Sanders'ın adaylığı ve kampanyası üzerine notlar
Sanders, kampanyasına geçtiğimiz eylül ayında bağış yapan insan sayısının 1 milyona ulaştığını ilan etti. En çok bağış yapanlar, Amazon, Wall Mart, Starbucks çalışanları, inşaatlarda çalışanlar ve öğretmenler. Ne petrol ne kimya ne de silah endüstrisinden para almayan Sanders’ın topladığı para yaklaşık 72 milyon dolar ve bunun 45 milyonu 200 doların altında para veren insanlardan.
İnan Temelkuran
İngiltere seçiminde Sosyalist aday Corbyn ağır bir yenilgi aldı ve dünya siyasetini takip eden birçok insanın aklına "Acaba Trump da böyle bir sürpriz yapabilir mi", "Sanders acaba çok soldan konuşup insanları korkutuyor mu" gibi sorular geldi.
Bernie Sanders da Corbyn gibi uzun yıllardır sol mücadelenin içinde bulunmuş, kendini demokratik sosyalist olarak tanımlayan, kendine 20'inci yüzyılın başında ABD'de büyük grevler örgütlemiş Eugene Debbs’in sosyalist hareketini kılavuz edinmiş bir lider.
Geçen yıl ABD’deki değişik örgütlerden genç sosyalistlerle yaptığım bir dizi söyleşide "Sosyalist harekete ne zaman katıldınız?" sorusuna hemen hepsi Sanders’ın adaylığının yarattığı dalganın kendilerini etkilediğini ve Trump’ın seçilmesi sonrasında bir şeyler yapma ihtiyacı duydukları yanıtını aldım. Troçkist, Leninist, Demokratik Sosyalist gençlerin hemen hepsi bu yanıtı verdi. İlk defa kurulu düzenden ayrı denebilecek bir hareketin bu kadar güçlendiğini görüp kendilerini sosyalist olarak tanımlamaya başlayan insanlar, her konuda Sanders’la aynı şekilde düşünmeseler de, onun için çalışmasalar da Sanders’ın başkanlığından memnuniyet duyacaklarını söylediler.
ABD nasıl bir ülke hepimiz az çok biliyoruz ama birkaç noktayı hatırlatmak istiyorum: Gelir dağılımı eşitsizliği giderek artıyor ve çok övünülen Amerikan rüyasının taşıyıcısı olan orta sınıf giderek eriyor. Ya da şöyle söyleyelim: Bir orta sınıf elbette hâlâ var fakat hızla toplam gelirden aldığı pay eriyor. Burada çok veri ve istatistik vermek istemiyorum ama bir tane örnek vermek gerekirse, 2016 verilerine göre Bill Gates, Warren Buffet ve Jeff Bezos üçlüsünün toplam serveti yaklaşık 350 milyar dolarken nüfusun altta kalan yüzde 50'sinin toplam serveti 250 milyar dolar civarında. (Kaynak inequality.org ve Forbes dergisi)
ABD’de işsizlik verileri de bir sürü gelişmiş ülkeye kıyasla çok daha iyi gibi görünebilir ama elde edilen gelir ve yaşamak için gereken para ile birlikte baktığımızda ve üzerine gelir adaletsizliğini de teraziye koyduğumuzda durum hiç de parlak değil. En fakir eyalet Mississippi’de tüketici sepeti yıllık 58 bin 312 dolara ihtiyaç duyarken ortalama hane geliri 43 bin 500. Dikkat edelim hane geliri diyorum. New York eyaletinde de durum pek farklı değil. Sepet 95 bine dolarken ortalama hane geliri 80 bin civarında. Tekrar edelim bunlar ortalama gelirler. Tepedeki yüzde 1'i hesaplamadan çıkardığınızda çok daha vahim sayılar çıkacaktır. (Veriler Business Insider ve datausa.io sitelerinden alınmıştır)
