'Analar kutsaldır'ın ötesi

Kadınların annelik kapasiteleri sürekli didiklenen ve ahkam kesilen bir konu. Benim dokunmak istediğim kişilerin tek tek annelik/evlatlık deneyiminden öte bir mesele. Bir kurum olarak anneliğin, ailenin ya da babalığın kutsallaştırılıyor oluşunu son derece problemli buluyorum. Kutsal olan şeye dokunamıyorsunuz çünkü.   

Google Haberlere Abone ol

Ceylan Akgün*

“Önce annelerimiz bizim kıymetini bilsin” diyen genç kadın, yüreğimize su serptin. Öncelikle cesaretin için teşekkür ederim. Kulağımıza kar suyu kaçıracak sözlere ihtiyacımız var. Özellikle her şeyin bu kadar klişe, bu kadar birbirinin tekrarı ve yüzeysel olduğu bugünlerde.

Jilet gibi siyah takım elbisesini üstüne çeken Son Osmanlı Yandım Ali, “aile olmanın kuralları vardır, büyüklere saygı, küçüklere sevgi” minvalinden son derece derinlikli sosyolojik analizler yaparken, “kadın” çatır çatır yanıt verdi. Ama nasıl olur! O bir Deliyürek ve Kabadayı Devran olarak son sözü söylemeliydi. “Biz gene de analarımızın kıymetini unutmayacağız” dedi ama durumu kurtaramadı. “O zaman annelerimiz de bizim kıymetimizi bilsinler” diye cevabını alıverdi ve sonra olanlar oldu. Twitter başta olmak üzere sosyal medya, İmirzalıoğlu’nun efendiliği ve sabrını alkışlarken, yarışmacı hanım kızımız elbette lince tabi tutuldu. Linç edenlerin ne gibi küfürler, aşağılayıcı sözler ya da iğrenç dileklerde bulunduğu hususuna girmiyorum. Hepsi bildiğimiz aşina olduğumuz şeyler. Ben en çok şuna takıldım. İmirzalıoğlu’nun sabrına neden bu kadar atıf var. Bir insanın çoğunluğun düşündüğünden farklı olan fikrini dinleyebilmek neden peygamber sabrı gerektiren bir durum olarak görülüyor. Gençkızların sevgilisi Ezel Bayraktar’ımızın konuğunu dinlemek, ona saygı göstermek gibi en basit adab-ı muaşeret kuralına riayet ediyor olması büyük bir efendilik göstergesi haline dönüştü. Ne diyelim buna da şükür.

Evrim Alataş’ı anımsayarak, “ne olmuş dediyse yani...” demek istiyorum. Ne aileniz ve ne kadar kutsal bir anneliğiniz varmış arkadaş! Bu ülkede bir kurum olarak anneliğe dair en küçük eleştiride bulunamazsınız ama anneleri dövüp öldürebilirsiniz. Onlara işkence ve tecavüz edip, yüzlerine kezzap atabilirsiniz. Çocuklarının yanında onları katledebilirsiniz. Çocuklarını elinden almakla tehdit edebilirsiniz. Mesela, yıllardır çaresizce çocuklarını arayan Cumartesi Anneleri devletin kolluk kuvvetlerinden sopa yiyebilir. Bunu kimse ayıplamaz, ayıplasa bile sessizce izler. Bazı annelere sırf katledilen oğlu için adalet arıyor, susmuyor diye meydanlarda yuh çektirilebilir. Bütün bunları sesimiz çıkmadan izleriz de, bir tane kadın azıcık ezberimizi bozdu diye neden milletçe galeyana geliriz. Arkasında duran bir iktidar yok diye mi o anneler kutsal değil? Nedir bu güce tapınma ve güçsüzün üstüne çullanma hali? Üstelik kadın kendi deneyiminden yola çıkarak konuşuyor. Yaşadığı bir şeyler, bir hikayesi var besbelli... Bizim ise onu dinlemeye, anlamaya dair bir çabamız bile yok maalesef. O kutsal dediğiniz ailelerin tarihleri üstü böyle kapatılan hikayelerle daha doğrusu travmalarla dolu. Kutsal ailenizin üzerindeki simli örtüyü çekip aldığınızda pis kokular etrafa yayılıyor. Ama artık çürüme öyle bir boyuttaki üstüne ne örterseniz örtün bir yerlerden koku sızıyor, gelip sizi de buluyor. Dün Palu ailesi, bugün bu, yarın başka...

