Ölüm iktidarı
“Takdir-i ilahi” ya da “kader” denir, “vatan sağ olsun” denir, “namusunu temizledi” denir, “kaza” denir, “afet” denir, “hak ettiler” denir ama “cinayet” denmez. Ölümü sorgulamak ülkemizde yasaklanmıştır. Halk, güvenlik uğruna ölüme ikna olmak gibi paradoksal ve zor bir görevle karşı karşıyadır.
Onur Kartal
Bilindiği gibi Antik Yunan’da Thanatos sadece ölüm tanrısını ifade etmiyordu, ölümün vücut bulmuş hali anlamına da geliyordu. Sözcük Freud’la birlikte bir karşıtlıkta anlamını buluyordu. Yaşama içgüdüsünü işaret eden Eros’a karşı Thanatos ölüm ve öldürme arzusunu içerimliyordu. Bugün ise sözcük daha çok biyopolitik bağlamı içinde tartışılıyor ama bu bağlam sözcüğün geçmişteki çekirdeğini muhafaza ediyor.
Biyopolitika kabaca yaşam üzerine yoğunlaşan bir iktidar tekniğinin ya da tekniklerinin politika yapma tarzının adıdır. Doğum ve ölüm oranları, salgın hastalıkların tespiti vs. gibi unsurların tam analizi üzerinden bir nüfus istatistiği çıkartılır ve nüfusun nasıl daha verimli kılınacağı üzerine kafa yorulur. Mesela genç iş gücüne ihtiyaç varsa doğum teşvik edilir ve bu doğrultuda politikalar geliştirilir. Ya da salgın hastalıklar nüfusu tehdit eden bir noktaya geldiyse eğer bu hastalıkların kaynağı tespit edilip yok edilmeye çalışılır. Biyoiktidarın muradı nüfusun sağlığının teminat altına alınmasıdır. Malumunuz olduğu üzere bir de thanatopolitika vardır ve biyopolitikanın hem ihtiyaç duyduğu bir şey hem de tam zıddıdır. Nüfusun sağlığını tehdit eden unsur bir toplumsal tabaka ise thanatopolitika, yani ölüm politikası devreye girer. Alman ırkının biyolojik varoluşunu tehdit ettiği ölçüde Yahudiler, ama sadece Yahudiler de değil, engelliler, zekâ geriliği olanlar, eşcinseller ve çalışamayacak kadar yaşlı olanlar da thanatopolitikanın hedefindedir. Biyoiktidar toplumu, kendisine yönelen tehditler konusunda öyle kurnazca yollardan ikna eder ki, devreye giren ölüm siyaseti, toplumun genelinde karşılığını bulur hale gelir.
Thanatopolitikanın ölme ve öldürme arzusunu sürekli taze tutan bir tarzı vardır. Thanatopolitikada her yol, şu veya bu şekilde ölüme çıkar ama siz yine de her şey yolunda sanırsınız. Üstelik hem ölmek hem de öldürmek normalleşmekle kalmazlar aynı zamanda arzu edilir hale gelirler. Ülkemizde thanatopolitikanın nevi şahsına münhasır biçimlerinden biriyle karşı karşıyayız. Zira ortada bir biyopolitika olmadığı gibi benzetme yerindeyse “ölürüm Türkiyem” şarkısı, ifadenin en negatif anlamıyla iş başındadır. Çığ düşer, ölürsünüz; çığın altında kalanları kurtarmaya gider, ölürsünüz; uçağa biner, ölürsünüz; deprem olur ya kerpiç evlerin ya da malzemesinden çalınmış duvarların altında kalarak ölürsünüz; kadınsanız ölürsünüz; işçiyseniz, ölürsünüz; hayvansanız ya arabanın altında kalarak ya soğuktan donarak ya da zehirlenerek ölürsünüz; ağaçsanız, “İnşaat Ya Resulallah” diyenlerce kesilerek ölürsünüz; trafikteyseniz ister arabanın içinde olun ister karşıdan karşıya geçin fark etmez, ölürsünüz; akademisyenseniz yine ölürsünüz, ya gerçek anlamda ya da sembolik anlamda, yani medeni bir şekilde.
“Takdir-i ilahi” ya da “kader” denir, “vatan sağ olsun” denir, “namusunu temizledi” denir, “kaza” denir, “afet” denir, “hak ettiler” denir ama “cinayet” denmez. Ölümü sorgulamak ülkemizde yasaklanmıştır. Halk, güvenlik uğruna ölüme ikna olmak gibi paradoksal ve zor bir görevle karşı karşıyadır. Emniyet önlemleri giderek artarken ölümler azalmak şöyle dursun katlanarak çoğalıyor ya işte buradaki yaman çelişkiyi sorgulayamazsınız. Emniyet personeli sayısı her yıl artar; buna bir de bekçiler eklenir ama mesela kadın cinayetlerinde herhangi bir azalma yoktur. Türkiye’de 185 kişiye bir polis düşmektedir. Buradan Türkiye’nin daha güvenli bir ülke haline geldiği düşünülebilir mi? Maalesef durum tam tersidir. Polis ve güven(lik) asla yan yana gelmeyecek iki sözcük gibidir. Gerçi zaten güvenli bir toplumdan anlaşılan şey, iktidarın güvence altına alındığı toplum değil midir? Bu güvenlik uğruna hayatların harcanması mı gerekiyor? İktidar masraftan kaçmayacaktır. Bu yüzden de Türkiye’de 2018 itibariyle toplam 255.974 polisin, buna karşılık 144.827 doktorun görev yapıyor olmasında şaşılacak bir şey yok. Bir doktora 572 hasta düşüyor olmasında da.
Ezcümle Türkiye iktidarın güvende olduğu ama nüfusun güvende hissetmediği bir ülke haline geldi. “Ölüm kol geziyor” bu ülke için belki de en doğru ifade. Ölümün bu kadar normalleşmesinde ve hayatın bu kadar değersizleşmesinde gece gündüz dolaşıma sokulan ölüm dilinin de büyük bir payı var. Türkiye yaşamak için değil ölmek için eşsiz bir yer oldu. İktidar yurttaşlarına "hayırlı bir ölüm"den başka bir şey vaat etmiyor.