Dikine hareketin ve Protestan çalışma ahlakının yüceltildiği ABD toplumunda da hiçbir şey olduğu gibi kalmıyor elbette. İnsanların verilere daha kolay ulaşmasının ötesinde iyice gözle görünür hale gelen fakirlik, zenginlikten en az pay alan kesimlerin iyice canını acıtmaya başladı. Peki ne oldu da hanede bir kişinin çalışmasıyla çocuklarını üniversiteye gönderebilen ABD ailesi şimdi iki kişi çalışsa bile ancak geçinebiliyor? Bu sorunun da cevabını pek çok kişi, az çok biliyor ama yine bir özet geçmekte fayda var ve o özetin adı da outsourcing yani ABD'deki fabrikaların kapatılıp o fabrikaların işçi ücretlerinin daha düşük olduğu başka ülkelere taşınması. Çin’e, Meksika’ya, Vietnam’a açılan fabrikalar ve ikame edilemeyen kaliteli işler yüksek maaşlı işler. Bu durumun yarattığı sonuçları anlatan Amerikan Fabrikası adlı belgeseli Netflix’de bulabilirsiniz. Bu gidişi engelleyemeyen sendikalar da bir başka sebep. İşler dışarıya gittikçe o iş için gereken kalifiye eleman yetiştirmek de bir süre sonra gereksiz hale geliyor. Birkaç ay önce Apple CEO'su Tim Cook "Artık Çin’de fabrika açmamızın tek nedeni ucuz işgücü değil, ABD’de yeteri kadar kalifiye eleman olmaması", dedi. Kuşkusuz ABD’de hâlâ yüksek teknolojili ürünler, yeni buluşlar yapılıyor ancak bunları yapan bir avuç şirketin ve üniversitelerin fen bölümlerine Amerikalı öğrenciyi çekmek ve o öğrencileri orada tutmak da gittikçe zorlaşıyor. İyi matematikçiler, fizikçiler daha üniversitedeyken finans şirketlerinden çok cazip teklifler alıyorlar ve başka türlü bir hayatı seçiyorlar. Bu da ayrı bir sıkıntı. Dramatik bir örnek vermek gerekirse NASA’da çalışan bir astronotun alacağı en yüksek maaş yıllık 120 bin dolar civarıyken Goldmann Sachs’ta çalışanlar yıllık ortalama 367 bin dolar kazanıyorlar. Herhalde astronotlar yörüngeden gezegene bakarlarken, "En azından sağlık sigortamı ödüyorlar" diye düşünüyor olabilirler. (Veriler Business Insider ve Investopedia’dan alınmıştır)
2008 kriziyle birlikte bu gidişat biraz azalsa da hâlâ büyük finans şirketlerinin verdiği maaşlarla üniversitede araştırma görevlisi olarak alacağınız maaş arasında epey bir fark var. Bunun yanında bir de gelişen bilişim teknolojileri. Bütün bu yukarıda saydığımız işlerin hepsi hem çok iyi eğitim gerektiren işler hem de çok fazla çalışana ihtiyacı olmayan işler. (İyi öğrencilerin finans şirketlerini tercih etmeleriyle ilgili bir yazı)
Ekonomik eşitsizliğin yanı sıra ekonomiden kaynaklı eğitimde eşitsizlik, suç- ceza sisteminde eşitsizlik, ırklar arası eşitsizlik de fazla görünür olmaya başladı ki işleri oluruna yani ılımlı bir adaya bırakırsanız pek bir şeyin değişeceği de yok. İlkokuldan üniversiteye eğitimde eşitsizlik geçen aylarda kendini adalette eşitsizlikle bir arada gösterdi. Ünlü oyuncu Felicity Huffman'ın kızının üniversiteye giriş sınavlarında aldığı puanı yüksek göstermek için rüşvet verdiği ortaya çıktı. 30 bin dolar para cezası (çerez parası) ve 14 gün hapis cezasına çarptırıldı. Tonya Mc Dowell evsizken çocuğunu iyi bir mahalle okuluna yazdırdı diye beş yıl ceza aldı. Sadece adreste hile. Peki neden böyle bir şey yaptı? İnsanlar neden akrabalarının evlerini kendi adresleriymiş gibi göstererek çocuklarını daha iyi devlet okullarına yollamak istiyorlar? Neden devlet okulları arasında bu kadar fark var? Çünkü devlet okullarının ana finans kaynağı emlak vergileri. Her yıl verilen bu vergi evlerin ortalama fiyatlarına göre belirleniyor. Zengin mahallerdeki evlerin fiyatları yüksek olduğu için o mahallelerin okulları da bu nedenle daha iyi durumda oluyor, daha tecrübeli, yetenekli öğretmenler de o mahallelerin okullarında öğretmen olarak seçiliyorlar. Bu da temel fikri herkese eşit fırsat sağlamak olan ücretsiz kamu eğitimi arasında daha baştan bir eşitsizlik yaratıyor. Beş yıl ceza alan Tonya McDowell’ın siyah bir kadın olduğunu söylememe gerek yok sanırım...
Sanders bütün bu eşitsizlikleri yıllardır siyasetin merkezine getirmeye çalışan bir isim. Geçenlerde bir konuşmasında, "En fazla kazanan 25 portföy yöneticisi ABD’deki bütün anaokulu öğretmenlerinin toplamından daha fazla para kazanıyor" demişti. Veya benzeri başka bir karşılaştırması da şuydu: "25 portföy yöneticisi geçen yıl 24 milyar dolar kazandı ve bu parayla 425 bin öğretmenin maaşını ödeyebilirler"... Bundan başka söylediği bir şey daha var ki o herkesi epey şaşırttı: ‘‘Bence milyarderler olmamalı’’... Bütün büyüsü herkesin eğer yeterince çalışırsa bir gün çok zengin olabileceği olan bir ülkede ağır bir şey söyledi Sanders. Hemen hemen bütün düzenlemelerin zengin insanlara dokunulmayacağı garanti edilerek kanunlaştığı bir ülkede "Milyarderler olmamalı" diyerek hem radikal bir tavır gösterdi hem de gündem olmayı başardı.
ADAYLIĞIN TEKNİK TARAFI
ABD’de seçimler bizdeki gibi devlet tarafından finanse edilmiyor. Adaylar bağış toplamak zorundalar. Sanders, kampanyasına geçtiğimiz eylül ayında bağış yapan insan sayısının 1 milyona ulaştığını ilan etti. En çok bağış yapanlar, Amazon, Wall Mart, Starbucks çalışanları, inşaatlarda çalışanlar ve öğretmenler. Ne petrol ne kimya ne de silah endüstrisinden para almayan Sanders’ın topladığı para yaklaşık 72 milyon dolar ve bunun 45 milyonu 200 doların altında para veren insanlardan. (veriler npr.org sitesinden alınmıştır) Bunun yanı sıra öğretmen işçi sendikalarının da önemli bir kısmı Sanders’ı destekliyor.
Sanders’ın adaylığı alabilmesi mümkün mü? Çok zor olsa da mümkün. İşin içinde bir sürü faktör var. Öncelikle vakti geldiğinde bütün demokrat adayların kendisine karşı birleşeceğini düşünüyorum. Kimsenin de adaylıktan Sanders lehine çekileceğini sanmıyorum. Bundan başka bir de aday seçme sürecinde çok güçlü etkisi olan süper delegeler var. Kim bu süper delegeler? Senatörler, eski başkanlar, başkan yardımcıları, vekiller, büyük şehirlerin belediye başkanları vs. Süper delegeler aday belirleme sürecinde eyaletlerde yapılan seçimlerde oy kullanmıyorlar ve sürecin sonunda adayın belirlendiği parti kurultayında oy veriyorlar. Bu delegelerin ezici çoğunluğu 2016'daki adaylık yarışında sistemin olduğu gibi devam etmesinden yana olan, Hillary Clinton’a oy verdiler. Hillary Clinton’ın süper delegeler olmadan da Sanders’tan daha fazla delegenin oyunu aldığı da unutulmaması gereken bir gerçek. Ancak bir başka gerçek de yarışın başından itibaren süper delegelerin kurultayda Clinton lehine oy kullanacaklarını söylemeleriydi. Bir başka gerçek de Clinton’un 2013'ten beri bu yarışa hazırlandığı ve partinin bütün ağababalarından destek görmüş olması, Biden ve Warren gibilerin yarışa baştan girmemelerine neden oldu ki bu da Sanders’a alan açılmasına neden oldu ve mesajının daha rahat duyulmasını sağladı. Ancak süper delegelerin 602-48 Clinton lehine oy vermeleri ve tarafsız olması gereken Demokrat Parti’nin merkez yönetiminin Clinton’u desteklediğinin ortaya çıkması zaten adaletsiz olan yarışın iyice kötü kokmasına neden oldu ve adaylık belirleme sürecinde bir değişikliğe gidildi.
