İsyan heyulası!
Bugünün "isyan"ı ile geçen yüzyılın devrimleri arasında iki önemli fark var; geçen yüzyılın devrimleri "hiyerarşik dikey örgütlenme" idi, günümüz isyanları ise "yatay örgütlenme" olarak seyrediyor. Yine geçen yüzyılın devrimleri sınıf mücadelesinin keskinliğinin sonucuydu. Günümüz isyanları ise sınıf mücadelelerinin kapsadığı her türlü farklılığı bünyesinde topladığı halde sınıf mücadelesinin siyasal dinamikleri ile bağıntılı olmanın çok çok uzağında bulunuyor.
Eşref Avcı
“Avrupa’da bir heyula dolaşıyor, komünizm heyulası!” Komünist Manifesto'nun en dikkate değer cümlelerinden biridir. Bunu günümüze uyarlarsak, “Dünyada bir heyula dolaşıyor, isyan heyulası!”
Neoliberalizmin yükselişte olduğu 20'nci yüzyılın son çeyreği SSCB’nin başını çektiği Doğu Bloku'nun krizini tetiklemişti. Kriz daha çok dış reel politik dengelerin neoliberal kapitalizm lehine işlediği bir durumun ifadesi olarak ortaya çıkmıştı. Sonuçta SSCB sosyalist bir ülke olmaktan çıkıp rantabl olmayan bir kapitalizme evrildiği için çökmüştü.
Doğu Bloku'nun çöküşü egemen güçlerin yeni bir düşman tanımına ihtiyaçlarını ortaya çıkarmıştı, ancak merkezi Doğu Bloku olan “isyan” dalgaları yeni düşman tanımını beklemeksizin başlamıştı. Bu çoğunlukla despotik yönetimlerin tükendiği ve alaşağı edilmeyi beklediği tarihsel bir dönüm noktası idi. Aynı zamanda coğrafya halklarının bürokratik devlet mekaniğinden kurtulup kendini "örgütsüz" bir biçimde sokağa attığı ilk eylemlerdi. Büyük çoğunluğu da egemen ulusa karşı milliyetçi isyan niteliklerine büründü. Bir kısım “isyan” kolaylıkla denilebilecek bir biçimde ulusal devletler olarak ortaya çıkan yeni egemen sınıflara yem olurken, diğer bir kısım “isyanlar” ise iç savaşlar sonucu oluşan kan deryasında, milliyetçiliğin/ırkçılığın yemi oldu. Yugoslavya iç savaşı bunun en önemli örneğidir.
Geçen yüzyılın son yılları bu milliyetçi/ırkçı tuzağı ile egemen sınıflara yeni bir ufuk yaratmış oldu. Egemen sınıflar geçtiğimiz günlerde 70'inci yılı kutlanan NATO için bir güzergâh, hedef, düşman yaratma ihtiyacı duyduklarında kuşkusuz bu “isyan” hareketlerinin sisteme yönelenlerini dikkate alarak "terörizm tehlikesini" yeni amaç olarak belirlemiş ve hegemonik güç olan ABD'nin de, anti-komünizm sonrası isyanlara rengini verecek kavramı da, elde etmiş oluyordu.
Doğu Bloku'nun tükenmiş statükosunun neredeyse domino taşları denli hızlı ve art arda yıkımından kitlelerin biriken basıncını emen milliyetçilik rüzgârının nemalanmasının kuşkusuz bürokratik aygıtların toplumları "hedefsiz", "örgütsüz", "dayanışmasız" hale getirmesinin çok önemli payı vardı. Bu özelliklerin yıkıma uğratıldığı toplulukların egemen sınıfları, korkuyu merkeze alan yönetme aparatları sonucu ırkçılığın, milliyetçiliğin, dinciliğin türlü versiyonlarını büyüterek kişiliksiz yığınlar yaratmışlardır. Bu tür toplulukları yöneten egemen sınıfların toplumda yarattıkları haletiruhiye, korkuyu gündelik yaşamın vazgeçilmez modeli haline getirmek olmuştur. Toplumun, devletin ideolojik yönelimlerinin doğal sonucu olarak korkuyla yüzleşmek yerine onu gömen, üstünü kapatan ve bir ölçüde hedefi bozan bir bilinç haline evrilmesi ortaya çıkacak" itiraz" halinin de, "isyan" halinin de hedefsizliğini belirlemiştir.