Bu satırları okuyan pek çoğumuz annelerini seviyordur, eminim çok fedakar ve sevgi dolu anneleri vardır. Bazı şanslı olanların geçmişleri aileleriyle ilgili hep güzel hatıralarla doludur. Gülümseyerek anıımsarlar geçmişlerini... Ama bir de çocukluğunu hatırlamak bile istemeyenler var ya da anneleriyle yaşadıkları deneyimlerini... Çocuğunu döven, istismar eden, seks işçiliğine zorlayan, satan anneler de var. Ailesi parçalanmasın diye evin içindeki tacizi gizleyenler de... Babanın ve ağabeyin istismarını kızının ayartıcılığına yıkanlar da... Aileye laf gelmesin diye evladını gözden çıkaranlar da... Şimdi burada “kötü annelik” örnekleri vererek kadınları kategorize etmek niyetinde değilim. Bu yeterince yapılıyor zaten, hele ki annelik meselesi üzerinden çok daha vahim bir şekilde yapılıyor. Kadınların annelik kapasiteleri sürekli didiklenen ve ahkam kesilen bir konu. Benim dokunmak istediğim kişilerin tek tek annelik/evlatlık deneyiminden öte bir mesele. Bir kurum olarak anneliğin, ailenin ya da babalığın kutsallaştırılıyor oluşunu son derece problemli buluyorum. Kutsal olan şeye dokunamıyorsunuz çünkü. Misal: dinler kutsaldır, kabulümüz. Ama sırf dinin temsilcisi diye suç işleyen dini kurumların soruşturulmaması aslında tam da dinin kendisine zarar veren bir durum değil midir aslında? Keza annelik diyelim ki kutsal bir kimlik. Bu hiç kimsenin kendi annesini ve kendi deneyimini yargılayıp eleştiremeyeceği anlamına mı geliyor? Kaldı ki daha önce burada “Anneliğin Kısa Tarihi” serisinde yazdığım gibi, annelik biyolojik veçhesinin ötesinde tarihsel süreçte inşa edilen bir kavram. Nihayetinde eril bir düzen içinde kadınlar ancak ataerkil sözleşmenin hükmüne rıza gösterdiklerinde biraz güçlenebiliyor. Bu sözleşme, kadınlara geleneği taşıyan ve onu yeniden üreten “anneler” olabildikleri vakit kıymet veriyor. Patriarkal düzen, kadını da erkeği de kapsıyor. Her ne kadar bu düzenden aslan payını erkekler alıyor olsa da, eril tahakkümün verdiği güvenceden payını alan ötekiler hep var. (bkz. toplama kampındaki kapolar). Kadınlar da ancak geleneği taşıyan anneler olduklarında güçlenebiliyor. O zaman ataerkil iktidarın kendini temsil eden ve üreten bu kurumu neden bu kadar kutsallaştırıp dokunulmaz kıldığını anlayabiliyoruz. Üstelik bu durum sadece Doğu toplumlarında değil, Batı’da ve toplumsal cinsiyet normlarının işlediği her yerde geçerli. Bugün biliyoruz ki, patriarka büyük bir krizde, belki de bu sebeple kendisini güçlendirip devam ettiren din, aile, annelik gibi kurumlara bu kadar sarılmış vaziyette.

Her insanın kendi kişisel deneyiminden gayri bir de kurumsal annelik dediğimiz, anneliğin kavramsal bir yanı var. Bu soyut ve kavramsal alana dokunamıyoruz. “Bütün anneler kutsaldır” diyoruz ama neden kutsaldır soramıyoruz, tıpkı aile neden kutsaldır soramadığımız gibi. Çocukluğumuzdan beri maruz kaldığımız reklamlar ve yıllardır özü değişmeyen eğitim müfredatımız sağolsun “fedakar, cefakar analarımız” klişeleriyle büyüdük. Anne deyince elindeki bir bardak sütü kocaman bir gülümsemeyle size doğru uzatan ondüle saçlı o kumral (ama sarı saçlı değil) kadını hatırlıyoruz ki kendisi ABD menşelidir. Bir de milliyetçi militer damarlarımıza uzanan kucağında yavrusuyla cepheye mühimmat taşıyan cefakar anne ikonu var ki onlar da “Türk milletinin anaları” olarak kültürel belleğimizde yerini alır. Kulağımızda kalan şarkı sözleri var, “analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok” diye. O şarkıda da dediği gibi her evin çilesi çok ve gidip bir çiçek vermekle o yük kadınların omuzundan alınmıyor. Bütün bu imajları, dinleye dinleye ezberlediğimiz kalıp sözleri öylece alıp kabul etmek kolay geliyor. Bir tür düşünce tembelliğine itiyor bizi. Nasıl bir anda İmirzalıoğlu’nun ağzından dökülüverdi mesela: “Aile olmanın kuralları var. Büyüğe saygı, küçüğe sevgi”. Ama o iş öyle olmuyor maalesef Sayın İmirzalıoğlu ve hayranları: Hayat deyimler ve atasözleri sözlüğündeki gibi akıp gitmiyor. Gerçekler başka... O çok korunaklı ve kutsal yuvaların içinde ne dolaplar dönüyor. Biz biliyoruz çoğunu terapi odalarında anlatılan hikayelerden.. Oraya çıkan kadın arkadaşımız da mesleğinden ve deneyiminden mütevellit biliyordur. Dilimize pelesenk ettiğimiz klişeler bizi rahatlatıyor, düşünme kolaylığı sağlıyor olabilir ama bir durup düşünmeye, düşündükten sonra sorgulamaya ihtiyacımız var gibi görünüyor. Ama düşünmekten de önce birbirimizi dinleyip anlamaya gayret etmek gerek sanki.

Ben de linç yememek için bilimsel araştırmalar üzerinden örnekler ile devam edeceğim. Dünya Sağlık Örgütü çocuk istismarında fiziksel, duygusal, cinsel ve ekonomik istismar olarak dört kategori belirler. Duygusal istismar, diğer türleri de kapsar, bir başka deyişle tek başına var olduğu gibi diğer istismar türlerinin olduğu her yerde duygusal istismar eşlik eder ve Arıcıoğlu’nun 2003’deki araştırmasına göre etkileri yıllarca devam eder. Üstelik duygusal istismarın olumsuz etkisi diğerlerinden çok daha güçlü olabilir (Katz ve Arias, 1999). Güler ve arkadaşları tarafından Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi bünyesinde yürütülen bir çalışmada annelerin yüzde 87,4’ünün en az bir kere çocuklarını fiziksel istismar/ihmal, yüzde 93’ünün ise çocuklarını duygusal istismar/ihmal ettikleri saptanmış. Yani neredeyse hepimiz o ve ya bu şekilde çocuklarımıza zarar veriyoruz. Bu metni hazırlarken incelediğim diğer çalışmalar da oldu ve şunu gördüm. İstismar ve ihmal oranları Doğu ve Batı arasında anlamlı bir fark göstermediği gibi eğitim düzeyi ile de yüksek korelasyon göstermiyor. Bulut’un (1996) genç annelerle Ankara’da yaptığı çalışmadan annelerin yüzde 78’inin çocuklarına fiziksel istismarda bulundukları sonucu çıkmış. Küçük bir internet araştırması ile bulguları size şaşırtacak çok sayıda örnek bulabilirsiniz. Ben sizi sayılara boğmamak için devam etmiyorum. Ancak “analar kutsaldır”ın bir adım ötesine gidip de biraz düşünmek isteyenler için Eğitim-Sen’in hazırladığı “Çocuk İstismarı ve İhmali kitapçığını buraya bırakıyorum.

*Psikolog