gerçekleşene baktığımızda çok da özdeş hallerle karşılaşılmadığı gün gibi ortada. Gelişmelerin, neredeyse artçı sarsıntı nispetinde hissedilebilecek kırgınlıklara ve küskünlüklere sebebiyet vermekle yetinmesi, ana akım Kürt siyasetinin sistem tarafından gerek temsilcileri gerek alanları itibariyle iletişim hatlarının koparılarak merkezin dışında bırakılmasıyla ilintilidir. Bu durum, Kürtler’de, seçtikleri üzerinden bir psikolojik şiddet daha yaşatır. Kürtler, destekleyeceğini deklare ettiklerinin yanında durmayı bir ısrara dönüştürür. Hatta klasik kültüründen esinlenerek aidiyet bağı kurar ki bu aidiyet bağında, artık kendinden kabul ettiğine; misafirine yapılanı kendisine yapılmış sayar.
'ALTERNATİFSİZLİK TEK NEDEN DEĞİL'
Bu bağlamda Kürtler, her seferinde, gadre uğramış olanı; siyasi temsilcisi olarak tayin ettiklerini, bağrına basmakla meşgul olduğu için, tarihi düşüncesi ile gelecek tasavvurunu bir potada buluşturmakta başarı yakalayamaz. Tarihsel kökleri ile desteklediği siyasi hareketin zikzakları arasında duygubozumuna uğramasına rağmen, varlığını hissettirmeye, görünür kılmaya gayret eder. Bunu da teslimiyet mi direniş mi arasında gidip gelen ideolojik tutum çatışmasının sebebiyet verdiği bilincin çepeçevre sarılmasına rağmen kendini bir bakıma belirleyen kılarak hissettirir. Her seçimde bütün olumsuz siyasi tutumlara rağmen Kürtlerin ana akım Kürt siyasi çizgisinin arkasında durmalarını sadece alternatifsizlikle açıklamaya çalışmak, bu yönüyle yeterince isabetli bir yaklaşım olmaktan uzaktır.
Kürt siyasi erkinin, toplumla temasta problem yaşaması, üzerindeki siyasi baskı, gözaltı ve tutuklamalarla ilgili olduğunun da doğru bir tespit olarak teslim edilmesi gerekir. Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğu ile Kürt siyaseti, gerek söylemde, gerek mecliste, gerek meydanlarda çevrimdışı bırakılmıştır. Sistemin ve iktidarın hukuki normları askıda bırakarak geliştirdiği bir dışlama ve dışta tutma girişimidir bu.
Bu koşullar altında network sorunu ile karşı karşıya kalan Kürt siyasi gücünün, Türkiye’nin batısı için çevrimiçi kalma heyecanı ile Kürdistan’a çevrimdışı durma rahatlığı da bir tespit olarak yabana atılmamalıdır. Kendini garantiye alarak etksini sürdürme isteği, daha çok sistemin, iktidar üzerinden, hukuk normlarıyla sağladığı bir durumken Kürt cenahında, mağduriyetler temelinde bitip tükenmeyen bir ‘direnişi inşa ve tahakküm kurma süreci’ olarak boy vermektedir.
J.Ranciêre’in temsiliyet meselesinde dile getirdiği hususu buraya bir bakıma dokuyabiliriz sanırım. Türkiye’de Kürtler için temsiliyet, rejimin demokratik hale getirilmesiyle ilgili olmaktan ziyade, sistemin ve iktidarın gücünün olabildiğince genişletilmesi ve daha etkin bir şekilde kullanılmasını sağlamaya dönüşmektedir. Zira Türkiye’de sistemin temel parametreleri itibariyle, seçimi ve temsili demokrasiyi bir araçsallaştırmaya dönüştürdüğü açıktır.
Bütün bu tespitlere rağmen ana akım Kürt siyasetinin, yasaklananın cazibesine kapıldığını söyleyip, sine-i millete dönmesini istemek, Kürt siyasetini ne temsilde ne de ‘sine’de (ki sine diye yönlendirilen yerin daha büyük tehditlerle sınandığı da aşikardır) siyasi manada çevrimiçi olmasını sağlamaya yetmeyecektir. Denenmiş olanın sonuçları, verili durum olarak ortadadır. Sine yaralıdır, mekan virandır. Sistemin tutuklama ve işlevsizleştirme politkalarıyla yönlendirdiği yer, doğrusunu söylemek gerekirse büyük travmanın yaşandığı yerdir. Sistem, meşruluğunu sağlama noktasında tam da orada yani sine-i millet olarak gösterilen adreste hukuki, ekonomik ve güvenlik uygulamalarıyla ustalaşmıştır. Dolayısıyla, güvenlik politikaları ve hukukun görünürlüğünü engelleme çabaları dikkate alındığında sistemin siyaseti neden o darboğaza yani sine-i millete yönlendirdiği daha açık hale gelmektedir.
Sonuç olarak sine-i millet çağrıları, sistemin ve iktidarın yaklaşımları dikkate alındığında tutkunun akla galebe çalmasını isteme arzusudur. Travmanın yaşandığı yer, silah ve şiddetin gölgesinde aklın genel manada rafa kaldırıldığı yerdir. Sistem, güvenliğini ve siyasi birliğini gerekçe göstererek, ‘sonsuz ve sınırsız adalet’ peşinde her türlü örgüt ve dinamik ile yakınlaşmayı meşru görürken, Kürtler açısından sine-i milletin uygun ve yarar sağlayıcı bir zemini olduğunu savunmak gerçekçi değildir. Kürt siyasi aklı, uyuşmazlıklarını çözmek için bir çabanın içerisine girecekse, bölünmüşlüğün aşılmasını sağlamaya dönük siyasi bir masa, mutfak ve çadırda bir araya gelecekse, bunu, meclis aritmetiğindeki gücünü bütün işlevsizliğine rağmen koruyarak gerçekleştirebilme aklını ortaya koyabilmelidir. Sine-i millet, bütünüyle güvenlik politikalarıyla kuşatılmışken Kürt siyasi aklı elinden gelen bütün çaba ile her alanda çevrimiçi olma ısrarı ve çabasını her şeyden önce sine-i milletin faydasını gözeterek sürdürmelidir.