'Kardeşimiz' Hasan, 'üzülüyor musun?'
Yoksulluk, başka tanımlarının yanı sıra, merhamet tınısıyla seslendirilen şiddet yüklü sorulara maruz bırakılmaktır. Kameranın arkasındaki -sonradan akademisyen olduğunu öğrendiğimiz- kişi, “tanıt kendini” talimatından kısa bir süre sonra Hasan’a soruyor: “Para biriktirebilirsen, Selpak satabilirsen otelde kalabiliyorsun yoksa kalamıyorsun. Kalamadığın zaman üzülüyor musun?”
Mehmet Mutlu*
Ankaralı evsiz genç Hasan’la yapılan “röportaj” çokça izlendi ve konuşuldu.
Kimi “Hasan’ın tevekkülü”ne güzelleme yapıyor, kimi ona yönelen ikiyüzlü ve kibirli merhametin eleştirisini.
Hasan’a bakıp söylenenler siyasal konuma göre farklılaştığı gibi, Türkiye toplumunun yoksullara ilişkin hissetme yapısını yatay kesen birçok ögeyi de içeriyor.
Şükretmesini öven için de sömürü ilişkilerinin mağduru olduğunu söyleyen için de “kardeşimiz” Hasan’ın “gönlü zengin”, “kalbi temiz”.
Hasan’ın videosuna ya da sonrasında tartışılanlara bakarak hakim yoksulluk temsillerine ilişkin çok şey söylenebilir. Bu yazı daha çok Hasan’a sorulanlarla (aynı zamanda sorulmayanlarla) ilgileniyor. Daha doğrusu, yoksulluğa ilişkin farklı konumlar tarafından paylaşılan hegemonik bir tepki olarak söylemsel şiddetle, özel olarak da bu şiddetin soru kalıbına dökülmüş haliyle.
Yoksulluk, başka tanımlarının yanı sıra, merhamet tınısıyla seslendirilen şiddet yüklü sorulara maruz bırakılmaktır.
Kameranın arkasındaki -sonradan akademisyen olduğunu öğrendiğimiz- kişi, “tanıt kendini” talimatından kısa bir süre sonra Hasan’a soruyor: “Para biriktirebilirsen, selpak satabilirsen otelde kalabiliyorsun yoksa kalamıyorsun. Kalamadığın zaman üzülüyor musun?”
“Üzülüyor musun,” diye soruluyor çünkü Hasan üzülmeli! Hasan’dan ya da herhangi bir yoksuldan beklenen nasıl üzüldüğünü, nasıl acı çektiğini anlatmasıdır. Yoksunluk, mağduriyet, acı, üzüntü vb. dışındakiler yoksulluğa leke düşürür. Soru sormak, çoğu zaman yoksulluğa ilişkin hakim söylemleri onaylayacak yanıtlar almak için yoksullara doğrultulan silah işlevi görür.
Deniz Feneri televizyon programının yıllar önce yayınlanan bir bölümü (07.05.2008), soru sormanın nasıl şiddet halini alabileceğini kavramama vesile olan gaddar bir örnek içeriyordu: Programda “Ramazan Abi” adını kullanan sunucu İbrahim Uğurlu, bir ayağı olmayan ve programa protez “ayak sahibi olmak” isteğiyle başvuran çocuğu ziyarete gider. Sunucu, çocuğun uyuduğu odanın kapısını açıp içeri girer. (Bu sırada kamera odanın içindedir yani öncesinde bir hazırlık yapılmıştır ama izleyiciden her şeyin doğal akışı içinde olduğunu kabul etmesi beklenir.) Çocuk -bu kurgu gereği- uyumaktadır. Uğurlu, çocuğu uyandırmak için seslendikten hemen sonra “sormaya” başlar:
İ.U: Doğan… Doğan… Merhaba. Annen nerede? Nerede annen?
D:…
İ.U: Daha yatıyor musun? Kahvaltı yaptın mı? Yaptın mı kahvaltı? … Aaa, canım benim! Sen nereden geldin buraya?
D: Siirt.
İ.U: Siirt'ten geldin?... Doğancım… Sen okulda bir dilek mektubu yazmışsın. Neydi en çok istediğin dilek? Ne… Ne… Ne dilek tuttun?
D: Ayağım… çok… güzel olmasını…
İ.U.: Nasıl?
D: Güzel olsun ayağım… büyük…
İ.U: Ayağının güzel olmasını istiyorsun. Başka?
D: Yürümek.
Annesinin yokluğu, karnının açlığı, bir ayağını kaybetmiş olması, tuttuğu dilek… Apaçık görülmekte olan, tekrar tekrar sorulan sorular yoluyla göze sokulur; zaten dramatik olan, merhametten nasibini almamış sorularla dramatize edilerek sunulur.
Ramazan Abi’nin soruları dramatik fon müzikleri (TRT'de Hasan'ın videosuna müzik eklemeyi ihmal etmemiş) ve çocuğun kesik ayağına ya da yaşlı gözüne odaklanan yakın çekimler eşliğinde devam eder:
“Ne oldu gerçekleşiyor mu dileğin? Yavaş yavaş olmaya başladı mı?”
“Ne olmuştu senin ayağına? … Araba çarpmıştı değil mi?”
“Ne oldu? Nasıl oldu?”
“Arabanın altında mı kaldın?”
“Sonra ne oldu?... Sonra kestiler mi ayağını?”
“Ayağın orada mı koptu, hastanede mi kestiler ayağını?”
“Baba ne iş yapıyor oğlum?”
“Baba da mı düştü inşaattan?”
“Şimdi baba çalışamıyor mu?... Onun da mı ayağı sakat?”
Doğan’a sorulanları bir televizyon programında, Hasan’a sorulanları ise internet ortamında izlemiş olmak yanıltmasın. Yoksullara soru sormak sadece medyatik değil, yaygın gündelik toplumsal bir pratik. Toplumsal hiyerarşideki konumundan aşağı bakan hemen herkes, aşağıdakine soru sormayı hak biliyor.
Birkaç sene önce, tam da Hasan’ın videosunun çekildiği civarda görüştüğüm bir kağıt toplayıcı şöyle diyordu: “Bugün gene en az elli kere sordular, okula gidiyor musun, neden okula gitmiyorsun, diye.”
Kısacası, soru sormak çoğunlukla yoksulun kendi sözünü ağzına tıkıp ondan bekleneni gırtlağına sokulan sorularla söküp alma girişimidir. Dolayısıyla, bilhassa ezilenlerin dünyasını anlamak ve değiştirmek isteyenlerin, yoksullarla kurulacak diyalogda kendilerini nasıl aktif dinleyici olarak konumlandırabilecekleri üzerine düşünmelerinde fayda var.
* Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi