Toplumun intiharı
Durkheim aslında intiharın nedeni sosyolojiktir derken, cinayeti işleyeni de net bir şekilde işaret ediyordu. Dün gencecik yaşta topluma, bize seslenen, ancak çığlık ve feryadını sonradan duyduğumuz Sibel Ünli’nin dediği gibi “HEPİMİZ SUÇLUYUZ.” Hayatına son verirken yardım eli isteyen, o gence karşı kayıtsız ve duyarsız olduğumuz için hepimiz…
Fırat Acar*
“Sen ya da başkası mutlu olsun diye, iyi rolü yapmayacağım. Mutsuz olduğumu herkes görsün. HEPİNİZ SUÇLUSUNUZ!” Bu sözler, ‘gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da’ diyen ve dün itibari ile intihar eden genç bir üniversiteli arkadaşımıza ait sözler… Henüz 20 yaşında bir edebiyat öğrencisi ve gelecek adına tüm yaşama sevincini yitirmiş, belli ki hiçbir toplumsal gruba kendini dahil edememiş ya da içselleştirememiş bir arkadaşımız. Yeni yıldan tek dileği iş bulmak olan, yemekhane kartında sadece bir lirası kalan bir arkadaşımız. Sadece karnını doyurmaya çalışan, acımasız toplumsal kabullerde kendine yer edinme gayreti içinde olan epilepsi hastası bir gencimiz. İş işten geçtikten sonra duyduğumuz bir çığlık sesi aslında bu sözler…
Son zamanlarda sıkça toplu ve bireysel intihar olaylarına tanık oluyoruz, gelişen süreç ve bu yürek burkan olay ne yazık ki daha çok bu haberlere tanık olacağımızı gösteriyor. Çünkü intihar olaylarına karşı nasıl yaklaşacağımıza dair henüz bir fikrimiz yok. Olayları hâlâ daha ısrarla, patolojik ve münferit bir vaka olarak görmede diretiyoruz. En azından politikacılar ve kısmen psikologlar olaylara böyle yaklaşıyor. Çözüm önerileri ise bu noktada sorunun nedenini kavrayamadığımızdan silikleşiyor. Öyle ki bu olayların önüne geçmek için nihai çözümümüz şu an ‘intihar haberlerinin medyada ya servis edilmemesi ya da sunuş biçiminin değiştirilmesi’ ile sınırlı, sığ ve gülünç bir kavrayışa sahip. Çözüm önerileri beyinlerin de intihar ettiği hususunda bizleri uyarıyor, fakat bu duruma da nihai bir çözümümüz şu an için yok gibi.
Yıllar önce Fransız sosyolog Emile Durkheim intihar vakalarına karşı basit ve bir o kadar cesur şu soruyu sormuştu. “İnsanlar niçin intihar eder?” İşte tam olarak bu soru ile işe başlamalı ve olaya yaklaşmalıyız. Durkheim ‘İntihar’ çalışması ile insanın en kişisel eyleminin dahi toplumsal, sosyolojik bir nedene bağlı olduğunu insanlara kanıtlamaya çalışıyordu. Galiba ülkemizde gerçekleşen intihar olaylarını münferit bir vaka olarak görenlerin bu eserden haberi yok ya da yokmuş gibi davranıyorlar. İntihar eylemi sosyolojik bir vakadır ve bu olayların gerçekleşmesinin nedenleri de açıktır. Ekonomik darboğaz, siyasi belirsizlik, toplumsal yozlaşma vb. bu nedenler her ne kadar kabul edilmese de, olayların tam olarak nedeni ve gerçeğidir.
Ne kadar kabul etmesek de, insanlar aç olduğu veya aç olan sevdiğinin karnını doyuramadığı için intihar eder. İşsiz ve bir geleceği olmadığını düşündüğü an intihar eder bir insan. Resmi kurumlara olan güvenini kaybettiğinde, sığınacak bir limanı kalmadığında, hakkını savunacak bir adalet ve yargı sisteminin olmadığını düşündüğünde, iyiden iyiye yalnızlaştığında intihar eder. Ekonomik anlamda borçlandığında ve borçlarının sadece faizini ödemek ile boğuştuğu sıralarda ya da hayalindeki eve, işe el konulduğu sıralarda intihar eder. Siyasi anlamda mağdur olduğu sıralarda, gelecek kurmak adına verdiği çabanın, emeğinin çalındığı ve başkalarına yıllarca verildiği, aslında kendisinin oturması gereken yerde haksız yere başkalarının oturduğunu gördüğü sıralarda intihar eder. Tüm bu yaşanan olaylara karşı toplumun çaresiz olduğunu anlamaya başladığı ve kimsenin ona yardım edemeyeceğini düşündüğü sıralarda intihar eder. Medyada yansıtıldığı için, sürekli haber yapıldığı için ve deli ya da patolojik hasta oldukları için intihar etmezler bu insanlar. Bu yaklaşım mevcuttan yana tavır sergileyen, Gramsici anlamda aydın kesimin ve uzmanların olayları topluma sunuş şekli, olayların gerçek nedenini örtbas etme durumudur. Çığlıkların iş işten geçtikten sonra duyulmasını sağlayan egemenlerin stratejik yöntemleridir.
Ülkemizde uzunca bir süredir ekonomik ve toplumsal sorunlara yeterli çözümler üretilemiyor. İşsizlik, yoksulluk, dışlanmışlık toplumda almış başını gidiyor. Siyasi ve ekonomik anlamda kutuplaşma mekâna sirayet ediyor ve kentsel ayrışma, sosyal dışlanma belirginleşiyor. İnsanlar belirli yerlere kümeleniyor, yoksulluk ve sefalet yeniden ve yeniden üretiliyor. Bu insanların çığlık sesleri ise ya duyulmuyor ya da duyulmak istenmiyor. Çocuğunun karnını doyurmaya çalışan bir babanın/annenin feryadı, emeği çalınan bir üniversiteli gencin çığlığı son dönemde her gün her yerde yükseliyor. Ne yazık ki bu insanları duyan yok! İş işten geçtikten sonra duyan bir kesim var. Bu durumda ilk tokadı, çığlığı sonradan duyanlar olarak kendimize atmalıyız. Durkheim aslında intiharın nedeni sosyolojiktir derken, cinayeti işleyeni de net bir şekilde işaret ediyordu. Dün gencecik yaşta topluma, bize seslenen, ancak çığlık ve feryadını sonradan duyduğumuz Sibel Ünli’nin dediği gibi “HEPİMİZ SUÇLUYUZ.” Hayatına son verirken yardım eli isteyen, o gence karşı kayıtsız ve duyarsız olduğumuz için hepimiz…
*Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kent Çalışmaları Ana Bilim Dalı, Sosyolog ve Kent Çalışmacısı