Bu da bingo: 'Öyle bırakmam onu'
Artık ivedilikle söylenmesi gereken tek şey Türkiye’de yargı -tepeden tırnağa- diye bir şeyin kalmadığı. Hatta tek kişinin tekelinde olduğu; o kadar ki hukuksuzluğun, kitabına dahi uydurulmakta zorlanıldığı. Oluşan zeminde artık Erdoğan açıkça ‘yargı benim’ demekten çekinmiyor.
Utku Can Akyol*
Erdoğan’ın TBMM grup toplantısında, Kavala’nın da tutukluğu olduğu Gezi davasıyla ilgili "Bir manevrayla beraat ettirmeye kalktılar" yorumunda bahsettiği, İstanbul 30'uncu Ağır Ceza Mahkemesi’nin esas hakkındaki kararı. Erdoğan, TRT’de canlı yayınlanan bir röportajında Can Dündar’la ilgili de “Öyle bırakmam onu” demişti. Bugünlere gelineceği Erdoğan’ın 23 Nisan 2010’da makamını bir günlüğüne devrettiği Elgin Koçubaba’nın "Ben konuşmama başlayayım mı?" sorusuna "Yetki artık senin; asarsın, kesersin. Her şey sende" demesinden belliydi.
Ocak 2017’de Anayasa Mahkemesi’nin gazeteci Şahin Alpay’la ilgili verdiği tahliye kararına İstanbul 13'üncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından -her ne kadar kararın tebliğ edilmediğini gerekçe gösteren bu ‘uygulamama’nın direnme olup olmadığı tartışılsa da- direnilmiş, Alpay’ın ikinci başvurusu üzerine yerel mahkeme kararı uygulamıştı. Aynısı Mehmet Altan için İstanbul 26'ncı Ağır Ceza Mahkemesi tarafından da yapılmış; evet, yerel mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin -ulusal yargı hiyerarşisinin zirvesi olan ve Anayasa'nın 148'inci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca Yüce Divan sıfatıyla yargılama yetkisini haiz mahkeme- kararlarına direnmişti. AİHM, 20 Mart'ta Mehmet Altan ve Şahin Alpay'la ilgili aldığı kararında Anayasa Mahkemesi kararlarını uygulamayı reddeden Ağır Ceza Mahkemelerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni ihlal ettiğine hükmetti.
Demirtaş’ın yargılandığı davada ise AİHM, Türkiye aleyhine ilk kez 18'inci maddeden (Haklar üzerindeki kayıtlamaların kullanımının sınırlanması başlıklı) ihlal kararı vermiş; Ankara 19'uncu Ağır Ceza Mahkemesi, AİHM kararının, Büyük Daire kararı değil, 2'nci Daire kararı olduğu gerekçesiyle tahliyeye yönelik hükmün nihai karar olmadığını ileri sürmüştü. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AİHM kararıyla ilgili, “Bu karar bizi bağlamaz, karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demiş ve sözü fazla uzatmadan, Kavala için uygulanan benzer teknik Demirtaş için de uygulanmıştı. Belirtmeden geçmeyelim; Av. Selçuk Kozağaçlı için de… hatta Atilla Taş için bile. TCK 312’den (Beşinci Bölüm, Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar, Hükûmete Karşı Suç) beraat ettirip; TCK 309’dan (Anayasayı İhlal) tekrar tutuklamak.
Artık bu da mümkün: Osman Kavala'nın yeni bir beraat alması ihtimaline karşı harekete geçen başsavcılık, Habil cinayeti dosyasını raftan indirdi...
AİHM, Kavala hakkında da Sözleşme’nin 5'inci ve yine Demirtaş hakkındaki karar gibi 18'inci maddenin ihlal edildiği hükmünde karar vermişti ve bu karar, eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’e göre iki soruşturmayı da kapsıyordu ve hatta Kavala, zaten bu soruşturma kapsamında tahliye olmuştu ancak dilerseniz artık bunlardan bahsetmeyelim.
Ve aceleci İmamoğlu’na bir soru; hangi güven?
Artık ivedilikle söylenmesi gereken tek şey Türkiye’de yargı -tepeden tırnağa- diye bir şeyin kalmadığı. Hatta tek kişinin tekelinde olduğu; o kadar ki hukuksuzluğun, kitabına dahi uydurulmakta zorlanıldığı. Oluşan zeminde artık Erdoğan açıkça ‘yargı benim’ demekten çekinmiyor. Eskiden en azından ‘savcıyım’ diyordu. Bir ara ‘raconu ben keserim’ dediğini hatırlar gibiyim.
Uygulayıcılar tek tük fireler verseler de duruma yavaş yavaş uyum sağlamış durumdalar. Artık taktik maktik de yok. Öyle tahmin ediyorum ki bir sonraki basın açıklamasında Cumhuriyet Başsavcılığı, Erdoğan’ın sözlerinden alıntı yapmaktan dahi çekinmeyecek.
Son olarak; Cem Küçük’ün, ‘bizi yargılarlar’ diye halihazırdaki yargı sistemini anlattığı, Metiner’in oldukça komik giriş çıkışlar yaptığı o televizyon programı.
Not: Karikatür Leman’ın 19 Şubat 2020 tarihli kapağından.
*Avukat