2016'dan sonra süper delegelerin kurultayda birinci tur oylamada oy kullanmamaları kuralı parti içinden yükselen itirazlarla kabul edildi. Aslında hiç oy kullanmamaları isteniyordu ama partinin ilerici kanadı ancak bunu başarabildi. Eğer birinci turda bir aday adaylık için gerekli çoğunluğu sağlayamazsa süper delegeler yapılacak ikinci tur oylamada devreye girecekler. Bu çok kısaca şu demek: Kesinlikle ikinci tur oylama olacak çünkü aday sayısı çok fazla ve bütün göstergeler oylamanın ikinci tura kalacağını gösteriyor. Henüz çok vakit var ama şimdilik durum bu.
KAMPANYA
Eşyanın tabiatı gereği ABD’de de tüm dünyada olduğu gibi artan adaletsizliğe, servetin ve gelirin giderek daha az insanın elinde toplanmasına, kanunların da hep bu insanları savunmasına karşı bir hareketin doğacağı belliydi. Bir değil, yüzlerce hareket doğdu ya da var olanlar tekrar canlandı diyelim. Bir yanda Poor People’s Campaign, bir yanda Anti-Fa, diğer yanda 2016'dan beri üye sayısı beş katına çıkan Demokratik Sosyalistler ve Black Lives Matter ve daha niceleri. Sanders’ın başını çektiği hareketin en büyük başarısı sokaktan gelen sesleri ana akım siyasetin içine sokabilmesi bence. Siyahların hakları, çevreyle ilgili radikal öneriler, genel sağlık sigortası, öğretmenlerin maaşlarının oldukça yükseltilmesi, servet üzerine vergi, bitmeyen savaşlara son vermek, Filistinlilerin de insan olduğunu ABD’lilere hatırlatmak, otomatik seçmen kaydı, suç ve ceza sistemi reformu vs... Bu sorunları ayrı ayrı dile getiren gruplar Sanders’ın 2016 seçim kampanyasının devamı olan Our Revolution çatı hareketinin altında kendilerine yer buldular ve Our Revolution hareketi siyaseti daha eşitlikçi, daha ekolojik ve daha özgürlükçü bir yere doğru itti. Öyle ki bütün adaylar genel sağlık sigortasından, yeni yeşil düzene yukarıda bahsettiğim konuların hepsiyle ilgili en azından şu anki durumu iyileştirici mesajlar vermek zorunda kalıyorlar. Özellikle genel sağlık sigortası ki eğer gerçekleşirse ABD için devasa bir reform olur, Sanders ve hareketinin en önem verdiği konu. Konuyla ilgili kendisine en çok yöneltilen soru ise kaynağı nereden bulacağı. Sanders diğer adaylar gibi kaçamak cevap vermektense açık açık vergileri yükselteceğini, özellikle de en üst kesimden servet vergisi alınacağını söylüyor. Vergilerle ilgili sürekli dile getirdiği bir başka konu ise büyük şirketlerin ama en başta Amazon’un geçtiğimiz iki yılda sıfır kurumsal vergi ödemiş olması. Sanders ayrıca kurumsal verginin oranlarının da tekrar yükseltilmesini istiyor. Trump ise bunun tam tersini yaptı, kurumsal vergi üst dilim oranının yüzde 35'den yüzde 21'e indirdi.
Dış politikada ise bitmeyen savaşların hem dünyayı daha güvensiz hale getirdiğini hem de ABD’yi demokrasiden uzaklaştırdığını söyleyen Sanders, artık savaşlara öncülük etmektense ortak sorunlarımıza ortak çözümler aranması gerektiğini vurguluyor. Sanders’ın 2016 kampanyasında dış politika sorularına verdiği cevaplar yetersiz bulunmuştu. Benim için o kampanya sırasında dış politika ile ilgili en önemli an ise Clinton’un Kissenger’ı kendisine kılavuz edineceğini söylediğinde Sanders’ın buna yüksek sesle itiraz edip "Kissenger’ın benim arkadaşım olmamasıyla gurur duyuyorum. Kendisini ABD tarihinin en yıkıcı dışişleri bakanı olarak görüyorum’’ dedi. Bununla birlikte her yıl bütçeden devasa pay alan savunma bakanlığının bütçesinin düşürülmesi de vaatleri arasında. Trump’ın vaatleri arasında da bitmeyen savaşlardan çıkmak vardı ancak ne hikmetse her yıl savunmanın bütçeden aldığı pay artıyor da artıyor. 2020 yılının 738 milyar dolarlık savunma bütçesine Demokratların bir kısmı da bir pazarlık aracı olarak destek veriyorlar çünkü karşılığında sosyal programlar için asla para vermek istemeyen Cumhuriyetçilerden komisyonlarda tavizler koparılıyor. Tabii ki Sanders bu bütçeye de hayır diyor zira 738 milyar dolar ABD’den sonra en büyük savunma bütçeleri olan 10 ülkenin harcadığı toplam paradan daha fazla.