1990'lar bir ölçüde böyle bir dünya idi. Kimine "Ulusal kurtuluş kahramanları" kimine ise "terörist" yaftası yapıştırarak egemen sınıflar meşreplerine uygun "Yeni Dünya Düzenlerini" kura geldiler. Ancak 90'ların sonu kapitalizmin kaderi olan yeni bir kriz dalgasını ortaya çıkardığında isyan bu kez küresel ölçekte kendini ezilenler lehine yeni bir bilinç ve yeni bir mevzi elde ederek kapitalizmin merkezlerinde sesini duyurdu. Davos, Dünya Bankası, Bilderberg vb. egemen sınıfların oluşturduğu uluslararası oluşumlar zorunlu olarak ezilenlerin “isyan” dalgalarının geliştiği bu yıllarda önlem almanın kaçınılmaz hale geldiğini görüyor ve "yoksul ülkelerin borçlarının" silinmesi vb. talepleri tartışır gözüyorlardı.
Neoliberal dalgaya karşı çıkışlar önce milliyetçi hezeyanlar ile önlenmeye çalışılmış olsa da, tarihsel olarak kapitalizmin renkten renge girme hali ezilenlerin yaşam standartları ile test edildiğinden Neoliberalizmin de kapitalizm olduğu çok geçmeden ezilenlerce keşfedilmiş oluyordu. 90'ların sonundaki "isyan" dalgasının en önemli yanı kuşkusuz "yatay örgütlülük" denilen mefhum ile "dikey örgütlenmenin" boşa çıkarılması çabasıdır. SSCB özelinde yaşanan sosyalist deneylerin hayal kırıklığı ile sonuçlanmasının yanında kapitalist blokun ezilenler nezdinde komünizmi, sosyalizmi öcüleştirme çabalarındaki başarıları, bahsi geçen "isyan" alanlarında komünistlerin- sosyalistlerin örgütlülükleri, örgütsüzlüğün sıradan bileşenlerine dönüşünün konjonktürel sonucu idi. Yine de bu haliyle bile "isyan" egemen sınıflar için tehlikeli olmuştur/olacaktır da. Ezilen sınıfların "isyanı", yıkıcıdır. Egemen sınıflar bu yıkımın içinde olmayı istemezler kuşkusuz.
ABD ve destekçileri 11 Eylül 2001’deki operasyon ile yeni yüzyılın kaderini çizmeye karar vererek ezilenlere karşı muazzam bir saldırı dalgası başlattılar. "İşgallere" başlayıp, "isyanların" önünü almaya çalıştılar. Bu süreç ABD ve diğer emperyal güçlerin SSCB’nin Afganistan işgaline karşı büyütüp besledikleri, siyasal İslam’ın sahne almasıyla eşzamanlı yürüdü. Afganistan, Irak işgalleriyle ve özellikle bu iki ülke halklarına uyguladıkları kırım ile yeni çağa benzersiz suçlar işleyerek adım attılar. Ve her bir kapitalist emperyalist devlet, muazzam etkileri olan anti terör yasalarıyla toplumsal muhalefetin önünü almak adına birbirleriyle yarışa girdiler. Hedefte "siyasal İslam" olsa da, aslında o, "kapitalizmin ilkel kültürel kodlaması" ve yine onun devamından başka bir şey değildi. Neoliberal krizin isyana yol açmaması için ortaya çıkarılan, büyütülen ve hep kontrol altında bulunan kapitalizmin korku nesnesi idi.
Genel olarak siyasal dinler ve özelde siyasal İslam tarihi boyunca mazlumun, ezilenlerin yanında yer almamıştır. Neredeyse her dönem egemen sınıflar için kullanışlı bir aparat olmuş ve bunda herhangi bir sıkıntı da duymamıştır. Tarihsel ortaya çıkışı ona bu özelliğini de vermiştir, ezilenler egemen sınıflara karşı isyan ederken siyasal İslam egemenlerin yanında, yöresinde, civarında olmuştur. Ortaya çıktığı 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı'nda gerek İngiliz ve gerekse diğer emperyalist güçler ile olan ittifakları ve sonrasında bayrağı devralan ABD ile olan yoğun mesaileri onların Afganistan ve Irak'ta ve dahi dünyanın birçok yerinde deyim uygunsa çocuklarının türediği alanlar olmuştur. El Kaide'sinden, İŞİD'ine kadar türlü versiyonları olan siyasal İslam bileşenlerinin toplumsal muhalefetin milliyetçiliğinin eksik kaldığı her yerde ümmetçi bir alaşım olarak devreye sokulduğuna defalarca tanıklık ettik.
