Cahilliğin cesareti ve Suriye

Kuşkuya gerek yok, Türkiye başka bir ülkenin egemenlik hakkını ihlal etmektedir. Türkiye, başka bir ülkeye yönelik yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Ve böylece 1924-5’lerde yayımladıkları haritalara yakın bir genişleme elde edeceğini ummaktadır. Toprak kazanımı Türk siyasetinin ana merkezidir ve kazanacağı toprağın sınırı pazarlıklarla çizilecektir.

Google Haberlere Abone ol

Taner Akçam*

Cahillik cesaret verirmiş. Suriye meselesinde, sadece arka plan bilgilerinden yoksun değilim, özellikle İngilizce basında var olanları bile doğru dürüst okuduğumu iddia edemem. Yaptığım bizim medyada konu uzmanı olan arkadaşları dinlemek ve günlük gazeteleri okumakla sınırlı. Bana cesareti veren de bu cahilliğim.

Bu satırları yazmaya iten, sadece cahilliğimin cesareti değil, sınırlı okuduğum yazılarda benim gördüğüm bir hususun yeteri açıklıkta ifade edilmiyor olması. Bizim medyada konu üzerine kalem oynatan uzmanlarımız esas olarak sadece bir senaryo üzerinden durumu açıklıyor gibiler. Bu da Suriye’ye ilişkin Rusya’nın senaryosu. Özeti şu: Rusya, Suriye’nin bütünü üzerinde Esat rejiminin egemenliğini sağlayacaktır ve bunu ne pahasına olursa olsun yapacaktır. Kim ki bu senaryoya karşı çıkar, altında kalacaktır. Yani bir nevi, Rusya’ya “aşırı güven” ve “eleştirisiz yaklaşım” söz konusu ve olayları bu çerçeveden okuyor gibiler... Bu nedenle Türkiye’nin yaptığı maceracılıktır ve cami duvarına işemektir, deniyor. Söylenenler özetle bu… Buna bir de okuduğum yazarlara egemen olan “anti-Tayyip” tutumu eklersem, Suriye konusunda söylenenlerin resmini çekmiş olurum.

Haksızlık etmek istemem ama Suriye krizi çıktığından beri, bizim liberal çevrelerdeki egemen hava zaten hep bu oldu. En kibar ifadeyle, Türkiye’nin gücünü ve yapabileceklerini hafife ve hatta alaya aldılar. Türkiye her seferinde “şunu yapacağım”, diye yapacağını önceden ilan edince, bu uzman yazarlar grubu “yapamaz mümkün değil”, “Rusya şöyle döver”, “Amerika böyle kulağını çeker” yollu açıklamalar yaptılar. Ama her seferinde de yanıldılar. Türkiye söylediğini yaptı ve imkanları çerçevesinde başarılı da oldu. Ama sözünü ettiğim çevreler “yanıldık” demek yerine, yeni barikatlara geçip, eski teorilerini tekrar ettiler. İlk yıllarda, ABD Kürtlere destek verirken, bizim çevreler “ABD’ye aşırı güven” eksenli okumalar yaptılar. Sonra ABD’nin yerini Rusya aldı ve bizim çevrelerde bu sefer, “Rusya’ya aşırı güven” eksenli okuma yapıyorlar. Her iki okumada da ortak payda, Türkiye’nin gücünü hafife almak ve hesaba dahil etmemek.

Daha önce üç ayrı askeri operasyon sırasında yaşadığımız bu tablo, şimdi İdlib ekseninde yaşanan krizde de tekrar ediyor. Türkiye’nin İdlib üzerinde kontrol kurma şansının olmadığı, Rusya’nın kesinlikle Esat rejimine İdlib’i geri aldıracağı söyleniyor. Olabilir tabii ki, sözünü ettiğim senaryolardan birisi bu. Ama bir de başka bir senaryo var ve bu senaryonun da Rusya’nın senaryosu kadar başarı şansı var. Benim analizlerde göremediğim bu diğer senaryo. Ve ben bunun maceracılık değil, oldukça gerçekçi bir senaryo olduğunu düşünüyorum.

Sözünü ettiğim senaryo Suriye’nin bölünmesidir. Bu senaryonun bölgedeki iki kuvvetli aktörü Türkiye ve İsrail’dir. Türkiye ve İsrail, farklı nedenlerle Suriye rejiminin kendi toprakları üzerinde yeniden egemenlik kurmasını istemiyorlar. Ve bu konuda ABD’nin ve Avrupa’nın da desteğini almaktadırlar ve alacaklardır. Öyle gözüküyor.

Rusya’nın senaryosunda, İdlib’deki insanların tek seçeneği bombalanmak ve/veya Türkiye’ye kaçmaktır. Sayısı ne kadar olursa olsun insanın öldürülmesi veya Türkiye’ye sığınmacı olarak gitmesi Esat rejiminin istediğidir. Esat, Türkiye’ye “bu derdi başıma sen açtın, al Müslüman fanatiklerini başına çal”, der gibidir. Ve bence bu senaryonun en zayıf ve en olmayacak tarafı budur. Veya Türkiye, tüm imkanlarını kullanarak bu kadar insanın gelmesine izin vermemek için elinden geleni yapacaktır. Çünkü bu Türkiye’ye sadece yeni mülteci göçü sorunundan kurtulmasını sağlamayacak, sınırlarını genişletme imkânı sunacaktır. Ve Türkiye, tüm stratejisini de bu insanları orada tutacak ve kendisine toprak kazandıracak bir çözüme Rusya’yı ikna etmek üzerine oturtmuş gözüküyor. Ve Türkiye’nin en çok istediği budur. ABD ve AB’ye güvenmemektedir ve Rusya ile anlaşma onun birinci tercihidir.

Kuşkuya gerek yok, Türkiye başka bir ülkenin egemenlik hakkını ihlal etmektedir. Türkiye, başka bir ülkeye yönelik yayılmacı bir siyaset izlemektedir. Ve böylece 1924-5’lerde yayımladıkları haritalara yakın bir genişleme elde edeceğini ummaktadır. Toprak kazanımı Türk siyasetinin ana merkezidir ve kazanacağı toprağın sınırı pazarlıklarla çizilecektir.

ABD ve Avrupa Birliği, farklı nedenlerle (İsrail’in güvenliği, İran yayılmasının durdurulması, Avrupa’ya mülteci akınının engellenmesi vb.) Türkiye’nin yayılmacı politikasından yana tavır alacaklar gibi gözüküyorlar… Suriye rejiminin istikrara kavuşmaması, sürekli çatışma içinde kalması ve İdlib’de yaşayanların ne pahasına olursa olsun orada tutulması, ABD ve AB’nin işine gelir. Türkiye, eğer Rusya ile anlaşamazsa, istemeyerek de olsa, safını değiştirecektir. Benim bundan hiç kuşkum yok…

Bence Rusya’nın açmazı da burada. Eğer Türkiye ile anlaşamazsa, Türkiye kuşkusuz saf değiştirecektir. Rusya, her şeye muktedir değildir. Vaktiyle ABD’nin de muktedir olmadığı gibi... Bu nedenle, Rusya’nın Türkiye ile anlaşmaya çalışması makul bir seçeneklerden bir tanesi gibi durmaktadır. Diğer seçenek ise Türkiye-Suriye savaşıdır ve bu aslında ABD-AB ile Rusya arasındaki dolaylı bir savaş anlamına gelecektir. Dolayısıyla, ben Türkiye’nin “kumar oynamadığı” ve kendi içinde “gerçekçi” bir senaryoya göre hareket ettiğini düşünüyorum. Tekrar edeyim: Türkiye’nin tercihi Rusya ile anlaşmaktır ve ama olmadığı durumda, diğer seçeneğe yönelmekte en küçük bir tereddüt göstermeyecektir.

ABD’nin Suriye’deki en büyük hatası Türkiye’nin gücünü hafife almaktı ve bu nedenle kaybetti. Suriye Kürtleri de bu nedenle kaybettiler. Tıpkı PKK’nın 2015’de Türkiye’nin gücünü hafife alıp, “halk savaşı” oynamaya kalkması gibi... Rusya’nın aynı hatayı yapıp yapmayacağını henüz bilmiyoruz. Özetle söylemeye çalıştığım, bölgeye ilişkin söyleneceklerde Türkiye’nin gücünü hafife alan bakış ve analizlerin doğru olmadığı… Türkiye, şüphesiz kendi oyununu hayata geçirecek güce sahip değil. Suriye krizinin başındaki hüsranının nedeni de bu idi... Oyunu tek başına sahneye koymaya kalktı. Ama kendi oyununu hayata geçirme gücünden yoksun olsa bile diğer oyunları bozacak güce sahip Türkiye. Ve ben analizlerde bunu pek göremiyorum.

Peki, gelişmeler Türkiye için hüsranla sonuçlanmaz mı? Oldukça zor görünse de böyle bir seçenek de elbette var… Fakat ortada, hangisi gerçekleşir bilinmez, iki ayrı “gerçekçi” senaryo olduğunu görmek gerekiyor. Yani Rusya’nın stratejisi bir tek Rusya ve Suriye tarafından gerçekleştirilemez. Rusya, Türkiye’ye rağmen Suriye’de oyun kuramaz gibi geliyor bana...

Son bir nokta da, son günlerde alevlenen Tayyip Erdoğan-Ergenekon çatışması… Birçok köşe yazarı, bunu Erdoğan’ın saf değiştirmek istemesine karşı Avrasyacı (Rusyacı) Ergenekon kanadının harekete geçmesi olarak okuyor. Ben ise, bu konuda Türk yönetici elitleri arasında herhangi bir çatışma ve farklılık olmadığına inananlardanım. Bunu da cahilliğime verebilirsiniz. Dedim ya “Cahillik cesaret verirmiş”. Bu satırlarım da bu bağlamda okunsun.

*Prof. Dr. Clark Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Görevlisi