Greta Thunberg ile birlikte bir yandan gündem olurken bir yandan da içinin boşaldığı öne sürülen iklim değişikliği meselesi de Sanders’ın çok ciddiye aldığı ve kapitalizmden de ayırmadığı bir konu. Yeni Yeşil Düzen planı enerji üretimi ve tüketimini tamamen değiştirmeyi önermekle kalmayıp enerji üretiminin özel sektörün elinden alınması gerektiği vurgusunu da yapıyor. Öte yandan gezegenin ısındığını bizlerden çok daha önce bilen dev petrol şirketlerinin sahiplerini de yargı karşısına çıkarmak da Yeni Yeşil Düzen planının bir parçası.
Malum ABD de üniversite okumak pahalı bir şey. Özel üniversitelerin ortalama yıllık fiyatı 35 bin dolar civarındayken, kamu üniversitelerinin ortalama fiyatı yaklaşık 10 bin dolar. (Kaynak: https://www.collegedata.com/en/pay-your-way/college-sticker-shock/how-much-does-college-cost/whats-the-price-tag-for-a-college-education/) Sanders’ın bir önceki seçim kampanyasında da çok vurgu yaptığı konulardan birisi kamu üniversitelerinin bedava olması gerektiği. Hatta bu konuda Clinton epey sıkıştığı için o da yıllık hane geliri 130 bin doların altında olanlar için kamu üniversitelerini bedava yapmayı vadetmek zorunda kalmıştı. Fakat Sanders’ın üniversitelerle ilgili söylediği şey sadece bu değil. Bir de şöyle bir durum var: Bir okula yıllık 35 bin dolar para verebilecek aile sayısı o kadar da çok değil. Dolayısıyla öğrenciler istedikleri iyi üniversitelere gidebilmek için öğrenci kredisi alıyorlar. Sonra da işe başlayınca o krediyi geri ödemeleri gerekiyor. ABD'de şu anda 44 milyon kişinin 1.5 trilyon dolar öğrenci kredisi borcu var. (https://time.com/5662626/student-loans-repayment/) Sanders başkanlığa gelirse bu borcun da silineceğini söyledi. Zaten iyi maaşlı işlerin azaldığı ABD'de insanlar bu borçlarını ödemekte zorlandığı için hayata başlamakta ve özellikle ev almakta epey zorlanıyorlar. Sanders bu borç silinirse ekonominin canlanacağını, insanların rahat bir nefes alacağını söylüyor.
Bütün bu vaatler ABD sermaye sınıfını rahatsız edecek cinsten. Bu yüzden geçtiğimiz ay içerisinde Sanders’ın çıkışını önlemek için hem eski New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg hem de portföy yönetim şirketi sahibi Tom Steyer başkanlık yarışına Demokrat Parti saflarından katıldılar. Bloomberg’in kişisel serveti 55 milyar dolar Tom Steyer’in kişisel serveti ise 1.6 milyar dolar. Yıllardır o şehir senin bu şehir benim diyerek dolaşan diğer adayların hepsi bu durumdan rahatsız ama sanırım milyarderlerin esas derdi, Sanders hareketini durdurmak. Ancak iki milyarder aday da sanırım harcadıkları parayla kalacaklar.