Ancak insanlığın hafızası bir şekilde krize, aşağılanmaya, hor görülmeye, onursuzluğa karşı “isyan”ı yeniden hatırlatır. Bütün engellemelere, korku ile önlemelere rağmen bu durum tarihsel çoklu isyan örnekleriyle sabittir. Kendi kontrollerinden çıkan ”isyan”, yedekledikleri Arap Baharı şimdi egemen sınıfların konforunu kışa çevirme emareleri ile doludur. Irak, Lübnan, Şili, Hong Kong, Fransa, İran, Sudan, Mısır, Suriye, Haiti, Endonezya, Bolivya, Cezayir, İtalya vs. her yer: Doğu Bloku'nun çöküşünün tekil yaşamlarımız için oldukça uzun olsa da, insanlık tarihi için oldukça kısa zaman diliminde birkaç on yıllık zamanda egemen sınıflar için yeniden geçen yüzyılın "ölümcül heyulasının" yaşandığının göstergesidir.
Ancak önemli bir fark var, bugünün "isyan"ı ile geçen yüzyılın devrimleri arasında iki önemli fark var; geçen yüzyılın devrimleri "hiyerarşik dikey örgütlenme" idi, günümüz isyanları ise "yatay örgütlenme" olarak seyrediyor. Yine geçen yüzyılın devrimleri sınıf mücadelesinin keskinliğinin sonucuydu. Günümüz isyanları ise sınıf mücadelelerinin kapsadığı her türlü farklılığı bünyesinde topladığı halde sınıf mücadelesinin siyasal dinamikleri ile bağıntılı olmanın çok çok uzağında bulunuyor. Bu ise iktidar olanakları yerine iktidarı rehabilite etmek üzerine önemli bir dezavantaj yaratmaktadır. Evet, ortada bir “isyan” dalgası var ve bu egemen sınıfları korkutuyor olsa da, “isyan” edenlerin iktidar hedefinden uzak durmaları, bütünlüklü olarak egemen sınıfların korkusu değil, iktidarda bulunan kliklerin korkusu haline geliyor. Ancak, özetle diyebileceğimiz temel nokta; isyanlar iktidarı hedeflemediğinde, onlardan taleplerde bulunduklarında siyasal kabiliyetlerini yitiriyorlar. Bu, kuşkusuz iktidardaki egemen sınıf kliğinin iktidarını koruma tarz ve isteğine bağlı olarak da şekillenen bir kabiliyettir.
Her “isyan” yeni bir deneyim ve yeni bir hafıza haline gelirken, kapitalist dünyanın merkezini yani üretim ve bölüşüm tarzını hedeflemeyen “isyanlar” karşı-devrimin güçlenmesini de, sağlıyor. Dolayısıyla toplumsal hafızanın devrimler çağını hatırlamasında yarar var; “Tahrir İsyanı” sonuçları itibariyle Mübarek’i götürüp yerine getirilen Mursi’ye iktidarı devretti, yeni isyan ise Sisi'yi getirdi ve karşı devrim cephesinin olabildiğince alan kapmasına vesile oldu, Bu durumdan ders çıkaran “Sudan İsyanı” ise İktidardaki Beşir'i indirip onun uzantısı olan ordu ile zorunlu bir uzlaşma halini aldı. Her bir “isyanın” muhasebesini yapmanın yeri bu yazı değil kuşkusuz. Bu iki örnek söylemek istediklerimiz için yeterlidir.
Tarihsel durum; solun henüz krizini çözemediği, dolayısıyla ezilen sınıflar için alternatif somut bir güç haline gelemediği bir dönemdir. Ezilen sınıfların küresel krize Doğu Bloku'nun çöküşünden beridir verdiği cevabın niteliği “örgütsüzlük” şeklindeki "isyan" modelleridir. Bu sosyalizmin, dile ezilenlerce henüz dökülemediği ancak sosyalist taleplerin irili ufaklı dillendirildiği modeldir, buna karşın "yatay örgütlenme" ile " hiyerarşik olmayan dikey örgütlenme" modellerinin birbirinin alternatifi olmadığı bilakis her iki örgütlenmenin bileşiminin sosyalizmin temel koşulu olduğu kabul edilmelidir.
Ancak sosyalizmi hedeflemeyen “yatay örgütlenmeler” cazibeli olsa da, kapitalist dünyanın tahakkümünü ortadan kaldırmaya henüz hazır değil. Bunun yanında “hiyerarşik dikey örgütlenme” modellerinin de, bir biçimde günün gereklerine uygun olarak değişmesi gerekmektedir. Bu, bürokratik, despot, insan haysiyetiyle uyumlu olmayan "yatay örgütlenme" modellerini dışlayan tarzdan öncelikle vazgeçilmesi ile başlanacak bir değişimdir...