SONUÇ
Sanders bağımsız olarak 1991-2007 arasında Temsilciler Meclisi’nin, 2007'den bugüne kadar da Senato’nun üyesi. Kendisini asıl tanınır kılan an 2010 yılında, yani Obama döneminde, Bush döneminin vergi aflarının uzatılmasına karşı çıktığı sekiz saatlik konuşması oldu. Yukarıda saydığımız eşitsizliklerin, adaletsizliklerin hepsine kanıtlar göstererek değindiği bu konuşması belki teklifin yasalaşmasını engelleyemedi ama Sanders ismi herkesin hafızasına kazınmış oldu. O günden beri ilerici Amerikalıların her daim takip ettiği biri olsa da basın onu görmezden gelmek için elinden geleni yaptı, hâlâ da yapıyor. Hem ulusal haber kanallarında (CNN, FOX, MSNBC) hem de ana kanallarda (ABC, CBS, NBC) anketlerde başa baş olmalarına rağmen Joe Biden, Sanders’ın iki katı kadar zaman bulabiliyor. Merkezden daha solda olan Elizabeth Warren da hak ettiği zamanı bulamayan bir diğer aday. Fakat internet medyasında her üç aday da başa baş görünüyor.
Bu kampanyanın 2016 kampanyasından bir farkı da çok daha örgütlü olması. Her yere konuşmaya giden Sanders hâlâ en görünen isim olsa da bazen onunla birlikte bazen tek başına kitleleri coşturan Nina Turner da ABD siyasetinde gelecekte adını sıkça duyacağımız bir isim. Nina Turner aynı zamanda hem Our Revolution organizasyonunun başkanı hem de Sanders’ın seçim kampanyasının yöneticilerinden. Bol ödüllü Guardian eski yazarı David Sirota, Sanders’ın hem konuşmalarını yazıyor hem de basın ilişkilerini yönetenlerden biri. David Sirota’nın eşi de Colorado eyalet meclisinde sosyalist bir vekil olan Emily Sirota. İki sene önce yerle bir olan Porto Riko’nun başkenti San Juan’ın Belediye başkanı Carmen Yulia Cruz da Sanders’ın ekibinin ana gövdesini oluşturanlardan.
Soldan birçok insan özellikle 2016 kampanyasının yöneticilerinden Nick Brana (Movement For The People’s Party’nin kurucusu) Bernie Sanders’ın üçüncü bir partiden aday olmamasını eleştirdiler. Gidişat gösteriyor ki çok yakın zamanda ABD'de üçüncü bir parti seçimlerde iddialı olacak. Hatta bu belki de iki büyük partinin yarıştığı son seçim bile olabilir. Bu fazla büyük bir tahmin ama anketlerin hepsi yıllardır ABD'lilerin üçüncü bir parti fikrine destek verdiğini gösteriyor.
Yukarıda bahsettiğim süper delegelerin adaylık belirlemede yeterli çoğunluk sağlanamayınca Sanders’a karşı en güçlü adayı destekleyecekleri muhakkak çünkü Bernie Sanders’ın ve Our Revolution hareketinin söylediklerinin birçok Amerikalıyı korkuttuğunu düşünüyorlar. Her ne kadar sıkı bir sosyal demokrat olsa da kendisini sosyalist diye tanımlaması, varını yoğunu sosyalizmle vuruşmak için ortaya koyacak milyonlarca insanın olduğu bir ülkede Sanders’ın işini zorlaştırıyor. Her sosyalist dendiğinde, "Ne yani Kuzey Kore mi olalım, Venezuela mı olalım" soruları en sık duyulan sorular. Ayrıca Astra Taylor’un Demokrasi Nedir belgeselinde bir kişinin dediği gibi "Demokrasi umurumda değil, ben Amerikan Rüyasına inanıyorum" diyecek insan sayısı da o kadar az değil. Ancak öte yandan hayat pahalılığı, Trump’ın seçilmesi, ABD’lilerin artık eskisi kadar kendi içlerine kapalı olmaması ve dolayısıyla hükümetlerin diğer ülkelerde başka hizmetler de sunabildiklerini görmeleri de es geçilmemesi gereken ve ilerici hareketlere can veren gerçekler.
Demokrat Parti’nin adayının belirleneceği kurultay Temmuz 2020’de yapılacak. Hâlâ sekiz aylık bir zaman var. O zamana kadar neler olacağını göreceğiz. Adayların sayısı azalmaya başladı. Şimdilik yarışın Sanders, Warren, Buttigieg ve Biden arasında geçeceği öngörüsünü yapabiliriz. Ancak ne olursa olsun Sanders’ın çıtayı yükseltip herkesin direksiyonunu sola çevirdiği muhakkak.